Tunus ile başlayan ve sonrasında Mısır'a yansıyan gelişmelerin İslam dünyasında bir değişime mi yoksa büyük bir komplonun bir etkisi mi olduğu konusu enine boyuna değerlendirildi.
Bahadır Kurbanoğlu "irade" kavramından hareket ederek yaşanan tüm gelişmelerin tek taraflı olarak görülemeyeceğini Tunus ve Mısır halklarında ortaya çıkan direniş ateşinin tarihsel köklerinin olduğunu vurguladı.
Yaşanan gelişmelerin uluslararası bir komplo olduğunu iddia eden görüşün halkların iradesini hiçe saydıklarını belirten Kurbanoğlu bunun böyle olamayacağını bilhassa Gazze direnişinden sonra Ortadoğu halklarında ve Tunus Mısır Cezayir gibi ülkelerde duyarlılığı bilince dönüştürecek gelişmelerin yaşandığını söyledi. Çeyrek yüzyılı aşkın süredir diktatörlükle idare edilen halkları tamamen baskı altında tutulmuş Tunus ve Mısır'da yaşanan intifadaların bilinçli planlı programlı direnişler olduğunun altı çizildiği seminerde 19.yy ikinci yarısı ile Afgani ve Abduh'un başını çektiği "öze dönüş" hareketlerinin tüm İslam dünyasını etkilediği ve bugün itibariyle nerede bir direniş ve zulme karşı başkaldırı varsa bunların izleri olduğu vurgulandı.
Bahadır Kurbanoğlu'nun değindiği vurgular aşağıdan izlenebilir.
1-Değişimin ivme kazanması, görünürleşmesi
İslam dünyasındaki değişim Tunus ve Mısırdaki halk hareketleri ile hızlanmıştır. Bu halk hareketleri gelişigüzel olmadığı gibi, belli merkezden tümü ile kontrol edilen basit hareketlerde değildir. Olaylar belirli bir tarihsel gelişimin içerisinde gelişir.
Mısır'daki harekette; 6 Nisan hareketi, Kifaye hareketi ve İhvan'ın uzun süreli iletişim içerisinde olduklarını görülmektedir.
2004 yılından beri bir çok kitle hareketleri oluyordu hatta 2011 seçimleri için Mübarek diktasına karşı eylem planları da mevcuttu. Ama bu hareketler hem çok büyük kitlesel boyutta değillerdi, hem de dünya kamuoyu bunları görmezden geliyordu. Tunus'taki olaylar bu hareketi, hızlandırdı, öne aldı, dünya tarafından daha dikkat çekici hale getirdi ve daha çok kitleselleştirdi.
Tunus'ta Buazzi'nin kendini yakması ile ateşlenen olaylarda belli bir arka plan ve tarihsel altyapı vardır. Ayrıca olayın olduğu bölgenin Cezayir ile tarihsel ve toplumsal bütünlüğü vardır.
2- Batı okuyuşu ve yönlendirme çabaları
2004 yılından beri ABD'nin bölge ile ilgili planlarının olduğu ve ayrıca internet üzerinden gelişen bir yönlendirmenin olduğu muhakkaktır. Irak ve Afganistan işgallerinin doğrudan askeri müdahalelerin sonuç getirmediğini ortaya çıkardığı vasatta emperyalist güçlerin buradan dersler çıkartmaları ve stratejilerini buna göre dizayn etmeleri kadar doğal bir şey olamaz.
Elbette ki ABD yeni stratejiler arayacaktır ama bu halk ayaklanmalarının ve direnişlerin ABD güdümünde olduğu anlamına gelmez. ABD'nin sürece ilişkin planları çoğu zaman istemediği doğrultularda gerçekleşmektedir. Örneğin uzun yıllar Mübarek'in danışmanlığını yapan Frank Vissel intifadanın başlamasından sonra ABD tarafından Mısır intifadası için rapor hazırlar "Mübarek Süreci iyi yönetir, Onunla müzakere devam etmeli" raporu sunar. Bu klasik ve yanlış okuyuş ABD politikalarını kilitler.
