Yılmaz Çakır tarafından sunulan seminerin özeti:
"Kur'an'a yönelişteki farklılıklar meselesine girerken öncelikle Kur'an algımızla ilgili birkaç başlığa temas etmek gerekiyor.
Geçmişte (70li yıllarda) Kur'an mealine karşı bir önyargı vardı. Kur'an'ı meal üzerinden okumak sakıncalı bulunurdu o vakitler. Bugünlere gelindiğinde en mutaassıp insanların bile Kur'an meali ile bir ilişkisi vardır. Bugün bir kişinin Kur'an'la ilişkisi normal bir metne yaklaşma gibi anlaşılıyor. Adeta okur-metin ilişkisi gibi bir noktaya, Kur'an okumayı indirgemek sağlıklı bir durum ifade etmiyor. O halde şu soruyu soralım, geçmişten günümüze bir mesafe aldık ama bu ilişki sağlıklı mı?
Kur'an'la ilişki kurmaktan kastımız nedir, bunu düşünmek lazım.
Kur'an'a sıradan bir metin gibi yaklaşan insanların oradan elde ettikleri salt bilgiyi din olarak algılamaları ve o bilgiye ulaş(a)mayan insanlara da bir ithamda bulunmaları karşılaşılan bir durum olarak meydandadır. Kur'anı (meali) bilen, anlayan ben ve bilmeyen , anlamayan alnı secdeli anne ve babalarımız. Örneğin ülkemizdeki meal okuma oranı yüzde beş ise Kur'an'ı anlama yani dini anlama oranı bu kadar deniyor! Gerisi ise meal okuyanın gözünde cahil hükmündedir. Burada tarihi geriye doğru sardığımızda Asrı Saadete kadar bir meydan okuma söz konusu oluyor.
Peki Kur'an'la temas böyle mi olmalıdır?
Peygamber böyle mi anlattı dini, Kur'an bilme algısı böyle mi olmalıdır?
Mesela Hz Ebubekir'in (r.a) 7 ya da 8 süreyi ezbere bildiği rivayet olunur. Hz Ömer'in (r.a) Kur'anda geçen bir çok kelimenin anlamını bilmediği ve bu konuda bedevilerden yararlandığı da bilinen bir gerçektir. Bu anlayış sahiplerine göre ansiklopedik bilgiye sahip olur gibi Kur'an'ı bilmek gerekir ki istenilen seviyede olunsun!
Böyle bir düzlemle muhatap olanlar, on beş asırlık birikimi elinin tersiyle itebiliyor. Geçmişe dönük ilmihal Müslümanlığı terkibiyle de geçmişe dönük bir aşağılama söz konusu edilmektedir.
Eleştiri argümanlarımızdan biri ''ilmihal müslümanlığı'' kavramıdır. Son yüzyılı parantez içine aldığımızda 100 yıl öncesinde Müslümanlar siyasal anlamda bir hükme ihtiyaç hissetmiyorlardı. İslam devleti küffara karşı cihada çağırdığında da koşuyorlardı. Geriye kalan şey ise günlük hayatlarını düzenleyecek bir ilmihale sahip olmaktı. Günlük hayatta ve düşünsel alanda modernizmin dayattığı banka, borsa vs. gibi sorunlar yoktu. "Siyasi, ikitsadi ve ibadi" olarak kategorize edebileceğimiz İslami düşüncede adeta siyasi ve iktisadi problemi olmayan Müslümanlar, ibadi kısmı da dolu dolu yaşıyorlardı. Buradan bakarak önceki asırlarda yaşayan Müslümanlar dini bilmemekle suçlanabilir mi? Enteresan bir şekilde bu yüzyılın başında Sıratı müstakim ve Sebilürreşad gibi dergiler vardı. M.Akiflerin, Babanzadelerin, Said Halim Paşaların yazdığı/çıkardığı bu dergiler ehliyetli, liyakatli ve dirayetli daha bir çok şahsiyeti bünyesinde barındırıyordu. Bu süreç 1920' lere kadar geldi, 1923' te İslamcı dergilerin esamesi okunmuyordu. 18 yıl ezan Türkçe okundu. İnsanlar jandarma baskısıyla Mushaflarını sakladılar. Bu dönemde Kur'an ya da din gizlice yaşandı, topluma nüfuz ederek yaşadı. Ceberrut yapı zayıflamaya başlayınca tekrar işe başlandı.
İslamın ilk ve en zayıf alanı siyasal alandır ve siyaset ümmeti yoran ve zayıflatan bir alan oldu. İlk havaric hareketinden beri bu meseleye çözüm üretmek zordur. Ancak siyasal bütünlük ve güçlü liderlikle ümmetin toparlanması sağlanabilir.
Siyaset dahil Kur'an'dan hiçbir zaman uzak kalınmadı. Kur'an'dan uzaklığın en bariz olduğu dönem Kemalizmin dayattığı dönemdir. Buna da fetret dönemi diyebiliriz.
