Yoğun bir dinleyici grubuna sunum yapan Recep Şencan sözlerine tasavvufun oluşum sebeplerini irdeleyerek başladı. İslamın ilk yıllarında tasavvuf diye bir şey yoktu. Hicri ikinci yüzyıldan sonra fetihlerin geniş topraklarda vuku bulması sonucu olarak değişik kültürlerin kısa zaman içerisinde İslamın özünü anlamadan İslamlaşma süreci ile başladığı gözlemlenmektedir. Tasavvufun ilk temsilcilerinin acem (İranlılar) olduğu bilinmektedir. Tasavvuf akımının bariz temsilcileri olan Kuseyri, Cami, Atar, Kelebazi, Suhreverdi, Gazali, Bistami, Hallaç, Tebrizi, Rumi gibi kişilerin acem menşeli kişiler olduğu bir gerçektir. Kur'an-ı Kerim'de tasavvuf ile alakalı bir ayet yoktur. Tasavvuf kelimesi suf kökünden türemiştir. Suf, yün demektir, Küfe de zahidlerin yün giymesinden ötürü tasavvuf kelimesi türemiştir. Tasavvufçular akımlarını kalbi temizlemek, kalbi saf yapmak, kötü huylardan vazgeçmek olarak tanımlamaktadırlar. Tasavvufun hal işi olduğunu yaşayanın bileceğini tarifi ile anlaşılamayacağını söylemektedirler. İslam toplumunda tasavvufa yönelişin nedenleri: İnsanların tasavvufa yönelmeleri sebeplerinin beklide en önemlisi, yöneticilerin ve uyguladıkları yöntemlerin, İslam'dan sapmalarıdır. Hz. Osman'ın şehid edilmesi Hz. Ali ile Muaviye arasında baş gösteren anlaşmazlık ve savaşlar, İslam toplumunda büyük tedirginliklere yol açmıştır. Bir takım insanlar kendilerini ve yakınlarını bu savaşlardan uzak tutmak, fitneden korunmak için toplumdan kendilerini soyutlamış ferdi planda islamı yaşamaya çalışmışlardır. Tasavvufun bu dönemlerde toplum içerisinde kök saldığını söyleyebiliriz. Bir taraftan fetihlerle birlikte ganimetler elde edilmiş, ancak adil bir paylaşım söz konusu olmamış, zenginlik toplumun bir kesiminin elinde kalmış, diğer yandan yayılmalar sonucu hristiyanlık, ruhbanlık, hindistan, iran ve Şamanizm kültürleri ile tanışılmış, bu kültürlerin etkisi ile islamın saf berrak yönü bulandırılmış oldu. Toplumda kargaşa, zulüm ve fakirlik büyük ölçüde artmış, kimileri arık bu işlerin düzelmeyeceğini, elden bir şeyin gelmeyeceğini, insanların yoldan çıktığını, kıyametin her an kopabileceğini, mehdi'nin gelmesini beklemekten başka çarelerinin olmadığını düşünerek bir kenarı çekilmiş, günlerini münzevi ibadet ve zikirlerle geçirmeye koyulmuşlardır. Toplumda emri bil maruf, nehyi anil münker faaliyeti ihmal edildiği için, kötülükler alabildiğince yayılmış, içki, kumar, fuhuş, kavmiyetçilik, zorbalık, kabilecilik yayılmış, samimi dindar insanları bu durum tedirgin etmiştir. Artık insanların dini yaşamalarının zorlaşacağı, elde ateş tutmak kadar zorlaşacağı, oturanların yürüyenlerden hayırlı olacağı, evlerine kapananların dışarıda olanlardan daha emin olacağı gibi söylenti ve telkinler insanları etkilemiştir. Bütün bu yaşananlar samimi insanların sahneden çekilmelerini, kendi başlarının çarelerine bakmalarını, kendilerini ferdi olarak ibadete ve zikre vermelerini, mücadele zemininden inzivaya çekilmelerini getirmiş ve tasavvuf bu şartlar altında bir nevi züht hayatı olarak İslam toplumuna girmiştir. Tasavvufta bilginin yolları: İslamı ölçülere göre bilginin kaynağı olarak duyu organları vardır. Allah bilgiyi resulleri aracılığı ile insanlara bildirir. Peygamberlerin verdiği haber kesin ve gerçeğin ta kendisidir. Yüce Allah tarafından kendisine vahiy yolu ile bildirilir. Gayb konusunda Allah'ın bildirdiklerinin dışında peygamber'lerin bir şey bilmesi söz konusu değildir. Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak değildir. Ama Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve elçisine iman edin. Eğer iman eder ve sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır. Ali İmran (179) Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Şura (51) Ayetler ışığında, gayb konusunda bilgi kaynağı olarak sadece Allah'ın bildirdiğinin olduğu, başka bilgi kaynağının olamayacağı bunu da sadece seçilmiş peygamberler aracılığı ile insanlara bildirildiği, peygamberlerinde vahyi ne şekilde alabileceği çok açık bir şekilde ifade edilmesine rağmen tasavvuf ekolü keşif ve ilham yolu ile bilginin kaynağına ulaştıklarını, Allah'ı temaşa ettiklerini, levhi mahfuz'u okuyabildiklerini iddia etmektedirler. Tasavvufa göre keşf; maddi görme organı olan göz ile değil basiret ya da kalp gözü ile görmektir. Aklın idrak sınırlarının ötesinde olan, duyu organları ile görülmesi algılanması mümkün olmayan gizli, gaybi şeylerin bilinmesi onlara muttali olunması demektir. Bu da ayetle ne kadar uyuşuyor diye sormak gereklidir. Tasavvufa göre bilgi sahibi olmanın tek yolu nefis tezkiyesinden geçmektedir. Muhittin Arabi hayatının son günlerini yaşayan tefsir alimi Fahrettin Razi'ye yazmış olduğu meşhur mektupta "okuyup yazarak, ilim tahsil ederek eserler yazarak ömrünü boşa geçirdiğini, bunu yerine mücahede ve mükaşefe yolundan gitseydi bütün bunlara ihtiyaç kalmayacağını, elde ettiği bilgilerin boşuna olduğunu, keşif ve ilim yolundan gitmeyenlerin akıbetini hüsran olacağını" söylemektedir. Yine İbni Arabi "yazdığım ve yazmakta olduğum bütün şeylerin ilahi bir yazdırma, rabbani veya ruhuma yapılan bir üflemedir.." demektedir. Tasavvufçular bir de bilgiye ulaşma yolunun işrak olduğunu söylerler. İşrakı, insanın kalbinde hakikat nurunun parlaması ve meçhul olan şeylerin bilinmesi olarak tanımlarlar. İşrak bilgisi sadece seziye dayalı bir bilgidir. Akıl ve duyular aleminin ötesinde bir alandır. Sezgi yolu ile edilen bilgi tasavvufçunun kalbine damlar, oda bunu alır, buna ledünni bilgi denilir. Tasavvuf ilimlerinin büyük çoğunluğu bu ilme dayanır. Tasavvufçular bu bilgi kaynağına delil olarak Kuran-ı Kerimde geçen Musa a.s ile ilim verilmiş bir kişi arasında geçen kıssayı göstermektedirler: "Musa a.s peygamber olduğu halde kendisine ilim verilen kişinin ne yaptığını algılayamamıştır." Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. (18/65) ayetini delil olarak göstermektedirler. Oysaki burada geçen kendisine ilim verilmiş kulun görevlendirilmiş, melek olduğu daha büyük bir olasılıktır. Zira Lut kavmini helak etmek için gönderilmiş insan kılığında meleklerin var olduğunu biliyoruz. Tasavvufun teorileri ve kullandıkları kavramlar: 1- Hakikati Muhammediye: Hz. Muhammed'in hakikat olarak Allah'ın yarattığı ilk varlık olduğu, alemin onun için var edildiği ve bütün varlıkların onun nurundan yaratıldığı esasına dayanmaktadır. Bugün evlerde okutulmakta olan Süleyman Çelebi'nin yazmış olduğu mevlitlerde bu konu işlenmektedir. Hak teala ne yarattı evvela, Cümle mahlukattan kim evvel ola, Mustafa kulunu evvel kıldı var, Hem vesile olduğu için ol resul, Adem'in tevbesini kıldı kabul…. 2- İnsanı Kamil: Bu terim Kur'an ve sünnette olan bir terim değildir. Tasavvufa göre baştan başa bütün alemin etrafında döndüğü kutuptur. Varlık yaratıldığından beri insanı kamil tektir ve tek kalacaktır. Kendi asıl adı Muhammed'dir, ama dünya kurulduğundan beri çeşitli peygamberler sureti ile görülen odur. 3- Vahdeti Vücut: Vahdeti vücudun kaynağı Yunan felsefesi ve panteizimdir. Allah ile alemin aynı olduğunu, Allah alem ikiliğinin bulunmadığını söyleyerek alemde var olan her şeyin Allah'ın bir görünümü olduğunu var olan her şeyin tek bir vücudun parçaları olduğu felsefesidir. 4- Vahdeti Şuhut: Vahdeti vücut teorisinin tevhide aykırı İslam dışı bir inanç olduğunu söyleyen imamı rabbani ona benzeyen vahdeti vücudun değişik bir versiyonu olan vahdeti Şuhut teorisini ortay atmıştır. O da şudur: sali karadığı varlığa o kadar bağlanmalıdır ki her şey var olduğu halde o hiç bir şeye bakmamalı hiçbir şey görmemeli onun kalp gözüne hiçbir şey girmemeli bu sayede Allah'ta yok olmalıdır. Recep Şencan, veli ve rabıta kavramları üzerinde birkaç açıklamada bulunduktan sonra da keramet ile alakalı tasavvuf kitaplarında var olan bazı örnekleri verdi. Karşılıklı soru ve cevaplarla seminer sona erdi. |