Türkiye’nin yapısal ve aktüel sorunlarına eğilmek, bunları gündemde tutmak ve çözümüne katkı sunmak isteyen birçok gençlik oluşumu var. Bunlardan biri de 28 Şubat zulmünün devam ettiği dönemde kurulmuş olan Özgür-Der bünyesindeki Özgür-Der gençlik grubudur. Özelde İslami kimlik ve faaliyetlere dönük, genelde ise tüm insanlığın hayrına olacak işler yapmaya çalışan bir gençlik grubu, özgür-der gençliği. Onlarla; artan milliyetçilik dalgasından İslami faaliyetlerine, gençlerdeki şiddet olgusundan deizm ve sekülerleşmeye, sosyal medyanın gençlere yansımalarından Boğaziçi üniversitesi rektörlüğü tartışmalarına, X,Y,Z kuşağı tartışmalarından yaptıkları protestolara kadar bir dizi alanı içeren bir röportaj gerçekleştirdik. Röportajı; Yıldız Teknik Üniv. Sınıf Öğretmenliğinde okuyan Rümeysa Berfin ÖZPERK, Sağlık Bilimleri Üniv. Diş Hekimliği’nden Büşra İNCİ ve İstanbul Medeniyet Üniv. Hukuk Fakültesinden Çağrı İslam ile gerçekleştirdik.
Özgür-Der Gençlik grubu olarak; referans noktalarınızı, kimlerden oluştuğunuzu, nasıl bir gençlik grubu olduğunuzu ve faaliyetlerinizi bize kısaca anlatır mısınız?
Özgür-Der Gençliği, liseli kardeşlerimizden üniversiteli arkadaşlarımıza kadar, kadın ve erkek öğrenci gruplarının koordineli olarak faaliyetler yürüttüğü, ümmet olma bilinciyle hareket eden bir organizasyondur. Haksöz/Özgür-Der çizgisinin gençlik yapılanması olarak Özgür-Der Gençliği, Kur’an-ı Kerim ve Allah Resulü (s.a.v)’nün sünnet-i seniyyesi üzere temellendirilen bir İslami kimlik oluşturmayı ve bu kimliği yaptığı faaliyetlerle diri tutmayı hedefleyen bir oluşumdur. 28 Şubat başörtüsü eylemleriyle birlikte kurulan ve o günden bu yana toplumsal şahitlik sorumluluğunun gereği olarak haksızlığa karşı kimliksel bir karşı koyuş göstermektedir. Şahitlik sorumluluğumuzun gereği olarak; haftalık ve aylık seminerler, kitap forumları, kamp organizasyonları, eylemler ve basın açıklamaları yaptığımızı söyleyebiliriz.
"Ulusçuluk günümüzde bir din işlevi görmektedir"
Kitap forumları derken, sizlerin Eric Hobsbawm’un, “Milletler ve Milliyetçilik” ile Carlton Hayes’in “Milliyetçilik: Bir Din” kitapları üzerinde yaptığınız etkinliğinizi görünce şunu sormakla devam etmek isterim. Müslüman kimlik ile milliyetçilik arasındaki ilişkiye nasıl bakıyorsunuz? Müslüman milliyetçi olabilir mi? Milliyetçiliğin, İslami camiada artışı konjonktürel bir olguya mı işaret ediyor yoksa yapısal bir karaktere mi?
