Özgür-Der Siverek Temsilciliğinde alternatif eğitim seminerleri Şeyhmus Şman’in sunduğu “Çağdaş Kavramlar-Kemalizm” semineri ile devam etti.
Şaman’ın seminer notları;
Kemalizm ve Çıkmazları
Konuya başlarken öncelikle “Kemalizm” denildiğinde ne anlaşılması gerektiği üzerinde durmak istiyorum. Bu kavrama farklı kesimler tarafından farklı tanımlar getirilmiş olmakla birlikte hemen hemen herkes tarafından kabul edilecek bir tanım da yapılabilir: Kemalizm, Mustafa Kemal’in düşünce ve davranışlarına dayandırılan laik, batıcı, pragmatist(yararcı) ve pozitivist anlayışa denir, diyebiliriz. Mustafa Kemal’in kurtuluş mücadelesi ve cumhuriyeti kurma sürecinde bazı dini önderleri önemsemesi, mektuplar göndermesi veya onları meclise çağırması, zaman zaman Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamberimizi övmüş olması, onu laik, batıcı, pragmatist ve pozitivist olmaktan çıkarmaz. Kemalizm, aslında tamamen laikliğe, ulusalcılığa ve pozitivizme dayanan bir anlayıştır. Mustafa Kemal’in laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken Diyaneti de kurması onun az da olsa dindar olmasıyla ilgili değil, onun milletten/milletlerden inancını zorla alamayacağını bilmesindendir. Varlığı görmezden gelinerek veya inkar edilerek, kendisi ve kuracağı devleti için tehlike oluşturan İslam’ı, törpüleyerek terbiye etmek hatta devletin hizmetine sunmak daha mantıklıca olacaktır.
Aslında M. Kemal’in gerçek düşüncesini / ideolojisini bilmek için, geçmişine yani henüz orduda/devleti oluşturmada, önemli bir konuma gelmeden önceki düşünce yapısına da bakmak gerekir. Bunun için de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fikirsel yapısına bakmak gerekir; çünkü M. Kemal de bu cemiyete üyeydi ve aynı fikirleri taşıyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti, başlangıçta gizli sonradan açıkça faaliyet göstermiş bir yapıydı. İttihatçılar istibdadın bitmesini, meşrutiyetin ilan edilmesini istiyorlardı. İttihatçılar, tamamen milli/ulusalcı yapıya sahip bir devlet özlemi içindeydiler. Emellerini gerçekleştirmek için de baskın yapma, adam öldürme gibi hukuk dışı eylemlerde bulunmaktan çekinmemişlerdir. Buradan yola çıkarak M. Kemal’in ulusalcı/ırka dayalı bir devlet kurma düşüncesini eskiden beri taşıdığını söyleyebiliriz. Zaten uygulamaları da bunu teyit etmektedir.
Atatürk / Kemalizm ve Din
Atatürk’ün dini yönüyle ilgili farklı fikirler mevcuttur. Kimine göre iyi bir dindardı, kimine göre iyi bir din reformistiydi, kimine göre ise o, dini reddeden biriydi. Bu görüşlerden hangisinin daha doğru olduğunu anlamak için onun uygulamalarına bakmak, bizi daha sağlıklı bir sonuca götürecektir. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde M. Kemal, kendini adeta bir dindar olarak lanse etmektedir; çünkü halkın dini duyarlılığını ve dini önderlerin halkın üzerindeki etkisini bilmekteydi. Halkın desteğini almadan savaş veremeyeceğini ve devleti kuramayacağını da bilmekteydi. Bunun için Mustafa Kemal, yeri geldi mi bazı dini argümanları kullanmıştır. Şimdi bu bahsettiğim duruma örnek oluşturan bazı tutum, davranış ve uygulamalarından bahsetmek istiyorum:
M. Kemal, mecliste yaptığı bir konuşmasında baştan sona İslam tarihinden, özellikle dört halife dönemine ilişkin olaylardan örnekler vererek bahsetmiştir. Bu konuşmasında Türklerin soyunu Hz. Nuh’un oğlu Yasef’e dayandırmıştır. Ayrıca peygamberimiz(s.a.v) için “ Son peygamber” ve “Mekke’de dünyaya gelmiş bir vücud-u mübarek” ifadelerini kullanmıştır. Konuşmasının devamında “Ey arkadaşlar Allah birdir ve büyüktür” demiştir. Yaptığı bu konuşma tamamen bir cami vaazını andırmaktadır. Atatürk’ün İslam’ı, Peygamberimizi, Kur’an’ı öven sözlerine milli mücadele ve devleti kurma sürecinde hep rastlamaktayız. Ne zamana kadar? Türkiye Cumhuriyetini kurup, biraz sağlamlaştırana kadar. Ondan sonra değil İslam’la ilgili övücü bir söz söylemek, devlet bünyesinde bulunan dini nitelikli ne kadar unsur varsa bunları peyder pey ortadan kaldırmıştır. Bu durum Atatürk’ün, özellikle ilk zamanlarda dinle ilgili söylediklerinin samimiyet derecesini ortaya koymaktadır. Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurma sürecinde, dini noktada da, pragmatist (yararcı) bir tutum sergilediğini belirtmek gerekir. M.Kemal, Balıkesir Camii’nde verdiği Cuma hutbesinde şunları söylemiştir: “Sevgili milletdaşlarım, hepiniz bilirsiniz ve kabul buyurursunuz ki Allah birdir ve şanı büyüktür. Bunun için Cenab-ı Hakk’ın selamı, afiyeti ve hayrı üzerinize olsun, Peygamber Efendimiz Hazretleri Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakkı tebliğe memur olmuştur... Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır... İbadet, din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek için yapılmıştır.” M. Kemal’in yaşamında yer yer dinle ilgili bu şekilde konuştuğu birçok yerde geçmektedir; ancak din onun pratiğinde / kurduğu devletin yapısında da kendini bu şekilde göstermiş midir?
