Sinan Ceran tarafından eylemde okunan basın açıklaması metni şöyle:
SURİYE'DE KUDÜS'TE DİRENİŞ HER YERDE
Trump'ın Kudüs'te Siyonist işgali tanıma mahiyeti taşıyan ABD Elçiliğinin taşınması kararına tepkiler sürüyor. İşgal olgusunu fiilen söküp atabilecek bir güce sahip olamayışımız göz önünde bulundurulduğunda, Müslüman halklar olarak zulme karşı öfkemizi sokak aracılığıyla da olsa yansıtmamızın gerekliliği tartışılmaz.
Bu tür tepkilerin işgali sonlandırmaya yetmeyeceği biliniyor elbette ama fiili bir karşı koymanın mümkün olmadığı bir vasatta en azından İslam Ümmetine yönelen bu saldırganlığa karşı sesimiz çıktığı kadar itirazımızı haykırmamız, işgalcileri, destekçilerini ve işbirlikçilerini lanetlememiz bir sorumluluk. Zaten işgalin daha derinleşmesinin önüne geçmenin ve bugünden yarınlara bir direniş iradesi, bir mücadele bilinci inşa etmenin başka yolu da yok!
Siyonist Trump'ın ahlaksız, aynı zamanda uluslararası hukuka da aykırılığı açık girişimine karşı ortaya konan itirazların, tepkilerin değerli ve gerekli olduğunun altını çizdikten sonra bu zeminde dikkat edilmesi gerektiğini düşündüğümüz bazı hususları hatırlatalım.
Nehirden Denize Filistin
Öncelikle Filistin'in bütünlüğünün gözden kaçırılmaması gerektiğini vurgulayalım. Kudüs'ün işgalini onaylamaya yönelik ABD'nin girişiminin kabul edilemezliği açıktır ama sorun sadece Kudüs'le sınırlı değildir. Kuşatma altındaki Gazze ve Batı Şeria'nın bir kısmı hariç olmak üzere Filistin toprakları tümüyle işgal altındadır. 1967'den itibaren Siyonist çetenin eline geçen Kudüs'ün bir sembol oluşu nedeniyle elbette dikkatlerin toplandığı bir yer olması doğaldır ama bu Filistin'in bir bütün olarak işgal altında olduğu gerçeğini perdelememelidir.
Tam bu noktada kimi çevrelerin muhtemelen bir uzlaşma zemininin oluşturulması kaygısıyla öne çıkarttıkları Kudüs'ün 3 semavi dinin mensupları için de önemli olduğu söylemine de dikkat etmek gerekir. Buradan Kudüs'ün herkese ait olması ve birlikte yönetilmesi gerektiği iddia ediliyorsa bu tez tarihsel açıdan tutarlı değildir. Kudüs Müslümanlarındır ve zorla işgal edilmiştir. Elan işgali sonlandıracak bir gücümüzün olmayışı işgali kabullenmemizi ve pazarlığa oturmamızı gerektirmez.
Kimlerle, nerede biraraya geleceğiz?
Şöyle söyleniliyor: İslam dünyası parçalandığı için bu durumdayız, kurtulmak istiyorsak herkes birbiriyle kucaklaşsın!
Ümmet coğrafyasının ve daha genelde bir bütün olarak Ümmetin paramparça bir görüntü arzettiği ve bu durumun pek çok konuda bizi zaafa, acziyete, çaresizliğe düşürdüğü inkar edilemez bir gerçektir. Mamafih buna karşı ilkesiz ve gerçekleşmesi imkansız bir beraberliği önermenin de anlamsızlığı görülmelidir.
Eğer iddia Müslüman halklar üzerinde tasallutu bulunan güçlerin İsrail'e hizmet ettiği, emperyalizmi güçlendirdiği manasında ise bu tez doğrudur ama bu güçlerin temsil ettiği statükoyu aynen koruyup, buradan emperyalizme ve siyonizme karşı bir tavır üretmeye çalışmak beyhudedir.
Kimle birlik olunacak? Kimle bütünleşeceğiz ve nerede bütünleşeceğiz? Suud kralıyla mı? Sisi'yle mi? Hasina'yla mı? Esed'le ya da İbadi'yle mi? Bunların hepsi İslami harekete savaş açmış işbirlikçi zalimler değil mi?