Evvela ‘nation’ kavramının Kur’anî bir kavram olan ‘millet’ kavramı ile ifade edilmesi yerine, nevzuhur ‘ulus’ kavramı ile ifade edilmesini yeğlediğimizi belirtmek isteriz. Etnisite, dil, yaşanılan yer ve bazen de din gibi dinamikler kullanılarak oluşturulmak istenen ve tasarlanan ulus, insanlık tecrübesi göz önünde bulundurulduğunda oldukça yeni bir projedir. Ayrıca kanaatimiz o yöndedir ki; ulus denen muhayyel birliktelik, doğal bir varoluşa sahip olmaktan öte ulusçu düşüncelere sahip kadrolar eliyle üretilen ve geniş insan kalabalıklarına dayatılan bir olgudur. ‘Tanrı’nın öldürüldüğü’ modern dönemde Tanrı’nın yerine ikame edilen modern ulus devletin meşruiyetini tahkim etme misyonunu üstlenen ulusçuluk, Hayes’in de belirttiği gibi aynı zamanda bir din işlevi de görmektedir. Bu meyanda ulusçuluk, hayatının her zerresini İslam’ın tanzim etmesi gereken Müslümanlar açısından bir tenakuz(çelişki) oluşturmaktadır. Dolayısıyla tüm toplumları olduğu gibi Müslümanları da cendereye alan bu ulus devlet formunu ve ulusçu telakkiyi aşma konusunda cehdetme zorunluluğu bulunmaktadır. Aynı zamanda İslami kimlik ile taban tabana çelişen ve toplumları ifsat eden milliyetçilik anlayışına karşı Müslümanların tavrı net olmalıdır kanaatindeyiz. Bu anlayış karşısında Müslümanların tavizkâr olamayacağının bir kez daha altını çizmek gerekmektedir.
Rümeysa Berfin Özperk
ÖZGÜRDER Gençliği olarak politik ve sosyal alandaki protesto, basın açıklamaları ve yardımlaşma alanında daha çok Doğu Türkistan ve Suriye’de yaşanan zulüm ve dramlar üzerinde tepkileriniz var gibi. Farklı coğrafyalarda yaşanan zulüm ve dramlar olduğu halde... Bunu bir açmaz olarak görüyor musunuz yoksa faaliyet alanınızın eksenini bunun üzerine mi oturtmuşsunuz?
Bizler en başta ümmetin bir parçası olduğumuzun ve kardeşlerimize karşı sorumluluklarımızın bulunduğunun farkındayız. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan bir zulüm varsa o zulme karşı tepki koyma eğilimimiz sosyal, siyasal argümanların ötesinde Araf suresi 164. ayette buyrulduğu üzere ibadî bir görev bilinciyle ve Rabbimiz katında mazeretimiz olsun diyedir. Dolayısıyla yaşanan zulümlerden sadece Doğu Türkistan ve Suriye konusunda tepki gösterdiğimiz tespiti doğru değildir. Filistin, Suriye, Mısır, Libya, Bangladeş gibi farklı coğrafyalar başta olmak üzere yaşanan katliam ve darbelere karşı tepkimizi eylemler ve sosyal medya çalışmalarıyla gösterdik. Bu konuda Haksöz Haber sitesindeki içeriklerden detaylı bilgiler rahatlıkla görülebilir. Suriye meselesinin ise son yıllardaki en büyük insani facialardan birisi olduğu ve bazı çevrelerin (sol-Kemalistler, İran yanlıları, Türk-Kürt milliyetçileri) Suriye halkının meşru kıyamı karşısında oluşturmaya çalıştığı meşum algı göz önüne alındığında bahsettiğimiz yanlış anlaşılmanın sebebi de ortaya çıkacaktır. Üstelik zulme karşı çıkmamız, onu ifşa etmemiz için mazlumun sadece Müslümanlar olması gerektiğini de düşünmüyoruz. Bu noktada gücümüz yettiği oranda hem Türkiye’de hem de ümmet coğrafyasında her türlü haksızlığa karşı çıkmaya çalışırız.
"Tarihsel şartları gözeten ama temel ilkeler ve değerleri esas alarak hareket etmek şiarımız"
X, Y, Z Kuşağı şeklinde tasnif ve tartışmalar var memlekette bildiğiniz gibi. Cumhurbaşkanının Youtube üzerinden gençlerle sohbeti sonrası Z Kuşağı iktidarı değiştirecek potansiyelde bir kuşak olarak sunuldu kamuoyuna. Bu kuşak tartışmaları sizin pencereden nasıl görünüyor? Çalışmalarınızda bu kuşakların karakteristik özelliklerini dikkate alarak hareket ediyor musunuz?