M. Kemal’in Osmanlı devletine dönük yaptığı önemli işlerden biri saltanatı kaldırmak olmuştur.(1922) Ki saltanatın İslamilikle hiçbir ilgisi yoktur. Buna neden olan olay kurtuluş savaşından sonra hem Ankara hem İstanbul hükümetinin öngörülen barış konferansına çağrılması olmuştur. Daha sonra ise Hilafet kaldırılmıştır. Ancak Hilafetin kaldırılması, saltanatın kaldırılması gibi geçiştirilememiştir. Hem kimi arkadaşları hem de ciddi bir halk desteğine dayanan Şeyh Said kıyamına neden olmuştur. Çünkü hilafetin kaldırılması demek Türkiye Cumhuriyeti’nin artık tamamen din dışı(laik) bir devlet olması demekti. İslam dünyasında artık Müslümanların temsilcisi olmaması demekti. Oysa halkın bu yönde bir talebi olmamakla birlikte, halk buna karşıydı. Halkın İslam’dan yana ciddi bir talebi vardı. Halka rağmen halk adına hilafet kaldırılmıştır. M. Kemal hilafeti kaldırarak gerçekleştirmek istediği devrimlerin/kurmak istediği devlet yapısının önünü açmıştır. Çünkü hilafet kaldırılmadan devletin dinden arındırılması mümkün olmayacaktı.
Hilafetin kaldırılması ile devletin laikleştirilmesi noktasında en önemli adım atılmıştır. Bunun yanında yapılacak devrimlerin önü açılmış, batılılaşma sürecinde sorun oluşturabilecek bir makam ortadan kaldırılmış, ümmetçi devlet anlayışından ulusçu devlet anlayışına geçilmiştir. Mecliste muhalefetin etkisi azalmıştır aynı zamanda. Hilafetin kaldırılmasından sonra bir toplantıda Şeyh Said : “Bizler ve Türkleri bağlayan sadece din kalmıştı, Türk Hükümeti dini de kaldırdı ve artık bizi birbirimize bağlayan hiçbir şey kalmadı.” demiştir.
Şeyh Said bu durum karşısında kıyamı farz bilmiş ve kıyam etmiştir. Bu kıyam ciddi bir halk desteğini arkasına alan ve devleti ciddi şekilde zor durumda bırakan bir kıyamdır. Bu kıyam, halkın niteliklerini benimsemediği bir devlet yapısına karşı gerçekleşen bir kıyamdır. Osmanlı yıkılıp yerine Cumhuriyet kurulunca devletin İslam ve Kürt karşıtlığı kendini çok bariz bir şekilde göstermiştir. Rejim laiklik ilkesiyle İslam karşıtlığını, milliyetçilik ilkesiyle Kürt karşıtlığını ortaya koymuştur. Hem Müslüman hem de Kürt olanların başında Cumhuriyet kurulduğundan beri iki sopa var olagelmiştir.
İş sadece hilafetin kaldırılmasıyla bitmemiştir. Osmanlı’dan kalan İslam’la ilgili her ne varsa, bunların tümü devlet bünyesinden peyder pey devrimler adı altında ortadan kaldırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bünyesinde dinle ilgili, Diyanet hariç, hiçbir unsur bırakılmamıştır. Diyanet de zaten gerçek anlamda İslam’ı temsil eden ve anlatan bir kurum değildir. Diyanet, İslam’ı kontrol altında tutmak, devlet için zararlı olabilecek yönlerini makaslamak ve halkı din konusunda uyutmak için kurulmuş bir kurumdur. Hatta Diyanet, devlete vergisini veren, devletin hoşuna gitmeyen hiçbir davranışta bulunmayan, otoriteye itaat eden ve dinin asıl ve önemli unsurlarını hayatın dışına itmiş bir vatandaş yetiştirmeyi hedef haline getirmiş bir kurumdur. Bugün okullarda okutulan din dersi kitapları bizim sağlıklı bir İslami anlayışa sahip olmamızı ne derece sağlayabilir ki.
