"Şiddet Sarmalında Kürt Sorunu ve Çözüm Arayışları" başlıklı konuya Kürt sorunu denen olgunun tarihsel kökenlerine kısaca değinerek giren Murat Koç'un sunumunun özeti şu şekildedir:
"Kürt sorunu derken biz ilk başta İslami bir kimlikle bir İslamcı gibi İslami dünya görüşünün ilke ve esaslarını merkeze koyarak konuya bakıyoruz bakacağız yoksa Kürt sorunu diye galatı meşhur olan ifadenin birçok açıdan değerlendirmesi yapılabilir. Kimilerine göre bir asır kimilerine göre daha uzun bir zamandır devam eden bu mesele etrafında konuşurken 90 yıllık Cumhuriyet ideolojisi ya da resmi ideoloji sürecinde diğer kimlikler gibi Kürt kimliği de yok sayılan kimliklerden bir tanesiydi. Cumhuriyeti kuran kurucu irade memleketteki tüm etnik ve dini unsurları "türk kimliği" altında eritmeye çalıştı. Bugün itibariyle yüzde 25-30 civarında bu ideolojik yaklaşım oy almaktadır ve her dört kişiden biri laik seküler Batıcı yaşam tarzını benimsiyor veya istiyor talep ediyor demektir.
2002 yılından itibaren Kemalizme rağmen 28 Şubat darbesinin tüm baskıcı politikalarına rağmen hükümet olan AK Parti siyaset kurumunu güçlendirmeye çalıştı ve 2005 yılında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır'da yaptığı konuşmasıyla başlattığı süreç bölgede nispeten olumlu gelişmelere yol açtı hayat normalleşme sürecine girdi. Bu süreçte tarafların beklentileri neydi ne yapmak istiyorlardı onu iyi anlamak gerekir.
Devlet çözüm süreci vasıtasıyla bu yakıcı sorunu halletmek hayatı normalleştirmek ve tabi ki PKK`yi silahsızlandırarak siyaset alanına dahil etmeyi amaçlıyordu. PKK açısından ise bu süreç bir zaman kazanma süreci ve bölgeye daha çok yerleşmenin bir aracı olarak görüldü. Dolayısıyla bu tutum zaman zaman aşırılıklara yol açtıysa da tam bir güven ortamı oluşmadı gerginlik her zaman ve her dönemde kimi zaman düşük yoğunluklu da olsa devam etti.
Özellikle Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci ya da halk arasında bilinen ismiyle Çözüm Süreci boyunca 2013'ten itibaren "çözüm sürecinin zarar görmemesi" maksadıyla devlet bölgede daha önceden alışılagelmiş bir durum olan operasyonları durdurmuş ve fiili olarak bölgeyi PKK`nin inisiyatifine bırakmıştır. Daha önceden yerel yönetimlerde bariz bir başarı elde etmiş olan ve 100'ü aşkın belediyeye sahip olan HDP sahip olduğu bu avantajı sürekli daha da tahkim olmuş bir şekle büründürmesi kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Ayrıca günümüzün hendek ve barikatlarının mimarı olan YDG-H yapılanmasının startı da yine çözüm sürecinin başladığı 2013 yılında bizzat A. Öcalan tarafından verilmişti.
Bu fiili durumdan güç alan PKK hareketi kabiliyetini daha da hızlandırmış KCK örgütlenmesini makro alandan mikro alanlara kadar yaygınlaştırmış, halk mahkemeleri kurmuş, lojistik alt yapısını güçlendirmiş, vergi toplamış ve fiili olarak bölgedeki tek güç olmuştur.
Yerel yönetimleri kontrolüne alan KCK bölgede haraç, tehdit, rüşvet ve adam kaçırmalarıyla hâkimiyet alanını genişletmiştir. Uygulamalarıyla dayatmacı, despotik ve benmerkezci bir tavır sergilemiştir. Güçlü olduğu bölgelerde kendi siyasal görüşünü paylaşmayan her kesimi tehdit ve baskılarıyla sindirmeye çalışmıştır. Bölgeyi muhalif unsurlardan temizleme yoluna gitmiş ve bölgede tek siyasal güç olmaya çalışmıştır. PKK/HDP; demokrasi, özgürlük ve eşitlik taleplerini sadece benmerkezci olacak şekilde kabul etmektedir.
Hükümetle örgüt arasında yürütülen sürecin nihai hedefi silahların bırakılması ve kalıcı bir barışın sağlanması idi. Öcalan'ın çağrılarına ve kamuoyunun baskısına rağmen bunun gerçekleşmemesi, süreçle birlikte PKK'nin bölgedeki hâkimiyetini artırma çabası, bu sürecin umulan neticeyi ortaya çıkarmadığını gösterdi. PKK süreçle birlikte yeni bir strateji geliştirdi. 6-8 Ekim olayları çözüm süreci içerisinde gerçekleşti ve burada asker-polis değil genellikle İslami kesimler zarar gördü elliden fazla müslüman katledildi.
PKK'nin kendisi dışındaki yapılanmalara dönük baskı siyaseti ve Kandil yöneticilerinin özellikle son dönemde sürecin bittiğine dair beyanları, halkı silahlanmaya ve kendi öz savunmalarını kurmaya davet etmesi, hükümet açısından sürecin kamu güvenliğini tehlikeye atan bir noktaya evrildiği kanaatini oluşturdu.KCK en başta Suriye dolayında elde ettiği kazanımları (Rojava siyaseti ile Kobani efsanesini kullanarak) ve bu zeminde kurduğu bölgesel-küresel ittifakları merkeze alarak Ortadoğu'da eli zayıflatılmış AK Parti hükümetiyle bu süreci tamamlamanın kendi kazanımlarına ters olduğuna inandı. Geliştirdiği tavır konjonktürel ve geçici değildi ve tamamen Ortadoğu'daki yeni gelişmelerle beraber ortaya çıkan ittifaklar ekseninde şekillenen yapısal bir karaktere sahipti.
PKK sorununu ayrı düşünmek ve çözüm aramak gerekmektedir. Fakat siz PKK ile Kürt sorunu dışında ülkenin diğer tüm sorunlarını konuşursanız sadece onları muhatab alırsanız onlar da durumdan vazife çıkartabilirler zaten kendi ideolojik tutumları ve örgütçü yapıları ileri düzeyde olduğundan toplumu istedikleri yöne doğru manipüle edebilirler. Şu elimdeki suyun kola olduğuna buradaki bütün insanları inandırabilecek derecede enformatik bir gücü vardır.
Sonuçta meseleyi dört ayrı boyutta değerlendirerek bir sonuca varmamız mümkündür: 1. AK Parti ve devlet açısından süreç ne ifade ediyordu? 2. PKK sürece nasıl baktı? 3. Kürt halkı süreçten ne bekliyordu? Ve son olarak: 4. Müslümanlar süreçten ne umdular? Bu sohbetimizde bu hususlara değinmeye çalıştık. İnşallah hayırlara vesile olur."
Sohbet sorularla devam eti. Bu kısımda da yine sorulan soruları cevaplayan Murat Koç çıkışta Ekin Yayınları'ndan kasım ayında çıkan kitabı Çözüm Süreci Nereden Nereye isimli kitabını imzaladı.