Sanayi toplumunun oluşmasının beraberinde getirdiği ve hususi manaların yüklendiği sorumsuz gençlik kategorilendirmesine kuşkuyla baktığımız gibi, insanların doğduğu ve yaşadığı zaman diliminin insanlar üzerinde determinist etkide bulunduğu kanaatini de paylaşmamız mümkün değildir. Zaman ve mekân üstü ilkelere ve değerlere ittiba etmemiz hasebiyle, belirli bir zaman diliminin insanlar üzerinde kimlik belirleyici birtakım etkiler yarattığını düşünmemiz söz konusu değildir. Hayatın her alanında olduğu gibi siyaset konusunda da Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber efendimizin ortaya koyduğu ilkelere uyma hususunda yaş, cinsiyet, toplumsal statü gibi kategorilerin esaslı bir farklılık yaratmadığı kanaatindeyiz. Nitekim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ebubekir ile Musab b. Umeyr arasında veya Hz. Abdurrahman b. Avf ile Üsame b. Zeyd arasında sorumluluk açısından bir tefrik yapmamıştır. Elbette tarihsel şartlar da gözetilerek ama temel ilkeler ve değerler esas alınarak hareket etmek şiarımızdır. Müslümanların siyasi iddiaları ve talepleri de bu ilkeler doğrultusunda evvela cahili kuşatma olarak nitelendirebileceğimiz mevcut rejimi aşma konusunda toplanmaktadır. Ayrıca mevcut rejim içerisinde iktidarlara, evrensel kaidelere uyma ve kendi kuralları ile tutarlı hareket etme uyarısı ve hatırlatması da öteden beri yapageldiğimiz bir görevdir. Belirli kuşaktaki insanların benzer karakter taşıdığı yönündeki kanaatler bir tespit olarak belirmekle beraber temenni de barındırmaktadır. 68 kuşağının dünya düzenini değiştireceği ideali, Z kuşağının Ak Parti iktidarını devireceği ümidine dönüşmüş vaziyette. Apolitik bir gençlik olarak tavsif edilen Z kuşağının siyasal iktidar devireceği tespiti/temennisi de herhalde tenakuz olarak belirtilebilir. Nitekim Gezi Gençliği de apolitik olarak lanse edilmişti.
Ayrıca nesiller değiştikçe ihtiyaçların ve araçların da değiştiği ve insanların ânın vacibine göre hareket etmeleri gerektiği söylenebilir. Zira Cumhurbaşkanının bahsedilen sohbeti Youtube mecrasında yapması bile bu değişimin bariz bir örneğidir. Bizler de yaptığımız çalışmalarımızda ve serdettiğimiz söylemlerimizde ânın vacibine göre hareket etmeye çabalıyoruz, diyebiliriz.
"Teorik olmasa da fiilî bir deizm halinin yaşandığını görüyoruz"
Apolitiklik demişken sıklıkla gençlerde; sekülerleşme, popüler kültür, bireycilik, tüketim kültürü, yozlaşma, apolitiklik, bunalım, nihilizm, deizm… hallerinin daha çok arttığını düşünenlerden misiniz yoksa geleneksel ve sosyal medyada bunun daha çok görünür kılındığını mı düşünenlerdensiniz? Dipten gelen bir dalga mı bu yoksa yüzeye yansıyan geçici toplumsal haller mi?
