İlk konuşmacı olan Rüveyda Bayram, konuşmasının başında kitapta ilk İhyacılar arasında İngiliz işbirlikçisi Ahmet Han'ın Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh'la beraber ele alınmasını doğru bulmadığını belirtirken kitabın ilk iki bölümü olan; Gelenekçilik ve Islahatçılık bölümleriyle ilgili şunları belirtti:
Sömürgecilik sonrası dönemde İslam dünyasının var olan durumuna karşı çeşitli yaklaşımlar oluştu bunlardan ilk ikisi; var olanı muhafaza etmeye, geleneği korumaya yönelik olarak gelenekçilik bir diğeri ise sömürüye karşı İslam toplumunun "yanlış" din algısının düzeltilmesini esas alan kendi kavramsallaştırma biçimiyle ihya, tecdid ve ıslahı esas alan Islahatçılık hareketleridir.
Gelenekçilik akımından başlarsak… Bu akım kitapta üç kısma ayrılarak incelenmiş; selefiyye, tarikat gelenekçiliği ve medrese gelenekçiliği. Selefiyye gelenekçiliği, Ehl-i Hadis ekolünün günümüzde en önemli temsilcileridirler. Metnin yorumunu değil şeklini olduğu gibi kabul ederler. Selefiyye'nin en uç noktasını günümüzde Vahhabilik oluşturmaktadır. Kitapta Suudi selefilik-cihadi selefilik ayrımına gidilmektedir. El Kaide de Selefiyye gelenekçiliği altında cihadi selefilik olarak ele alınmıştır. Yine IŞİD bu başlık altında incelenmiş.
Medrese gelenekçiliği: Hindistan coğrafyasında çok güçlü cemaatlerden Diyobendiyye hareketi bu akıma mensub olarak zikredilebilir. İsminden de anlaşılacağı gibi medreseler üzerinden varlıklarını sürdüren bu yapılar özellikle öğrenci örgütlenmeleri üzerinden teşkilatlanmaktadır. Sıpah-ı Sahabe, Taliban, Tebliğ Cemaati gibi önemli hareketlerin Diyobendiyye medreselerinden neşet etmiştir. Tarikat gelenekçiliği ise, tasavvufi yapıların tekke ve zaviyeler üzerinden oluşturduğu yapılanma biçimi ve düşüncesidir. Türkiye'de çok etkili gruplardır. Güçlü olmasının sebebi ise Anadolu coğrafyasının İslamlaşması sürecinde bu yapıların etkin olmasıdır. Yine aynı yapılar bununla birlikte içlerinde muharref kültürden birçok öğeyi de barındırmaktadırlar.
Islahatçılık akımı ise kitapta, kültürel ve siyasal ıslahatçılık olmak üzere ikiye ayrılmış. Kitaptaki formulasyona göre; kültürel ıslahatçılık, toplumun dini ve kültürel açıdan ıslahını belli bir zamansal farkındalığı gözeten, değişimin toplum tabanlı olmasını esas alan yapılanmalardır. Kitap bu akıma; Türkiye'de Nurculuk ve Süleymancılık hareketlerini, Hindistan'da ise Nedvetü'l Ulema ve Muhammediyye hareketleri örnek olarak vermektedir.
Gene kitaptaki formulasyona göre, siyasal ıslahatçılık için şunları söyleyebiliriz; daha ziyade siyasal araçların kullanımını esas alan, toplumsal değişimde devlet mekanizmalarını da kullanarak toplumun dini, siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan tahrif edilmiş, cahili unsurlarını içerisinde barındıran bugünkü halini ıslah ve inşa etmek amacındadırlar. Bu akıma, Müslüman Kardeşler ve Cemaat-i İslami hareketleri örnek olarak verilebilir. Kitapta nakledilen Hayrettin Karaman ile Necmettin Erbakan arasındaki diyalog kültürel ve siyasal ıslahatçılık arasındaki farkı anlamak için önem arz etmektedir. Yine başlangıçta Cemat-i İslami'nin kuruluşunda Mevdudi'nin yanında yer alan Nedvetü'l Ulema lideri Hasan en-Nedvi'nin Mevdudi'yle yollarının ayrılma sebepleri bu iki akım arasındaki farkı bizlere anlatır mahiyettedir.
Daha sonra sözü alan Salih Orhan şu hususları belirtti:
Öncelikle kitapta yapılan üçlü tasniften hareketle tasnif meselesine değinmek isterim ki bu tür olguları değerlendirmede tasnifler meseleyi anlamamızda kolaylaştırıcı bir yöntemken yapılan tasnifleri mutlaklaştırmak amacın tam tersine meseleleri anlamamızda işimizi zorlaştırabiliyor. O yüzden kitapta yapılan tasnifleri bu gözle değerlendirmek lazım.
