Sabah Selahattin Eş Çakırgil'in Ermeni Meselesi ile ilgili sunumu ve hatıraları ile başlayan 3. gün, Bülent Gökgöz ile Bahadır Kurbanoğlu'nun Tarihimiz, Coğrafyamız ve Biz başlıklı söyleşi ile devam etti. 3. gün ŞairNurettin Durman ve Ali Emre'nin şiir gecesi ile sona erdi.
Ermeni Meselesi
Programın üçüncü günü ilk konuşmacı olarak Selahattin Eş Çakırgil, Kastamonu'da gençlerle bir araya geldi. Saat 10.00'da başlayan programın sunuculuğunu Furkan Kılıç yaptı. Program, Velat Akgeyik'in Kuran Tilaveti ile başladı. Ardından sözü alan Eş Çakırgil genel hatlarıyla son dönemde gündemi meşgul eden "Ermeni Soykırımı" konusunu işledi.
Eş Çakırgil Ermeni soykırımı var mıdır tartışmasından ziyade Ermeni soykırımı ile ilgili ileri sürülen düşüncelerin tarafgirliği hakkında konuşmasını sürdürdü. Soykırımın gündemleştirme tarihini irdeleyen Eş Çakırgil, 1950'de öne sürülen kaynaklarda beş yüz bin kişinin Soykırıma maruz kaldığını ileri sürdüklerini, 1975'te ki belgeler ile beraber bu sayının bir milyon kişiye ulaştığını ifade eden Çakırgil, 2015 yılında ki iddiaların ise bir buçuk milyon kişi ile ifade edildiğini belirtti. Bu abartılı ve her yıl artan sayının, Ermenilerin genel nüfusuyla örtüşmediğini belirten Çakırgil, manipüle edilen bu olayın doğru değerlendirilmesi gerektiğini ve biz Müslümanların Ermeni Soykırımına çıkar eksenli/pragmatist çerçevede yaklaşmamamız gerektiğini ve bilhassa adalet eksenli bir tutum sergilememiz gerektiğini vurguladı.
Akabinde Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermenilerin gerek halk tabanındaki gerekse devlet dairelerindeki ilişkileri boyutuna değinen Çakırgil, o dönem Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğuna ılımlı yaklaştığı, kendilerini Osmanlı çatısı altında görmeleri ve bu bağlamda devlet dairelerinde önemli görevler aldığını belirtti. Daha sonra 1789 Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımlarının Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yer alan etnik azınlıkları harekete geçirdiğini belirten Çakırgil, Taşnak ve Hınçak örgütlerinin sözde Ermeni savunucusu olduğunu ve bu örgütlerin vermiş olduğu tahribatların sebebiyetiyle tüm Ermenilerin zarar gördüğünü ve ayrıca bu bağlamda tüm Ermeni halklarının bir kefeye koyulup hepsinin aynı oranda yargılandığını belirtti. Konuşmasına devam eden Çakırgil, resmi kayıtlara göre bir buçuk milyon Ermeni'nin bulunduğunu ve kendilerine ait resmi evraklarda çok fazla sayıda tapu ve ganimet bulunduğunu söyledi. Milliyetçilik vurgusuna dikkat çeken Selahattin Eş Çakırgil, Hz. Peygamber (s)'in veda hutbesinde değindiği "Acemin Araba, Arabında Aceme üstünlüğü yoktur." hatırlatmasını yapıp, bu bağlamda Müslümanların inşa etmesi gereken perspektife dikkat çekti. Türk'ün Kürd'e, Türk'ün Ermeni'ye, Ermeni'nin de Türk'e bir üstünlüğü olmadığının altını çizen Eş Çakırgil, Ermenilere yapıştırılan kafir yaftasının Müslümanlar tarafından kesin bir dille reddedilmesi gerektiğini belirtti. Ermeni Müslümanların var olduğunu ve yaftalanan bu çirkin yakıştırmanın genel Müslüman şahsiyetine yakışmadığını şu sözlerle belirtti:" Bizler Müslümanlar olarak, Ermeni kanı taşıyor gerekçesiyle kimseye kafir diyemeyiz ve onlardan nefret edemeyiz. Ben Ermeni bir Müslümanı Türk bir kafire tercih ederim."
