Özgür-Der Küçükçekmece Temsilciliği'nin düzenlemiş olduğu alternatif eğitim derslerinde bu hafta "Kader Anlayışı ve İradenin Önemi" konusunu Hamza Türkmen değerlendirdi.
Program, Abdullah Yusufoğlu'nun Kur'an ve meal okuması ile başladı. Ardından Hamza Türkmen, "Kader Anlayışı ve İradenin Önemi" konulu bir konferans verdi.
"Hz. Osman dönemi, Cemel vakıası ve Sıffin ile başlayan ihtilaf süreci sonucunda sahabeler 3 kısma ayrılırlar. Hz. Ali'yi destekleyenler, Muaviye'yi destekleyenler ve tarafsız kalanlar. Ümmet için çok sancılı ve sıkıntılı geçen bu dönem sonunda Emeviler iktidarı ellerine geçirmeyi başarıp, saltanatlarını meşru kılmak adına birtakım uydurma ve yalan hadislere başvurarak kader anlayışını yeni bir forma sokmaya çalışırlar. Bu dönemin en etkilisi hiç şüphesiz Mürcie ekolüdür. Mürcie'nin bu dönemde hadis katkısı, said-şaki tartışmaları ve iman-amel ilişkisi gibi tartışmalar toplumda kader anlayışının değişmesine ve tartışılmasına sebebiyet vermiştir. Bir insanın doğumunda alnına yazılan said yazısının, ömrü boyunca günah içinde yaşamasına rağmen son zamanında yapacağı bir eylem ile cennete, alnında şaki olanların ise ömrü boyunca ibadetle geçirse dahi ömrünün sonunda işleyeceği günah vesilesi ile cehenneme gideceği anlayışı toplum içerisinde yaygınlaştırılmış ve böylelikle alın yazısı, kader gibi kavramlar toplumun zihnine kazınmıştır. Dönemin etkili ve önemli isimlerinden Hasan Basri, bu durumun önüne geçmeye çalışmış ve emirül mü'minun Abdülmelik ile birçok kez mektuplaşmıştır. Ancak Emevilere bağlı saray ulemasının, saltanatı meşru kılmak adına Kur'an ayetlerini bütünlükten kopartarak kullandıkları terkip sonucunda toplumda 'sizin kaderiniz', 'ısırıcı meliklik' anlayışı oturtulmuştur." dedi.
Hamza Türkmen, konunun tarihi altyapısını açıkladıktan sonra konuşmasına diğer ekollerin kader ve kaza ile ilgili görüşleri ile vahyin bakışının nasıl olduğunu anlatarak devam etti:
"Ebu Hureyre'den: 'Biz kader konusunda tartışırken Resulullah karşımıza çıktı. Yüzü o derece kızarmıştı. Bununla mı emrolundunuz. Yoksa ben size bunun için mi gönderildim. Sizden öncekiler bu mevzuda tartışmaya başladıkları zaman helak olmuşlardır. Bir daha sakın ola ki bu konuda tartışmayasınız.' (Tırmizi) 'Kaza bahis konusu olunca dilinizi tutunuz.' (Taberani). Hz. Peygamber ve raşid halifeler döneminde kader ve kaza gibi kavramların tartışılmadığı bilinmekte. Oysa ki, Emeviler döneminde özellikle tartışılmaya başlanan ve kelami tartışmalar ile mezhepler tarafından akaidleştirilen bu kavramlar, aynı zamanda birbirleri arasında farklılık göstermektedir. Eş'ari ve Maturudi ekollerinin kaza ve kader anlayışında olduğu gibi. Eş'ari, Allah'ın ezelde irade buyurduğu şeyleri bilmesine kaza, bildiği şeyleri yaratmasına ise kader demiştir. Maturudi ise; Allah'ın her şeyi bilmesi, takdir etmesine kader, takdir ettiğini zamanı geldiğinde yaratmasına ise kaza demiştir. Amentü şartları içerisinde kadere iman vardır. Hayır ve şerrin Allah'tan geldiği vardır. Tüm bu kelami tartışmalardan kaynaklanan yorumlar ise daha sonra akaid kitaplarında nass haline gelmiştir. Oysaki nass, vahyin bildirdiğidir. Diğerleri yorumdur ve kesinlik ihtiva etmezler. Durum böyle olunca öncelikle Kur'an'da kaza ve kader nasıl geçiyor bunu anlamak gerekiyor. Kur'an'da kader kavramı geçmektedir ancak şimdiye kadar anlatılanlardan farklı olarak geçmektedir. Kur'an'a bütüncül olarak baktığımızda kader'in 'takdir' anlamında kullanıldığını görüyoruz. Adetullah anlamındadır. Kaza ise 3 anlamda kullanılır:
1-Tamamlandı, bitirdi
2-Buyurdu, buyurmuştur
3-Bildirmek, ihbar etmek
Kader ve kaza ile ilgili ayetlere bakıldığında hidayet kavramının da kaza ve kader içinde yer aldığını görmekteyiz. 'Allah istediğini hidayete, istediğini dalalete sürükler.' veya 'Allah bazı insanların kalplerini hakikate karşı mühürlemiştir.', 'Allah haddi aşanları hidayete erdirmez.', 'Allah takva sahibi olanları, dileyen ve ihlaslı olanları doğru yola iletir.' gibi ayetler bize kader, kaza ve hidayet kavramları hakkındaki doğru bilgiyi anlamamızı sağlarlar. Yani, kişi kendi yaptığı eylemler neticesinde hidayete ya da dalalete sürüklenir. Kendi hakkındaki kararı, kaderi ve kazayı kendisi belirler. Allah ise onda olanı takdir eder, tamamlar." dedi.