Benim anlatacağım kısım olan kitaptaki isimlendirmesiyle İslam Modernizmi daha önce ele alınan Gelenekçilik ve Islahatçılık'tan kitapta da belirtildiği gibi bünyesinde cemaatleşme olgusunu barındırmaması bakımından ayrılıyor. Bu açıdan İslam Modernizmi akımı altındaki olguları bir İslami hareket olarak değerlendiremiyoruz. Bundan dolayı modernist yaklaşımı daha ziyade düşünsel-teorik düzlemde ele almak gerekiyor. Modernizm derken de yaşanılan durum olarak Modernite ve teorik zeminde Modernlik kuramlarını birlikte ihtiva edecek şekilde kullandığımı belirtmem gerekir. Modernizm meselesi Müslüman modernistlerle başlayan bir olgu değildir ve bu mesele menşei itibariyle Batı'da ortaya çıkmış oradan buraya intikal etmiştir.
Modernizm başarısını ispatlarken kendi ürettiği sorunlara getirdiği çözümleri önümüze sunmaktadır. Örneğin maddi düzlemde teknolojik gelişmelerin hayatımızı kolaylaştırdığı iddiasında bulunulmaktadır. Hâlbuki meseleyi daha yakından incelediğimizde; teknolojik gelişmelerle elde edilmiş gibi gösterilen başarıların aslında gene modernizmin kendisinin ürettiği sorunlara yönelik çözümler olduğu görülecektir. Düşünsel teorik düzlemde de aynı şey geçerlidir, modernizm kendi ürettiği bir sorunsalı çözerek bizlerin zihninde meşruiyetini sağlamaya çalışır. Müslüman modernistlerin ele aldığı sorunlar örneğin Kur'an'ın anlaşılması meselesine getirdikleri çözümler bu kabildendir. Biliyoruz ki Kur'an'ın mevsukiyeti ve anlaşılması hakkındaki sorunlar Müslüman modernistlerden önce Oryantalistler tarafından ortaya atılmıştır. Oryantalizm çalışmaları da yine biliyoruz ki Müslüman topraklarındaki sömürgecilik faaliyetleriyle at başı giden bir süreçtir.
Modernizmin topraklarımıza girişi hususunda irdelenmesi gereken bir husus da Müslümanların Batı karşısında geri kaldığı iddiasıdır. Bu tez Müslüman modernistler için doğru olabilir ama kahir ekseriyet itibariyle ilerlemeci lineer tarih anlayışına inanmayan İslamcılar için bir anlam ifade etmemesi gerekiyor. Örneğin kitapta bahsedilen tarihselcilerin Kur'an hükümlerini "bugün"e taşırken her nasıl oluyorsa hep modern değer ve anlayışlara ulaştıkları tespiti yapılıyor. Bunda aslında şaşılacak bir şey yok çünkü "bugün" Müslüman modernistler için Batı değerlerinin hakim olduğu ileri bir safhayı ifade ediyor.
Kitapta bazı post-modernizm ile ilişkilendirilebilecek hareketler bulunuyor. Post-modernizmin Modernizmin devamı olduğu görüşüne ben de katılmaktayım ve bizim esas muhatabımız hala Modernizmdir. Modernizmin Müslümanların topraklarına girişi ise iradi bir tercih sonucu olmamıştır. Müslüman modernistler Batı'dan topraklarımıza doğru bu değer, anlayış, kurum "akış"ı karşısında boyun eğmiş, verili şartları kabul etmiştir. Biz İslamcılar içinse ilk İslamcılardan bugüne esas mesele bu "akış"a nasıl karşı koyulabileceğidir.
Bu noktada Modernizm konusunda en başta ele almamız gereken Müslüman modernistlerin durumu değil her şeyiyle bizi kuşatan bu olgunun bizim üzerimizdeki tesirleridir.
Kitapta gelenekselcilik akımı, modernizm karşıtı modern bir düşünsel hareket olduğu belirtilmekle beraber modernizm başlığı altında ele alınıyor. Batı dillerinde "religion-din" kelimesinin anlam daralmasına uğramasından dolayı gelenekselcilik, daha geniş bir anlama sahip "tradition-gelenek" kavramını kullanmış ve modernizmin bir bütün olarak "geleneği" ortadan kaldırdığını iddia etmiştir. Gelenekselcilik akımı için gelenek Hristiyani, İslami ya da Budist gelenek olsun zahiren farklı olmakla birlikte aslında birdir ve bu çerçevede "dinlerin aşkın birliği" fikri F. Schuon tarafından ortaya atılmıştır. Bu bizim için kabul edilemez bir tezdir.
Forum soru-cevap kısmı ile sona erdi.
Haber: Erkam Kuşcu / Fotoğraf: Afgani Türkmen