Hülya Şekerci, bu soruyu sürekli sorarak daima kendimizi güncellememiz gerektiğinin önemini vurguladı. Bir kişinin sözünün etkili olması için inandığı değerlerin hayatta görünür olması gerekmektedir. İnancın hayata hâkim kılınması bir mümin için olmazsa olmazdır. Çünkü inancımızı ne kadar görünür kılabilirsek, sözümüzün etki gücü de o kadar yüksek olur. Eğer inandığımız değerleri hayatımıza yansıtamazsak, verdiği tavsiyeleri kendisi uygulamayan obez bir diyetisyenin, zayıflamak isteyen hastaları karşısındaki gibi bir durumda oluruz. İnsan somut, elle tutulan bir şeyler görmek ister ve sıkıntı da buradan kaynaklanmaktadır. Bakara suresi 44. ayette de bahsedildiği üzere "Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip bizzat kendinizi unutuyor musunuz? Akıl etmiyor musunuz?" bağlamında inancımızın şahitliğini yapmak zorundayız ki söylediklerimiz, tebliğ ettiğimiz kitleler nezdinde inandırıcı olsun.
Şekerci konuşmasına Hud suresi 87. Ayet ile devam etti. "Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!" İman ve amel bir bütün ancak ben iman ve amel kavramlarının ayrılığından söz etmek istiyorum. Kuran-ı Kerim'de iman etmek eyleminden hemen sonra salih amel kavramı gelmiştir. Evet, ideal olan ikisini iç içe geçirebilmektir ancak hayatımızdaki karşılığı siyah ve beyaz olmuyor, gri alanları da görebiliyoruz. Gerçekten iman eden kimse amelini işlemiyor veya amelini yapıyor ancak sağlam bir imana sahip olmayabiliyor. Rabbimiz Kuran'da İmran ve ailesini seçtiğini, âlemlere üstün kıldığını (Alî İmran/33 buyuruyor. Demek ki iman etmede böyle bir fark söz konusu. Bizlerde kendimizi İmran ailesi gibi sadece ve sadece Allah'a adanmalıyız.
Bugün Kuran okumalarımızda hayatı anlamayan, hayatı es geçen bir anlayış hakim. Örneğin Tebbet suresinde "Kurusun o Leheb'in elleri." derken Esed'i hatırlamıyorsak, Ebu Leheb'in karısı ise Esed'in saraydaki karısını hatırlatmıyorsa, yapılan zulümleri onların yaptıklarıyla anmıyorsak, o zaman bu pratiğe yansımayan, zaaflı bir bilgidir.
Müslümanların dünyevileşme sıkıntısından bahsedecek olursak bu konuda özeleştiri yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Zaaflarımızdan biri dünyevileşmektir. Hedefi dünya olan, ufkunda ahiret görünmeyen bir yaşam biçimidir dünyevileşmek. Allah'ın bize verdiği nimetleri O'ndan bağımsız düşünmektir. Eğer böyle olur, kişi kendindeki nimetlerin emanet olduğunu unutarak Allah'la olan bağını koparırsa dünyevileşir.
Şekerci; Konuşmasında daha çok dünyevileşme zafiyetinden bahseden bu zafiyete pratik hayattan örnekler vererek devam etti:
"Kimse kendi rahatından feragat edemiyor. Tatil günlerinde toplanıp program yapılamıyor. "Bir pazarımız var." deniliyor. İnsanların rızık korkusu cehennem korkusunu önüne geçmiş gözüküyor. Allah için değil kendisi için çocuk yetiştiren anneler, çocuklarını kendisi için giydiriyor, yediriyor ve içiriyor. Bu yüzden gürbüz bir çocuğun annesine iyi anne gözüyle bakılıyor. Son zamanlarda Allah'ın dinine yardım etme düşüncesinden yoksun entelektüel kaygıyla yapılan bu tür çalışmalar kişiyi kendi fildişi kulesine hapsediyor. Konformist yaşam anlayışı elimizdeki nimetlerin kıymetini anlamayı güçleştiriyor. Şimdiki şartlar İslami düşüncenin yeterli düzeyde olmasına rağmen bizler bunu hak ettiği derecede değerlendiremiyoruz. Sahip olduğumuz bilgi, birikim ve nimetlere bulacak mazeretimiz olmamalı ve etkinliklerimize ve eylemlerimize hız kazandırmalıyız. Çünkü Rabbimizin de dediği gibi bize verilen nimetlerden hesaba çekileceğiz (Tekasür/8). İmran ailesi gibi gerçekten kendimizi ve sahip olduklarımızı Allaha adanma bilinci ile kuşanmalıyız, diyerek sözlerine son verdi.
Panel dinleyicilerden gelen sorulara verilen cevaplarla sona erdi.