Hamza Türkmen, kaza, kader ve hidayet kavramlarını açıkladıktan sonra irade konusu hakkında özetle şunları söyledi:
"Dikkat çekilmesi gereken bir nokta da rüşd yaşıdır. Allah insanı takva ve fücur üzerine yaratır. İnsan belli bir rüşd yaşına geldiğinde sorgulamaya başlar. 'Ben kimim?', 'Ne için varım?' türünden sorgulamalar yapar. Bu sorgulamadan 3 sonuç çıkar:
1-Ne yapması gerekeni bilir ancak doğruyu saklamaya çalışır.
2-Atalar dinine uyar.
3-İlgilenir ancak geçiştirir.
İşte tüm bunlar insan hayatının dönüm noktalarıdır. İmam Ebu Hanife rüşd yaşını 25, İmam Şafii 40 olarak belirlemiştir. İnsanın rüşd yaşı, yani mükellefiyet ve sorumluluk alması aynı zamanda emaneti kabullenme, akletme, tartma ve başıboş bırakılmadığını anlama yaşıdır. Zaten Allah insanları başıboş bırakmamış ve vahyi göndermiştir. İşte bu vahiy doğrultusunda hareket edebilmek için de irade ön plana çıkar. İnsan birleme üzerine yaratılmıştır ancak takva sahibi ya da fücur sahibi olması irade iledir. İmtihan için gerekli olan aklı veren Rabbimiz irademizi kullanarak doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt etmemizi ister. Seçme yetisini insana bırakır. İradeyi insana bırakmamış olsaydı eğer yaratılmanın gereği olmazdı. 'Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur.' (Mülk 67/2)"
Hamza Türkmen, sözlerini bilgi konusunu açıklayarak tamamladı:
"Sonuç olarak; Allah bizlere şah damarımızdan daha yakındır. Her şeyi yaratmıştır ve O her şeyi bilir. İnsanın bilgi formu ile Allah'ın bilgi formu bir değildir. Çünkü Allah yaratılmışlara benzemez. Evren, bir kader, bir ölçü üzere çalışır. Makro açıdan bakıldığında insan evrende bir nokta kadar bile yer kaplamaz. Bir nokta kadar yer kaplamayan insanoğlunun aklı, gönderilen vahiy çerçevesinde bilgi sahibi olur. Dolayısıyla bilgi formumuz Allah'ın bize bildirdiği kadardır. Allah'ın zatı bilinemeyeceği için Allah'ın bilgisi de bilinemez. Yaratılmışlık formu içerisinde düşünebiliriz. Merak edebiliriz ancak yaratılmışlar kadar bilebiliriz. Allah bizim bilmemizi bilir ancak biz bilemeyiz. Allah'ın alanını tartışmak gayba taş atmaktır. Merak türünden ortaya çıkan düşünceler ve yorumlar nass değildir. Kader ve kaza konusunda felsefi ve kelami yorumlar iman umdesi olamazlar. Gaybi alan ile ilgili olarak Allah bizlere ne bildirdi ise bizler onlara iman etmek durumundayız."
Program, dinleyicilerin soru ve katkıları ile sona erdi.
Sedat Hasanbaşoğlu / Haksöz-Haber