Suud gibi, Sisi gibi bazıları bunu hiç utanmadan, açıkça yapıyorlar. Bazılarıysa kamuflaj kullanıyorlar, İran gibi, Irak veya Suriye gibi! Direniş ekseni oluşturmuşlarmış! On yıllardır İsrail'i sözleriyle vuruyorlar, her gün yeryüzünden siliyorlar ama kurşunları, bombaları, füzeleri hiç siyonistlere, emperyalistlere ulaşmıyor, hep mazlumları vuruyor!
Kudüs gündemiyle birlikte İran ve uzantıları hemen atağa geçtiler, fırsatı ganimet bilip Müslümanlar nezdinde çirkinleşen yüzlerini makyajlamaya çalışıyorlar. Aptalca bir uğraş! Suriye, Irak ve Lübnan iç karışıklıklarla meşgul edilmeseymiş İsrail'e çok ağır bir hasar verdirebilirlermiş!
Hepsi yalan! Suriye halkının tepesine yağdırdığınız bombaların çeyreğini Siyonistlere atsaydınız, Ortadoğu'da tablo çok farklı gelişebilirdi. Ama yapmadınız, yapamazsınız! Kudüs ve Filistin sizin için sadece bir iktidar aracı!
Bu yüzden İsrail şu anda bile Golan'da, Şam'da sizi vurabiliyor ama siz sokakta Esed aleyhine slogan atanların üzerine kurşun yağdırırken, füze yollarken, İsrail'e sadece hamasi sloganlarla, içi boş tehdit mesajlarıyla karşılık veriyorsunuz. Zaten Rus işgalcilerle birlikte Halep'i işgal edenlerin, Kudüs'te ABD-İsrail işgalinden ötürü İslam dünyasına izzet, haysiyet çağrıları yapmaları açık bir ikiyüzlülük değil midir?
Ümmeti aldatmaya çalışanların maskelerini indirmeliyiz!
Bu konuyla ilgili olarak belli çevrelerce müthiş bir propaganda kampanyası sürdürüldüğü ve Ümmet adeta bir yalan denizinde boğulmaya çalışıldığı için bu ikiyüzlülüğü teşhir etmekten asla vazgeçmeyeceğiz! Zulmün, vahşetin, tuğyanın meşrulaştırılmasına hiçbir şekilde izin vermeyeceğiz! Ve Esed gibi bir canavarı hala savunmaktan utanmayan zalimlerle ne Kudüs, ne de bir başka konuda asla yan yana durmayacağız!
Mesele İsrail'e karşı kimin ne söylediği değildir; hak, adalet ölçüleri açısından ne yaptığı, nerede durduğudur! Aksi halde Cemal Abdunnasır gibi Seyyid Kutub'un katilini de, Saddam gibi bir diktatörü de sahiplenmemiz, meşru görmemiz gerekirdi! Unutmayalım ki, Abdunnasır İsrail ile fiilen savaşmış, Saddam ise Filistin'e destek hususunda gayet cömert davranmıştır. Ama bu onların İslami harekete düşmanlıkta sınır tanımayan birer zalim oldukları gerçeğini değiştirmez. Müslümanların hak ve adalet ölçüleriyle hareket etmeleri elzemdir.
Dava bilinci mi, milliyetçi böbürlenme mi?
Türkiye'de uzun zamandır varlığını sürdüren "biz olmazsak mazlumlar sahipsiz kalacak" yaklaşımı, söylemi son gündem ile birlikte biraz daha yoğunlaşmış gibidir. Öyle ki çok farklı kesimler "Türkiye devletiyle, halkıyla Kudüs davasını tek başına sahiplenmiş ve bütün yükü üstlenmiştir!" değerlendirmesinde mutabık görünmektedirler.
Bu söylem Türkiye'nin ve mevcut iktidarın icraatına büyük anlam ve önem atfederken, genel manada İslam dünyasındaki kuruluşları, devletleri pasiflikle, pısırıklıkla, acziyet ve hatta ihanetle suçlamakta. Temelde serdedilen eleştiriler haklı olmakla birlikte, Türkiye'ye biçilen misyon ve rolün abartılı olduğu da açıktır!