Brezinski döneminden beri vurgulanan "Yeşil Kuşak" teorisi İslami hareketlerin çıkış ve kitleselleşme gerçeğine uzaktır. Zira daha soğuk savaş öncesinden başlayan ve örgütlenen bir İslami uyanış ve direniş çabaları vardır. ABD planlı Think Than kuruluşlarının planlarına göre şekillenmiş ve emperyalizmi "Kadiri Mutlak" olarak gören tarih okuması, problemli bir okumadır. Zira her yıl birçok yerde birçok Think Thank okumaları yapılıyor ve gelişen herhangi bir olay bunlardan herhangi birine uyabilir.
Sosyalist düşünür Baykal Sezer'in de vurguladığı bir gerçek var. II. Dünya savaşı ardından ABD 3. dünya ülkeleri için, geleneksel yapıyı ve feodaliteyi çözecek, seküler modernleşmeci hareketler öngörmüştü. Hatta bu öngörü doğrultusunda Sosyalist hareketleri bile kullandı. Gerçekler "Yeşil Kuşak" teorisinin aslında ters istikametinde olduğuna işaret ediyor. Benzer süreci bugün Kürdistan coğrafyasında gözleyebiliriz.
3- Batının kendi iç çelişkileri
Günümüzde gözlemlediğimiz bazı hususlar da var ki; Batı'da "Liberalizm" güçlenirken İslam dünyasında ise İslami hareketler güçleniyor. 1980'den itibaren neo-liberal politikalar uygulanmaya başlandı. Devlet kuruluşları zarar ediliyor bahanesi ile satılırken, aslında en karlı olan kuruluşlar elden çıkarılmakta. Halka satıyoruz söylemi de gerçek değil bu kuruluşlar gerçekte belli kapitalist tekellerin eline geçiyor. Bunu İslam dünyasına yansıtmaları için bir dönem destekledikleri diktatörlerden kurtulmak istiyorlar, ama değişimde hiç istemedikleri İslami hareketler var.
Gerçekte derinde ve daha güçlü bir mücadele İslami hareketlerle Liberal hareketler arasında. Bunu Türkiye'de de yansımaları var.
Ayrıca Liberal-Demokrat kavramı yanlış kullanılıyor. Kendi paradigması içerisinde bile Liberalizm ile Demokratların uyuşmazlığı var. Demokratlar olayı daha çok özgürlükler içerisinde okurken Liberaller daha ekonomik kültürel ve sosyal değişim açısından okuyorlar. Her iki akımında bize olan uygunluk ya da uygunsuzluğunu ayrı düşünerek, farkı görmemiz ve ona göre önlem almamız gerek.
Bir örnek İsrail üç haftadan uzun süre savaşamıyor, gerek Lübnan savaşı gerek Gazze saldırıları bunu gösterdi. ABD müdahalelerin ardından batağa saplanıyor. Bunlar, Emperyalizmin ve saldırgan uçlarının Kadiri Mutlak olmadığının açık göstergesidir
4- İslam dünyasının tepkileri ve İslami hareketlerin değişimi okuması
İslam dünyasının fikri arka planı oldukça köklüdür. Seyyid Kutup'tan daha 60 yıl önce Osmanlı ulemasından Abdülaziz Çaviş, Osmanlı toplumu için "Cahili Toplum" tanımlamasını kullanmaktadır. Yine kendi bulunduğu şartlarda Reşit Rıza'nın "İslam Devleti" düşüncesi o zamanki "Hilafet" düşüncesine rağmen önemli bir hedef göstermedir. Osmanlı bürokrasisinin Afgani'yi davet'i yine önemli bir anlama çabasıdır.