Sosyal medyanın birçok meseleyi gün yüzüne çıkardığı yadsınamaz bir gerçek. Fakat tüm meseleyi sosyal medyaya bağlamak pek gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Misalen, Deizm Türkiye’de yeni gündem olmuş bir mesele değil. Son yıllarda televizyon önünde ilahiyat camiasının adeta futbol programı yapar gibi dini konuları sürekli ayrıştırıcı bir dille gündemde tutmaları; gelenekselcilerin modernist yaklaşımı, modernistlerin ise gelenekçi yaklaşımı gençlerdeki deizme yönelimin sorumlusu olarak suçladığı bir kaos ortamı oluşturmaları tartışmanın içini boşaltıyor. Tabi ki bu sadece bir etken. İlmî her çalışma emek ve özveri istiyor. Özellikle dinî konular çeşitli çalışmalar, okumalar yaparak kafamızdaki sorulara yanıt alabilir hale geliyor. Günümüz dünyasında her şeye kolay ulaşabilen insanoğlu ilme ve dine de bu bakış açısıyla baktığından kendi düşüncesine(!) uymayan her fikri din dışında bırakıyor. Bu durumda anlamını dahi bilmeden kendilerini deist şeklinde tanıtan gençlerle sonuçlanıyor. Kendilerine deist demese dahi, hayatı kompartımanlara ayıran ve Allah’ı (hâşâ) hayatın çoğu alanına dahil etmeyen ve giderek sekülerleşen insanlar da çoğunluğu temsil etmekte maalesef. Söz gelimi ‘paranın dini olmaz’ düsturunca ticaretine Allah’ı müdahil kılmayan veya sanatına ahlaki ilkeleri karıştırmayan Müslümanlar mevcut. Teorik olmasa da fiilî bir deizm halinin yaşandığını da görüyoruz. Bununla beraber dinî çalışmalara gerçekten emek veren gençleri de gördükçe bu durumun geçici bir toplumsal hal olduğunu umut ediyoruz.
Çağrı İslam
Deizmin modern dünyayı inşa eden düşünce biçimlerinden birisi olduğu da atlanmamalı tabi ki. Kendisine yaygınlık kazandıracak uygun bir zemine sahip. Bunun yansımaları hayatın indirgemeci bir şekilde ele alınması ‘anlamlı’ bir yaşamın modern insan için giderek imkânsız bir hale gelmesidir. Müslümanlar hayatlarını bir gaye üzerine, kulluk bilinciyle yaşayarak bu dayatmanın da üstesinden gelebilecektir.
Genel olarak ise ismini zikrettiğiniz olguların ortaya çıkışının en temel etmeninin toplumsal düzeyde hayata müdahil olan dini değerlerin, buna bağlı olarak oluşan örfün yeterince yaşanmamasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Hayatın her alanına müdahil olan dinin, görünürlüğünün artması ile bahse konu olan sıkıntıların azalacağı kanaatindeyiz. Bunun olabilmesi için de ‘’türban-başörtüsü’’ gibi anlamsız gündemler oluşturup, toplumu geren yasakçı, despot mekanizmaların yerine ahlaki temelleri göz ardı etmeyen bir toplum yapısının gelişmesi gerekmektedir.
"Kemalizmin üniversiteler üzerinde devam eden tahakkümü göz ardı edilemez"
Genelde YÖK sistemine özelde ise üniversitelerin bilimsel, kültürel, siyasal ve toplumsallaşmaya yol açan işlevleri üzerine bize neler söyleyebilirsiniz? Üniversiteler bugün için bilim yuvaları mı siyasal tarafgirliğin aparatı mı yoksa kapitalist piyasanın istihdam aracı olarak mı işlev görüyor? Bu arada Boğaziçi’ne rektör atanması tartışmalarınıza dair duruşunuz nedir?