Bizim tüm bu süreçlerin sonucunda Kur'an'la ilişkimiz onbeş asırlık ihmal edilen bir Kur'an'ı yeniden keşfetmek, arkeolojik bir kazı yaparak bir tablet bulma heyecanıyla dini bilgiyi ele geçirmek şeklinde olmadı. Kur'an hep toprak üstündeydi, dolayısıyla mealle kurulan ilişkiyi, sonradan bulunulan bir tablete indirgeyemeyiz. Bu zemini kavrayamayan insanlar için Kur'an ya da meal, önceki, bilgisiz insanların ulaşamadığı, ancak ve ancak modern insanın ulaşabildiği bir kaynak haline geliyor!! Buna modernist yaklaşım diyebiliriz. Bir kısmı tarihselci olan bu yaklaşım sahipleri için de, muamelat yada ahkam ayetleri diye bilinen ayetlerin (zina, hırsızlık, miras ayetleri gibi) günümüzde uygulaması olamayacağı için(!) iptali ya da baypass edilmesi gerekiyor. Bir başkası da diyor ki Kur'an'ın tümü tarihseldir. Kur'an "maksat" inşa etmek için indirildi. Belli bir dönemde Muhammed (as) diliyle geldi ve sadece o döneme, o kültüre hitabetti!! Kur'an'ın maksadı iyi insan var etmekti, biz bu iyi insanı Kur'an'dan ilhamla gerçekleştirebiliriz! Bunun için bir metne ihtiyacımız yoktur, dediler. Adeta modern insana ayıp oluyor ezikliğiyle ibadetleri bile esnetmeye ya da yok etmeye çalışıyorlar! Modernite burada onlar için kutsal ve temel paradigmadır. İnsanlığın ancak son iki yüzyılını işgal eden bu dönem sanki son ve kâmil bir zirvedir! Oysa büyük tahripkar savaşların, ahlaki zaafların bulunduğu bir zaman dilimidir yaşadığımız bu dönem. Müslüman için en faziletli çağ olan asrı saadetin yerine modernist kişi, bu çağı erdem ve kemalat çağı olarak alır ve Kitap din vs. bu noktaya göre değerlendirilir. Kıyas ve kıstas bu son nokta baz alınarak yapılır.
Bir başka yaklaşım da Kur'an çalışması adı altında mealcilik olarak tanımlayabileceğimiz yaklaşımdır. Özelliği ise dindeki bir takım yanlışa hurafeye itiraz etmek adına, köktenci ve toptancı yaklaşımı benimsemeleridir. Güya yanlışa kaynaklık eden ne varsa söküp atıyorlar! Hadisin Kur'an'a arzını gereksiz görüp, tümünü atıyorlar. Siyer ve sünnet gibi meselelerin çok tali, hatta gereksiz olduğunu ifade ederler. Oysa dinin direğidir denilecek kadar önemli bir amelin, yani namazın Kur'an'da teferruatı ile düzenlenmiş hali bulunmuyor mesela. Bu bir çıkmaz olarak duruyor. İbrahimi gelenek olarak gelen ama Resulullah (as) tarafından tamamlanıp öğretilen bu ibadeti anlamlandırmak için Peygamberi atlayıp, Hz İbrahim'e uzananların tenakuzu şudur ki, namazı kendilerine İbrahim as tebliğ etmiş değildir. Namaz sadece Hz İbrahim'den bile gelse bunu kim taşımıştır! Sakın bu taşıyıcılar cahiliye Arabı olmasınlar!! Müşrik Arab'ın aktarımına itimat edip, sahabe aktarımına şüphe ile yaklaşmak doğru mudur?! Tarihi olması, rivayet ve silsile yoluyla gelmesinden dolayı bir şeyin tümüne itiraz ediliyorsa dindeki en temel amelin kendisine haşa namaza itiraz etmek lazım! İşte mealcinin açmazı budur.
Kitap ve peygamber birbirini tümleyen olgulardır. Ruh ve beden ilişkisi gibi bir kavramdır bunlar. Kur'an yirmi üç yıllık serüveninde bizzat peygamberle inşa oldu.
Modern yaklaşımlar dışında ana gövdeden olan bazı zaaflar da var. Onunla klasik ilişki kuranlardan bazıları ise sufi yaklaşım adı altında batıni ve işari yorumlama biçimine girdiler. Batıni yorumlama daha ziyade şiilerin metodudur. Görünenin arkasında bilinen anlamın dışında bir de batıni anlamının olduğunu iddia ederler. Bunların aşırılarına göre namaz, imamın emirlerine itaat demektir. Cennet, masum imamın hizmetinde bulunmak gibi en temel konularda bile anlamı buharlaştıran bir yönü vardır. Bilgi kaynağında bir sapma olmuştur. Gaybi bilginin yegane kaynağı vahiy iken, bu ekol için sadece vahy değil keşif ve ilham da hakikatin kaynağıdır. Allah'la peygamberle buluşma, konuşma efsaneleri de buradan çıkmaktadır. Konuyla ilgili bir çok örnek verilebilir. Örneğin Muhyiddin Arabi'ye göre kendisi velilerin sonuncusudur ve ümmetin velileri de geçmiş bütün peygamberlerden daha değerlidir. Allah ile doğrudan konuşabilirler! Vahdet-i vücud adı altında ya da fenafillah şeklinde ifade bulur bu yaklaşımlar. Klasik tarihselcilik de diyebileceğimiz bu yaklaşımda Kur'an lafzı önemsiz olmamakla birlikte, batini anlam yanında bu ikincil önem arzeder. Asıl olan lafzı değersiz kılan bir yaklaşımdır oysa bu."
Program soru cevap faslının ardından sona erdi.