Son olarak Müslümanların olayı değerlendirme boyutunda adaletli davranmaları gerektiğini ve Müslüman olarak her zaman zulmün karşısında, mazlumun yanında olmaları gerektiğini, bunun bizlere emredilmiş bir vahiy olduğunu belirtti. Program soru cevap faslı ile birlikte sona erdi.
Söyleşi: Tarihimiz, Coğrafyamız ve Biz
Üniversiteliler Buluşuyor programının üçüncü gününde Bülent Gökgöz ve Bahadır Kurbanoğlu "Tarihimiz, Coğrafyamız ve Biz" adlı söyleşiyi gerçekleştirmek üzere gençlerle Kastamonu'dabuluştular. 16.00'da başlayan programın sunuculuğunu yapan Ahmet Fuat Kanat, giriş konuşmasının ardından sözü konuşmacılara bıraktı.
İlk konuşmayı yapan Bülent Gökgöz konuşmasının girişinde Ortadoğu okumalarımız başlığını irdeledi. 2011 yılında başlayan Arap yarımadasındaki ayaklanmaların "Arap Baharı" şeklinde lanse edildiğini belirten Gökgöz, bu dilin kullanılmaması gerektiğini ve Müslümanların, Arap Baharı yerine Ortadoğu İntifadası tabirini kullanmasının daha sağlıklı olacağını belirtti. Arap Baharı tabirinin var olan mücadelelere gölge düşürmek için batı tarafından kullanıma sunulduğunu vurguladı. Bizlerin, bahsi geçen Ortadoğu İntifadası'ndaki tutumlarımızın nasıl olacağına kısaca değinen Gökgöz, Türkiye'deki Müslümanlar olarak bu gibi olaylara nasıl bakmamız gerektiğini, tarihsel arka planıyla beraber değerlendirmemiz gerektiğini ve bu değerlendirmeleri yaparken Müslümanlar olarak adilane bir tutum sergilenmemiz gerektiğinden bahsetti.Türkiye'de var olan İslamcı kesimi değerlendiren Gökgöz, bugün geldiğimiz noktada Suriye İntifadasının önemine dikkat çekti. Türkiye'de uyanış hareketlerinden günümüze yapılan eylemlerde ve gösterilen tepkilerde genel olarak İslamcıların aynı çizgide seyrettiğini belirten Gökgöz, Filistin için toplanan yardımlarda, Mısır için yapılan eylemlerde, Irak için gösterilen tepkilerde İslamcıların ortak bir zeminde buluştuğunu dile getirdi. Akabinde İslamcıları ayrıştıran noktaların başında Suriye ve Yemen örnekliğinin geldiğini dile getiren konuşmacı, ayrışma sebebini vakıanın doğru okunamayışına bağladı. Konuşmasına devam eden Bülent Gökgöz, Suriye İntifadasının doğru okunamayışını genel hatlarıyla; tarihsel süreçten haberdar olmama ve meydanın yanlış lanse etmesi gibi temel etmenlere bağladı. Konuşmacı, Suriye İntifadasının Türkiye'deki İslamcıların gerçek maskelerini gün yüzüne çıkarttığına deyindi. Gökgöz, konuşmasına Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasıyla beraber bu coğrafyada yaşayan Müslümanların bir fetret dönemi yaşadığını veTürkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla beraber uzun soluklu bir duraksama dönemi geçirdiğini belirtti. Türkiye Cumhuriyetinin konjöktürel yapısına baş kaldıran Şeyh Said gibi Müslüman şahsiyetlerin ayaklanmalarının, rejim tarafından kanlı bir şekilde bastırıldığını belirten Gökgöz, Türkiye'de İslami Uyanış dalgasının uzun süren fetret döneminin ardından yeniden başladığına değindi. Son olarak konuyu Tunus'da kurulan ve Müslümanların büyük desteğini arkasına alan Nahda hareketi ile Türkiye'deki durumu sosyolojik değerlendirmelerle bağdaştıran Gökgöz, Nahda gibi bir oluşumun Türkiye'de var olamamasının, Türkiye Müslümanları açısından büyük bir kayıp olduğunu irdeledikten sonra, konuşmayı Araştırmacı Yazar Bahadır Kurbanoğlu'na bıraktı.
