10 Ocak 2015 Cumartesi günü Muş Özgür-Der'de "Fatiha Suresi" üzerine akşam namazını müteakip bir tefsir sohbeti gerçekleştirildi. Sureyi tefsir eden Yusuf Kenan Atılgan, Kur'an'ı bir bina, Fatiha'yı bu binanın kapısı, Besmele'yi de kapının anahtarı olarak görmek gerektiğini söyledi. Çünkü besmele yaratan ile yaratılan arasındaki bağdır. Besmele çekmekle aslında, "Ben bu işi Allah'ı unutmaksızın ve Allah'ın dilemesiyle yapıyorum." demiş olmaktayız.
Bu nokta da, her an bir işte olan yaratıcı yerine Aristo'nun "Allah, evreni bir kez yarattıktan sonra artık onunla bir daha ilgilenmedi, onu kendi haline bıraktı. Çünkü Allah kendinden daha aşağı düzeydeki varlıklarla ilgilenmeyecek derecede yücedir. O sadece kendi zatı hakkında düşünür." şeklinde statik bir yaratıcı öngördüğünü söyleyen Atılgan, "Aristo'nun iddiasını çürütebilmek için hakk ile batıl, din ile hurafenin birbirine karıştığı bir dönemde dini anlamaya fatihadan başlamalıyız. En başta inancı özgürleştirme konusu üzerine yoğunlaşmalı ve inancı yaratana has kılmalıyız. Diri kimseleri uyarmak için indirilen Kur'an, vahyin karşısında ölü ruhlar, bedenler ve şuursuz insanlar istememekte; diriliği fiziki bir dirilik değil, zihni, kalbi bir dirilik olarak ifade etmektedir." dedi.
Yusuf Kenan Atılgan sureyi tefsirinde şu ifadelere yer verdi:
El hamdü lillahi rabbil alemin- alemlerin rabbi olan Allah'a hamd olsun." Hamd, övgülerin ve sevgilerin en mükemmeli, Allah için olmalıdır. Rab, terbiye eden, bir şeyi aşama aşama kemale ulaştıran, yaratan, yarattıktan sonra görüp gözeten, kollayan, onun var olması için gerekli olan zemini de yaratan demektir.
Müşrikler Allah'a iman ediyorlar. Ancak Allah'ın Rab oluşunu inkar ediyorlardı. Bu inkârları fiili idi. Çünkü onlar az öncede ifade ettiğimiz gibi, dünya işlerinden uzak bir Allah'a inanıyorlardı. İşlerine, hayatlarına karışmayan, kendilerini duymayan, görmeyen ve kendilerine el uzatamayan bir Allah.
Oysa Fatiha suresinde devam eden ayette, övgülerin tümünün "errahmâni'r-rahim." olan Allah'a yani özünde merhametli olan ve bu merhamet sıfatından sebep varlıklara merhametiyle muamele eden, Allah için olduğu belirtilmektedir.
"Maliki yevmi'd-din- O, din gününün maliki Allah'tır." Din günü yani "hesap günü" varsa bir yerde, o hesap gününün de bir hâkimi olması gerekir ki O'da Allah'tır.
Burada Kur'an genel bir mesaj sistemi olarak insanın önünde üç zamana ilişkin bakış açıları sunar: Geçmiş, günümüz ve gelecek. Yani adeta insana, "Geçmişin muhasebesini yap, bugününü kontrol et ve yarını planla." denilmektedir.
"İyyake na'büdü ve iyyake nestein" ayeti; eksiksiz ve katıksız bir Tevhid inancının dolayısıyla İslâm'ın getirdiği düşünce sisteminin temel dayanağı olmuştur. Yani, "Ancak sana ederiz kulluğu ve ancak senden dileriz yardımı. Ya Rabbi tamam. Seni şimdi tanıdım, Sen Allah'sın, Rab'sın, Rabbü'l-aleminsin, Rahmansın, Rahimsin, din gününün tek hâkimisin. Öyleyse sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım dileriz."
Şirki sadece putlara tapmak olarak anlamamalıyız. Allah'a verilen sözü, O'na karşı sorumlu olduğumuz ve yapmamız gereken bir şeyi, ondan başka birine karşı yaparsak, o fiili o konuda kişiyi Allah'a ortak koşmaya götürür.
Adî bin Hatem Peygamber (s)'e diyor ki:
-Ya resulallah, biz onlara (din adamlarına) secde ve(ya) rükû etmiyorduk, onlar için namaz da kılmıyorduk ki. Peygamberimiz hemen açıklıyor:
- Hayır! Tapmak sadece bir kimsenin/şeyin önünde yere kapanmak değildir. Nedir peki?
- Onlar size bir şeyi yasaklıyor, siz de ona uyuyordunuz.
"İhdina's-sırata'l-müstekıym- "Bizi dosdoğru yoluna ilet" Yani yalnızca Allah'a kulluk edin ve yalnızca ondan isteyin.
"Sıratallezine en'amte aleyhim, ğayri'l-mağdubi aleyhim ve laddâlliyn. Yani, "Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, ve sapıtanlarınkine de iletme." Buradan anladığımız, müminlerin Rasulullah ve ondan önceki tüm peygamberlerin yoluna iletilmeyi istemeleri gerektiğindir. Çünkü İslam, Hz. Muhammed ile değil Hz. Adem ile başladı. Dolayısıyla, "Sahabeler ve peygamberler de dahil olmak üzere, önceki peygamberlerin sadık ümmetleri hangi yoldan gitmişse bizi de o yola ilet." denilmiş olmaktadır. Bu nimet nedir diye soracak olursanız, bu nimet kesinlikle İslam'dır. Öyleyse, "Ey Rabbimiz..! Bizi Yahudileşmekten ve Hıristiyanlaşmaktan koru..! Yahudiler gibi dinimizi törenselleştirmekten Hıristiyanlar gibi ruhanileştirmekten bir bütün olarak dinimizi seküleleştirmekten bizi koru..!
Sonuç olarak; Ey insanlar! Ya da Ey Müslümanlar! Fatiha'nın ifade ettiği gerçekleri her gün o kadar çok ihlal ve ihmal ediyorsunuz ki, bu gerçekleri hergün sık sık hatırlamaya muhtaçsınız. Çünkü çok unutuyorsunuz.