M.Kemal’i dinle ilgili değerlendirirken onun dinle ilgili birkaç övücü sözüne bakmak veya birkaç olumsuz sözüne bakmak bence sağlıklı bir sonuç elde etmemizi sağlayamaz. Asıl olarak onun tüm yaşamını bir bütüncül olarak değerlendirmek ve onun kurduğu devletin tüm niteliklerini göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yapmak daha gerçekçi olacak ve bizi daha sağlıklı bir sonuca götürecektir. M. Kemal’in kurduğu Türkiye Cumhuriyeti tüm özellikleri ile İslam’a aykırı hatta zıt özelliklere sahiptir. İslam bize ümmet mefhumunu sunarken, Kemalizm bize ırkı baz alan ulusalcılığı sunar. İslam bize dinin yaşamın tüm yönlerinde uygulanması gerektiğini belirtirken, Kemalizm bize laikliği (dindışılığı) sunar veya dini sadece vicdanlarımıza hapsetmemizi ister. İslam, lehimizde de aleyhimizde de olsa bize ilkeli olmayı sunarken, Kemalizm bize pragmatizmi (yararcılığı) sunar. Kuran bize akıldan bahseder ve “akletmiyor musunuz?” diye sorarak bizi aklımızı kullanmaya teşvik eder, Mustafa Kemal de akıl ve bilimden bahseder; ancak İslam’ın bahsettiği akıl ile Mustafa Kemal’in bahsettiği akıl birbirine zıt anlamlar içermektedir. İslam’ın bahsettiği akıl görünenlerden yola çıkarak görünmeyeni keşfetme, görebilme, anlayabilme ve iman etmedir. M. Kemal’in bahsettiği akıl ise madde olarak görünmeyenlerin tümünü reddetmeye dayanan pozitivist bir anlayıştır. Görüldüğü gibi gerek M. Kemal’in dini yönüyle ilgili gerekse onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin dini yönü ile ilgili söyleyecek bir söz kalmıyor.
M. Kemal’in, Kemalizm’in özünü açıklayan bir sözü burada aktarmak istiyorum: “Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.”
Cumhuriyet halk desteğiyle mi kuruldu?
Bunu anlamak için Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na, İstiklal Mahkemeleri’ne, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasına bakmak bile insana yeterli bir fikir verir...
Hıyanet-i Vataniye Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri
Şeyh Said gibi binlerce insan, bu kanuna binaen İstiklal mahkemelerinde yargılanarak idam edilmiştir. Bu kanunla, kurulan devletin nitelikleri noktasında itirazları ve talepleri olan insanlar susturulmaya çalışılmıştır. Bu kanunla devlet kendini halka dayatmış ve benimsetmeye çalışmıştır. Farklı fikirlerin beyanı noktasında müsamaha göstermemiştir. Bu kanunda her ne kadar vatana ihanet suçu işleyenlerin idam edileceği belirtilmişse de gerçekte vatana ihanetle ilgisi olmayan insanlar da idam cezasıyla cezalandırılmıştır. Yani rejim bu kanunu gerekçe göstererek hoşlanmadıklarını idama mahkum etmiştir. Kurulan devletin ideolojisine itirazları olanlar bu kanunla susturulmaya ve bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Yine aynı zihniyeti Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasında da görmekteyiz. Bu partinin kuruluş bildirisinde : “Partimiz halkın dini duygularına saygılıdır.” ifadesi yer almaktadır. Bununla birlikte bu parti, Şeyh Said kıyamında rol aldığı gerekçesiyle kapatılmıştır. Yani rejim yine, sözde demokratik bir ortamda olsa bile, kendine muhalif bir sesi susturma yolunu seçmiştir. Şaibeli İzmir suikastıyla istenilmeyen bir çok insan idama mahkum edilmiştir. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi Mustafa Kemal’in arkadaşları bile idamdan zor kurtulmuştur.
Cumhuriyetin bu tutumu sadece o zamanlar olmadı. Kuruluşundan beri hep devam etti. On yılda bir darbe yapılarak farklı fikirlerde olanlar susturulmaya, sindirilmeye, cezalandırılmaya ve yok edilmeye çalışıldı. Bunca itiraza rağmen kurulan ve kendini zorla benimsetmeye çalışan cumhuriyet için, “Halkın desteğiyle kuruldu.” diyebilmek ne kadar mümkün?
Haber: Murat Yeşildağ