Üniversiteler ilim-irfan yuvaları olmaktan uzakta, iyimser bir tabirle tekniğin öğretildiği modern kurumlardır. Ekstra bir cehd içinde olunmadığı takdirde, mezun kişilerin işleyen çarkın bir dişlisi olma potansiyeli de yüksektir. Bu yönüyle piyasanın istihdam aracı olarak işlev gördüğünü söylemek herhalde abartı olmaz. Bu itibarla üniversitelerin -çok tartışmalı kavramlar olan- kültür ve bilim yuvası olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Üniversite onu inşa eden mantığın gereklerini yerine getiren bir ‘merkez’ olma işlevi görüyor. Türkiye’de kültürel iktidar meselesi de bu bağlamda üniversiteler üzerinden ele alınabilir. Zira Kemalizmin üniversiteler üzerinde devam eden tahakkümü göz ardı edilemez. Burada inşa ettikleri statükonun yıkılmasını istemiyorlar. Bu açıdan bakıldığında cari hükümetin -bizim de eleştirdiğimiz- rektör atama biçimine yönelik sol-Kemalist cenahlardan yapılan eleştiri ve gösterileri ikiyüzlü buluyoruz. Kendi statükolarının devamı için ‘özgürlükten’ bahsetmeleri ve ‘baskıcı otoriter uygulamalardan’ şikâyetçi olmaları komik. Bu çevrelerin algı oluşturma ve manipüle etme noktasındaki başarıları düşünüldüğünde yapılan hatalı bir atamadan çok daha büyük hatta Türkiye’nin kronikleşen sorunlarının inşa edicisi olduğunu da belirtmek gerek. Ancak onların bu hatalı yaklaşımının hükümetin rektör atama biçimini haklı çıkarttığını söylememiz de adil olmaz. İşleyişi ve hukuku es geçen aceleci politikalar fayda sağlamıyor. Dönüşüm uzun soluklu olmak durumunda. Önce topluma üniversitelerdeki mevcut kültürel statükonun oldukça arkaik bir yapıdan beslendiğini göstermemiz gerekiyor.
Büşra İnci
"Terör ve radikallik gibi kavramların muğlak olması, devletlerin ve insanların istismarına kapı aralıyor"
Sık sık gençliğin şiddet ve radikalleşme eğiliminden söz ediliyor. Sizce bu bir algı mı olgu mu?
Bu durum radikalleşmeye yüklediğimiz anlama göre değişiyor aslında. Toplum radikal sıfatını aşırılık anlamında değil kendi düşüncesinden olmayan herkese karşı kullanabiliyor. Örneğin tesettürüne dikkat etmeye çalışan bir genç kız kendini muhafazakâr olarak niteleyen gruplardan dahi radikal damgası yiyor. Diğer yandan herhangi bir adaletsizliğe karşı çıkan insanlar da radikal damgasından paylarına düşeni alıyorlar. Dolayısıyla gençler arasında bir radikalleşme ve şiddetin söz konusu olmadığını ve toplum içinde oluşan bir algı olduğunu düşünüyoruz. Terör ve radikallik gibi kavramların muğlak ve içeriğinin belirsiz olması, devletlerin ve insanların istismarına kapı aralıyor maalesef. En büyük vahşetlere imza atan devletler bakıyorsunuz kendilerini bu vahşete karşı savunan insanlara radikal veya terörist deyivermiş. ‘Kavrama, hangi anlam kim tarafından veriliyor’ diye sormak icap etmekte.
"İnsani ve hukuki ilişki kurmak isteyen farklı düşüncedeki gruplarla iletişime açığız"
Türkiye’de Müslüman gençlik, ülkücü gençlik, liberal gençlik, solcu gençlik gibi düşünsel ve siyasal tutumları farklı gençlik kategorileri var. Bu gençlik grupları arasında karşılıklı diyalog, geçirgenlik, içiçelik var mı? Ortak protestolar, ortak sempozyum/seminerlerle bir araya gelinebiliyor mu?