İlginçtir, bu ve benzeri sorunlara ilişkin olarak herkes başkalarını adım atmamakla, bir şey yapmamakla suçluyor. Örneğin Türkiye'de 'Arap devletleri' kalıbı üzerinden eleştiriler yoğunlaşıyor. Tamam, bahsedilen devletlerin ya da devletçiklerin çoğu işbirlikçiliği meslek edinmiş, acziyet ve hatta ihanet içinde yapılar, buna şüphe yok! Ama ya Türkiye ne yapıyor? Fiili anlamda hangi adımları atıyor? İsrail ve ABD'ye karşı hangi somut tavrı alıyor? Bunların da sorgulanması gerekmiyor mu?
Tam bu noktada önceki yıl Mavi Marmara davasının kapatılması konusuyla gündeme gelen İsrail anlaşması mevzusunu hatırlamakta fayda var. Siyonist çeteyle anlaşmayı savunma adına neler söylendiğini hatırlıyoruz değil mi? Bu anlaşmayla birlikte Gazze'nin yaralarına merhem olunacaktı, İsrail ile yeniden kurulan ilişkiler sayesinde Filistin sorununun çözülmesi için Türkiye büyük rol üstlenecekti değil mi? Hatta bu yüzden anlaşmaya karşı çıkan İHH bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sert bir şekilde suçlanmış, Siyonistlerle anlaşmaya karşı çıkan Müslümanlar medyadaki amigolarca manyak, fanatik ithamlarına maruz kalmışlardı.
Peki, sonuç ne oldu? Gazze'nin acılarını dindirdiniz mi? İsrail ile kurduğunuz ilişkiler sayesinde Ortadoğu'daki gelişmeler hususunda söz sahibi oldunuz mu?
Türkiye'nin İslam dünyasında her şeye rağmen Filistin davasıyla ilgili olarak en samimi tavra sahip devlet olduğunu, Filistin halkına sahip çıkma hususunda yoğun çaba sarfettiğini inkar etmiyor, görmezden gelmiyoruz elbette. Ne var ki, her şeyi yaptığını, en doğrusunu yaptığını, yapılabilecek başka bir şey de olmadığını iddia etmenin abartılı ve haksız olduğunu söylüyoruz.
Hiç kuşkusuz başkalarına gelince ilkelerden, ölçülerden, kardeşlikten söz edip aleme nizamat verip, kendisine geldiğinde reel politik koşullar, konjonktür, dünyanın gerçekleri vb. kriterleri öne çıkartıp bir şey yapmamayı ya da rahatsızlık duyulan kimi icraatları meşru görmek, haklı çıkarmak adil bir tutum değildir.
Kadir-i Mutlak olan sadece Rabbimizdir!
Müslümanlar her durumda ilkeli olmak, çelişik ve zaaflı tutumlardan kaçınmak zorundadırlar. Ve yine mücadele ufkunu geniş tutmak, olumsuz birtakım gelişmelerle, sıkıntılarla, zorluklarla karşılaştıklarında yeise düşmemek durumundadırlar. Eğer gerçekten de şu veya bu ülkenin, ordunun, süper devletin değil; Rabbul Alemin'in Kadir-i Mutlak olduğuna ve ondan başka da güç ve kudret sahibi bulunmadığına iman ediyorsak perspektifimiz, tutumumuz, kaygı ve özlemlerimiz bu inancımızı yansıtmalıdır.
Evet bugün Kudüs bir yönüyle İslam Ümmetinin içinde bulunduğu aciz ve çaresiz durumun bir aynasıdır ama aynı zamanda bir diğer cihetten direnişin de sembolüdür. Ve tüm zorluklara, imkansızlıklara ve ihanetlere rağmen sadece Rablerine güvenen ve ona tevekkül eden Müminlerin kararlılıklarının yansıdığı bir direniş odağıdır. Siyonist-emperyalist saldırganlık karşısında teslim olmayan bir iradenin göstergesidir. Bizler de bu iradenin bir parçası olarak davranmaya ve Kudüs için ve tüm beldelerimiz için mücadele etmeye mecburuz! Bunun için perspektifimizi, söylemimizi ve saflarımızı netleştirmeliyiz.