Eğitim-Bir Sen seminer salonunda gerçekleştirilen etkinlikte özellikle Filistin, Suriye ve diğer coğrafyalarımızda meydana gelen yakıcı problemlere rağmen konfor arayışımızın altında yatan postmodernitenin yarattığı kimliksel erime problemi analiz edildi.
Konuşmacı kısaca aşağıdaki konulara değindi
“20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren teknolojik, bilimsel ve bilişim alanında tedrici olarak yaşanan hızlı değişimler, dünyada toplumsal yapıların tüm katmanlarına nüfuz ederek köklü değişimlere sebep olmuştur. Küreselleşme adı verilen bu süreç, sınırları belirsiz hale getirirken bir taraftan içinde geliştiği ekonomik ve siyasal yapıları, kültürel ve sosyal değerleri, bireysel algıları, kuralları adeta küresel bir ateşle yakıp küle çevirmiştir. Yeni bir kimlik ya da kimliksizlik tanımı geliştirilmiştir. Kimlik, bireyin kendisine dönük algılarını içeren içsel bir süreç olduğu kadar, bireyin çevresinde elde ettiği bilgileri yorumlamasıyla oluşturduğu referansların işlenmesine dayanan çok boyutlu bir inşadır. İnsani varoluşun temel bileşeni olan kimlikler, aynı zamanda toplumsal yönünün bir parçasıdır. Bireyin ve toplumların yaşam deneyimlerini bir bileşkesi olan kimlikler, içinde bulunan zamanın ve mekânın şartlarına göre biçim alır. Moderniteyle birlikte toplumsal yapı, birey odaklı olarak yeniden tanımlandı. Bu temelde rasyonalite ve akılcılık, toplumsal yapının düzenlenmesinde merkezi bir rol oynadı. Modern anlayışta kimlik; değişken, çok boyutlu, bireysel ve pragmatik bir anlayışın ürünüdür. Bireysel ve toplumsal ilişkilerin tatmin derecesine göre değer kazanır ya da terk edilir. Bununla beraber aklın araçsallığı üzerine inşa edilen kimlik, bireye özgür iradesine dayalı seçimler yapma fırsatı tanısa da modern dönemin akışkanlığı, seçeneklerin çokluğu ve tüketilebilirliği, bireyi sürekli seçim yapmaya zorlayarak ahlaki veya ruhani bir amaca sahip olmasını engellemektedir. Bu durum, bireyi kendine ve topluma yabancılaştırırken kimliğini de köksüzleştirmektedir.
Postmodern dönemde içi boşalan kimlikler, boş zaman faaliyetleri, tüketim biçimleri, roller ve imajlarla doldurulmaktadır. Postmodernliğin kimlik sorunu, bir kimlik yaratarak ebediyen ona bağlı kalmak, sabitlemek değil, sürekli olarak yeni kimlik seçeneklerini açık tutarak belirli bir kimliğin hegemonyasından kurtulmaktır. Modernliğin derinleşmesiyle ortaya çıkan sorunlar, sık sık yer değiştirmeler ve hızla artan uyaranlar, insanları içe kapanıklaştırarak büyük ölçüde genel toplumsal hayattan koparmıştır. Gitgide daha fazla benlik kaygısı yaşamaya başlayan bireyler, ya kamusal hayata ilgisiz kalmış ya da şizofrenik bir savunma mekanizmasıyla kendi mahrem ilgilerini kamusal değerlermiş gibi görmeye ve göstermeye yönelmişlerdir. Ardından postmodernite, özgürlüğün üzerindeki bütün sınırları yasa dışı ilan edip eş zamanlı olarak toplumsal keskinliği ortadan kaldırarak, etik belirsizliği yasallaştırır. Öteki için var olma yerine kendi için var olmayı telkin eder.
Postmodern dünyada batı, zorlamanın yerine baştan çıkarma yolunu seçtiği görülmektedir. Postmodernite, tarihe herhangi bir amaç veya insana herhangi bir anlam veya merkezilik vermeyi reddeder. Bütün ideolojileri itibarsızlaştırır, tarihi de insanı da yadsır. Eskiden erdem olan şey günaha dönüşüyor, eskinin günahları ise yeniden itibarlarına kavuşuyor. Bu bağlamda dayatılan özgürlük süreci ise asla masum değildir. Belli bir ideolojiden ve tarihin belli bir idealist hareketinden yola çıkarak tüketim toplumunda ve sürekli daha fazla istememize dayanan bir ekonomide, tatmin olma hazzı kutsanırken erdemli davranışlar kusur olarak görülmektedir. Elbette insanların ezelden beri ihtiyaçları vardır, ancak ekonomi bir zamanlar bunları karşılaşma çabasındayken bugün esas amacı yeni ihtiyaçlar yaratmak olduğu görülmektedir, yaratılmaya çalışılan özgür birey nosyonu ile piyasa arasında karşılıklı ve güçlü bir ilişki geliştirilmektedir.”
Sunum soru- cevap faslıyla son buldu.