Biz meseleye kimlik merkezli yaklaşıyoruz. Bu bağlamda tozpembe tablolar çizmenin anlamı yok. Türkiye’de devleti kuran ideolojik perspektifin her konuda olduğu gibi gençlik mevzu bahis olduğunda da oluşturduğu bir literatür var. Biz olaya Müslümanca bakmaya çalışan gençler olarak bu literatürün içinde yer almıyoruz. Olaylara bahsettiğimiz çerçeveden bakan İslami camiaların gençlik yapılanmaları ile ortak programlarımız, eylemlerimiz oldu, olmaya da devam edecek inşaallah. Ancak kimliksel olarak farklı yerlerde durduğumuz sağcı, solcu, liberal gençlik yapılanmalarının muhatabıyla hukuk merkezli bir ilişki kurma çabalarına da çok şahit olmadık. Elbette kimliğimizi muhafaza ederek ve ilkelerden taviz vermeden, ortak insanî ve vicdanî talepler etrafında bir araya gelinebilir. Ancak maalesef mevcut durum bahsedilenin çok uzağında. ODTÜ ve İTÜ’deki mescit tartışmalarını hatırlayalım. Üniversite kampüsüne mescit yapılmasını engellemeye çalışan gençlik yapılarıyla oturup konuşmayı bırakın, kimliğimizin gereği olarak mücadele ederiz. Benzeri bir konu Suriye Savaşı veya Suriyeli mülteciler söz konusu olduğunda da geçerlidir. Açıktan katil rejimin savunuculuğunu yapan veya Türkiye’deki mülteci kardeşlerimizi hedef haline getirenlerle ‘ortak’ herhangi bir şey yapmamız mümkün değildir. Tüm bunların dışında insani ve hukuki ilişki kurmak isteyen farklı düşünce dünyasında gruplarla iletişim kurmaya her zaman açığız.
"Dayatılan ideolojik kimliklerden arınarak ahlak ve adalet merkezli okumalar yapıyoruz"
Düşünsel olarak farklı disiplin ve sorunları içeren programlarınızı gördüm sosyal medya hesaplarınızdan. İslam ve Çevre Etiği, İslam ve Bilim İlişkisi, Feminizm-Beden-Kimlik ve Toplumsal Cinsiyet, Öteki ile İlişki, İslam ve Edebiyat, Film Okuma Atölyesi, Mikrofon Sende Müzik çalışmalarınız gibi... İslami oluşumların klasik/bildik disiplin ve alanların dışına çıkan bu bakışınızın nereden kaynaklandığını sormak istiyorum?
Üniversite, lise, ortaokul hatta daha küçük yaş grupları için yaptığımız programların benzerleri farklı İslami oluşumlar tarafından da yapılıyor. Farklı alanlarda çalışmalar yürütmek hayatın bir gereği. Böyle bir tarz belirlememizde Kitab-ı Kerim’in üslubu ve usulü de oldukça etkili. Dikkat edilirse Kur’an’ı Kerim kıssalarla, surelerin genel çerçeveleri, dil ve anlatım özellikleriyle bir bütünlük oluşturur. Ayırt edici çalışmalar olarak toplumsal cinsiyet, milliyetçilik ve bunlarla ilişkili meselelerden söz edilebilir belki. Bugün akademi veya akademi dışında size her koşulda belirlenmiş bir paradigmadan hareket ederek düşünce üretmeniz telkin ediliyor. Modernleşmenin hegemonik yapısı başta insan ilişkileri olmak üzere hayatı tahakkümü altına aldı. Buna karşı Müslümanların ilmi birikimlerinde neşet eden özgün ve paradigma dışı bir düşünce gelenekleri olduğunun altını çizmek isteriz. Bu bağlamda biz farklılık olarak değerlendirilebilecek çalışmalarımızda bizlere dayatılan ideolojik kimliklerden arınarak ahlak ve adalet merkezli okumalar yapmaya çalışıyoruz.
"Gençler kendilerini ve hayatlarını sosyal medya üzerinden kuruyor"
Türkiye’de 56 milyon sosyal medya kullanıcısı var. İnternette geçirilen süre olan 7 saat 15 dk dünya ortalamasının üstünde. İstatistiki rakamlara boğmamak için direkt sorayım, sosyal medya gençlerde kimliksel ve davranışsal ne tür değişimlere yol açmaktadır? Buna dair gözlemlerinizde çarpıcı gelen örnekler var mı? Buna ilişkin çözüm önerileriniz neler?