Bahadır Kurbanoğlu konuşmasına, Ortadoğu'nun en köklü İslami hareketi olan İhvan-ı Müslimin'in Mısır'da gerçekleştirmiş olduğu devrimi ve sonrasında gerçekleşen darbeyi işleyerek başladı.
Mısır'ın Ortadoğu ayaklanmaları içerisinde en geniş sosyolojik tabana sahip yapılanmadır. Bir halk hareketi olarak baş gösteren İhvan-ı Müslimin'in temellerinin Mısır'da atıldığını daha sonra Suriye İhvan'ı ve Ürdün İhvan'ı gibi farklı birçok ülkeye yayıldığını belirten Kurbanoğlu akabinde büyük bir halk desteğini arkasına alarak Mısır'da gerçekleştirilen devrimi işledi. Yaklaşık bir yıllık İhvan iktidarı süresince batılı emperyal güçlerin, Mısır'a ambargo uyguladığını vurgulayan araştırmacı yazar, darbeden sonraki süreçte, darbecilere en büyük desteği verenin yine batı olduğunu belirtti. Mısır'ın diğer intifada ülkelerinden ayrılan en büyük özelliğinin ise geniş bir sosyolojik tabanının bulunduğunu ve bu tabanın intifada sürecinde Mısır'a, Mısır devimine olumlu birçok katkı sağladığını vurguladı. 1789 Fransız Devrimi'nin bir getirisi olan ve toplumlara veba gibi yayılan nasyonalizm fikrinin putlaştırıldığını belirten Kurbanoğlu, İslami hareketlerin bu boyutta aşağılandığını, hakir görüldüğünü ve toplumdan dışlandığını belirtti. Akabinde konuşmasını güncel bir mesele olan Yemen denkleminde Suud-İran meselesine değinerek devam ettiren yazar, Yemen'de yaşanan karışıklıklara istek üzere açıklık getirdi. Konuyu çeşitli boyutlarıyla değerlendiren Kurbanoğlu, Suud ve İran'ın Yemen'deki asıl amaçları, nasıl bir politika izledikleri ve neleri amaçladıklarına kısaca değindi. Yemen denkleminde, dışarıdan gelecek her hangi bir müdahalenin uygun olmayacağını belirten Kurbanoğlu, yönetimin haklın inisiyatifine bırakılması gerektiğini söyledi. Bu bağlamda halk yandaşı Yemen İhvan'ınındevre dışı bırakılmak istendiği ve kendi çıkarları doğrultusunda Yemen'i yönetme kavgasına tutuştuklarını ekledi. Kurbanoğlu son olarak, Müslümanların toplum içindeki sorunlara daha yakından bakması gerektiğini vurguladı. Bu bağlamda gerek yapılacak okumalarla gerek bölge ile teması bulunan insanlar vesilesiyle gerekse birebir bölgenin havasını teneffüs etmek için bölgeye gitmek ve olayı orada yaşamak, gözlemlemek gerektiğini söyledi. Program her iki konuşmacının sorulan soruları cevaplamasının ardından sona erdi.
Şiir Gecesi
Günün son programı şiir gecesi oldu. Şair Nurettin Durman ile Şair Ali Emre'nin katıldığı programı Ahmet Maruf Demir sundu. Özgür-Der Üniversite Gençliğe mensup öğrencilerden oluşan Grup Kıyam ise gecede müzik dinletisi yaptı.
Gecenin şairleri, şiirlerinin yanı sıra kısa hayat hikâyelerini ve tecrübelerini dinleyiciler ile paylaştılar. Gençliğin önemi üzerinde durulan konuşmalar ve şiir dinletilerinde sık sık sloganlar atıldı.
Ayrıca gece de öğrenciler kendi yazdıkları şiirleri okudular. Özgür-Der Üniversite Gençliği Nurettin Durman'ın yıllar önce Haksöz Dergisinde yayınlanan şiirleri kendisine takdim etti. Durman bu şiirlerde bir kaçını canlı okudu.
Haber: Furkan Kılıç
Fotoğraflar: Atalay Uğurlu