Islahatçı ulema kimliğindeki bir Abduh'un "Dilde Sadeleşme" önerisi toplumsal bir bilinçlenme çabasıdır. Bu tezi daha sonraki Abdullah Cevdet gibi seküler aydınların milliyetçi amaçla kullanmaları ve toplumu İslami değerlerden uzaklaşmak için kullanmaları farklıdır. Bu bize gösteriyor ki; Dönemin İslami şahsiyetleri daha entelektüel ve üretken.
Fiili durumda ise; İslami hareketler süreci basit yaftalamalardan daha iyi okuyorlar. Bu süreci lehine çevirmeleri Lübnan, Irak ve Filistin de açıkça gördük. Mısır olayında da İhvan toplumun nabzını daha iyi tutuyor. Mübarek, Ömer Süleyman'ı atadığında net tavır alıyor. Mübarek'in kaos oluşturmak ve süreci kontrol etmek için cezaevlerinden holigan çapulcular oluşturması karşısında mahalli dayanışma örgütleri kurarak kurumsal tepki gösteriyor ve kontrolü eline alıyor.
Askerlerin Mübarek'in gitmesi ardından 6 aylık programına açıkça hemen bir anayasa komisyonu ve paket önerisi ile gelip istediğini yaptırıyor. Ve en nihayetinde "Mübarek ve yandaşları yargılansın" talebi ile Mısır ergenekonu'nun tasfiyesi ve köklü değişim sinyalleri veriyor. Mısır ordusunun, batılı entelijansiyanın totaliter İslam iktidarı korkusu pompalamaları karşısında manipülasyonu boşa çıkaracak manevralar yapıyor.
Mısır'da bizim için güzel birçok örnek var. Örneğin; Kıptilerle Tahrir meydanındaki karşılaşma süreç içerisinde hızlı bir anlama ve tanıma oluşturdu. Birbirine karşı mesafeli iki gurup orada güçlü bir dayanışma gösterdi. Bu birbirine mesafeli ve tereddütlü çeşitli toplumsal kesimler için dikkate alınması gereken bir tecrübedir.
5- Süreci okumak
İslami kurumsal yapılanmalara yönelik bazı eleştiriler oldukça sığ. Belli bir lideri yok suçlaması yersiz, karizmatik liderler daha sonra hata yapma olasılığını arttıran bir liderlik anlayışıdır. Önemli olan toplumsal ıslah sürecidir. Abduh bunu güzel açıklar "Toplumun ıslah süreci doğru işliyorsa Müslümanlar doğru bir hareket ve yönetim tarzı üreteceklerdir."
Batı dünyası yıllardır Doğu'ya sizin doğu despotizm kültürünüz var ve ancak böyle diktatörlere layıksınız söylemi kullandı, Şimdi yine ancak beni ve benim değerlerimi takip ederseniz yol bulursunuz söylemi kullanmaktadır. Ama ters bir tepki ile batinin bütün söylemini, birikimini tek bir celsede atmak yerine bunları tahlil etmeli ve doğrularını yanlışlarını ayırt etmeliyiz. Geliştirdiği birçok kavrama rağmen "Çok Kültürlülük", "Çok Hukukluluk" gibi kavramlara yabancılar. Ayrıca kendi içinde de çatışmaya sebep olan liberalizm-Demokratlık gibi kavramları var. Hak ve özgürlüklere yaklaşımları bazen fıtri bazen de toplumu ifsat edici argümanlar içeriyor. Biz kendimize güvenmeli ve bunları İslami değerler içerisinde değerlendirip tanımlayabiliriz.
Seminerin sonunda soru cevap kısmında bilhassa Tunus ve Mısır'a bakış açılarında oluşan köklü farklılıkların nereden kaynaklanabileceği ve bunun tarihsel yansımalarının ne olabileceği tartışıldı. İslami mücadelede yöntemi belirlerken ortaya çıkan farklılıkların ittifaka dönüşmediği sürece farklı bir çok zaafı da bünyesinde barındırabileceği vurgulandı.