Medya araçlarının yaygınlaşmasının küreselleşme olarak ifade edilen sürecin de sonunda insanlık için müspet gelişmelere sebep olacağı kanısı hâkimdi. Bugün gelinen noktada sosyal medyanın daha ziyade olumsuz etkileri konuşuluyor. Sizin de bahsetmeye çalıştığınız bağımlılık meselesi üzerinde ciddi anlamda durulması gereken bir konu. Sosyal medyanın en çok gençleri etkilemesinin temel sebebi bu dünyanın içine doğmuş olmaları. Bir düşünceye dair ilk bilgilerini bu dünyadan ediniyorlar. Şöyle ki önceden gençler kimliksel ve davranışsal özelliklerini bulundukları çevreden, ailelerinden, arkadaş ortamından ve okuduklarından ediniyorlardı. Günümüzde ise gençler çoğunluk olarak sosyal medya kullandıkları için kimliksel ve davranışsal özelliklileri sosyal medyadan kazanıyorlar. Bu yüzden artık gençler kendilerini ve hayatlarını sosyal medya üzerine kuruyor. Ve maalesef gerçek olmayan bir dünyada gerçek olmayan kişilikler ortaya çıkıyor. İnsanlığı etkisi altına almış bir durum için dünden bugüne hemen bir çözüm önerisi sunmak mümkün değil. Ancak en başta sosyal medya mecralarının kaba, doğallıktan uzak ve yer yer düşmanca ilişki biçimlerine karşı dikkatli olunması ve işin özünde zikredilen platformlarda olabildiğince daha az vakit geçirilmesi gerekmektedir. Bunun sağlanabilmesinin yolu ise yine uzun soluklu bir mücadele perspektifini gerektiriyor. Öncelikle insanlara sosyal medyada vakit öldürürken neyi kaybettiklerini hatırlatmak lazımdır. Eğer ki böyle bir farkındalık oluşturulursa sosyal medya kullanımı belki zarar veren değil bir takım faydalar sağlayabilen bir işe dönüşür. Çünkü tüm olumsuzluklarına rağmen bu mecraları sadece gençlerin değil neredeyse tüm insanlığın bir şekilde kullandığını düşünecek olursak, Müslümanlar tarafından ıslah edilerek bir tebliğ aracına dönüşmesi gerektiğinin de vurgulanması gerekir. Tabi doğal insani ilişkilerin yerini tutmayacağının, bir sohbet, karşılıklı bir muhabbet kadar etkili olmadığının bilincinde olarak, insanlara ulaşmanın bir aracı şeklinde kullanmanın, anın zorunluluğu olduğu da bilinmelidir.
"Salt gençlikten ziyade insanlığın hayrına olacak işleri yapmaya gayret gösteriyoruz"
Son olarak birazda çalışmalarınızdan bahsedelim. Önümüzdeki süreçte çalışma ajandanızda neler olacak? Özelde ise gençliğin sorunlarına dönük minimal da olsa ne tür adımlar atmayı planlıyorsunuz?
Aktardığımız çalışmalarımıza önümüzdeki süreçte de devam edeceğiz inşaallah. Sadece gençlik noktasında değil, toplumsal anlamda da mevcut problemlerin bilinçli bir nesil inşa etmekle aşılacağını düşünüyoruz. Açıkçası insanın ontolojik konumu gereği parçacı bir bakışla ele alınmasının çok doğru olmadığı kanaatindeyiz. Bu sebeple çalışmalarımızda salt ‘gençlik’ odak noktasından ziyade tüm insanlığın hayrına olacak işleri merkeze almaya gayret gösteriyoruz. Bu noktada toplumsal sorunlarla hemhal olan ama aynı zamanda bilgi ve birikimini sürekli olarak artıran, bu sayede hayatı komplocu veya ideolojik şartlanmışlıklardan uzak bilgi-inanç-eylem şeklinde kavramsallaştırdığımız bir bütünsellik içinde anlamlandırma çabalarımız sürecek.