Program, Abdullah Yusufoğlu'nun Kur'an-ı Kerim ve meali'ni okuması ile başladı.
Kenan Alpay, insan'ın yaratılması ve tanımlanması ile başladığı konuşmasına; "Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını söylediğinde melekler O'na "yeryüzünde kan dökecek, fesat çıkaracak bir varlık mı yaratacaksın" demişlerdi. Allah'da meleklere, "sizin bilmediklerinizi ben bilirim" diye cevap vermişti…ve ademe isimleri öğretti..sonra meleklere "eğer doğru sözlüyseniz bana bunları isimleriyle haber verin" dedi..melekler; "Sen yücesin, bize öğrettiğinden başkasını bilmeyiz" dediler."
Müslümanlar olarak bizlerin yaratılma ve kavram süreci işte böyle başlar. Bizler, dini, hayatın bütünü olarak algılar ve hayatımızdaki tüm kavramları Kur'ani perspektif ile değerlendiririz. Ancak, vahiyden habersiz veya vahyi merkeze almayan rasyonalist akıl da kendi kavramlarını oluşturur. İnsanoğlu, hangi ideolojiye sahip olursa olsun kavramlara ihtiyaç duyar ve bu kavramları belirleyerek kendi ideolojisini ya da inancını tartışır.
Felsefeciler insanı tanımlama çabasına girmiş ve bazı sıfat ve nitelikleri öne çıkarmışlardır. İnsan nedir sorusuna cevap mahiyeti taşıyan "konuşan hayvan, düşünen hayvan veya başkaldıran hayvan" tanımlamaları dikkat çekicidir. İnsanoğlu'nun zihinsel işleyişi, hayata bakışı, olayları değerlendirme biçimi ve algısı kavramlarla belirlenmiştir.
Örneklendirmek gerekirse ağaç dendiğinde kökü toprakta olan, gövdesi, dalları ve yaprakları olan bir nesneyi algılarız. Masa dendiğinde, ayakları yere sağlam basan kare, dikdörtgen ya da yuvarlak, üstü düz araçları algılarız. O halde kavram nedir? Kavram; herhangi bir şeyin ya da varlığın insanoğlunun zihnindeki karşılığıdır. Soyut veya somut olabilir elbette. Kavramlarla tanır ve biliriz. Konuşma ve anlaşmanın temelinde kavramlar vardır. Eğer,kavramlarda bir değişiklik, içini boşaltma türünden şeyler gerçekleşir ise insanların algısında da değişiklik meydana gelir. Anlam kaybı, anlam kayması, kavramın içeriğinin boşaltılması veya daraltılması gibi durumlar anlaşmazlık ve çatışma doğurur.
Konfüçyüs'e: "Eğer bir ülkede yönetici olsaydınız, ilk iş olarak ne yapmak isterdiniz?" diye sordular. "Kuşkusuz ilk iş olarak dili düzeltirdim." Diye karşılık verir. Şaşırıp "niçin?" diye soranlara Konfüçyüs'ün cevabı şu olur: "Çünkü eğer dilde bozukluk varsa, söylenen şey, söylenmek isteneni anlatmaz. Eğer söylenen istenen anlamı yansıtmazsa, yapılması istenen şey yapılmaz. Eğer istenen yapılmazsa, ahlak ve sanat bozulmaya uğrar; eğer ahlak ve sanat bozulursa, adalet doğru yoldan çıkar; eğer adalet doğru yoldan çıkarsa, halk çaresiz bir bunalıma sürüklenir. Sonunda söylenen söz hakkında doğru karar verme fırsatı kalmaz. Böyle bir durumu önlemek, her şeyden önemlidir."
Örnek vermek gerekirse, 1908'den sonrasında İslam'a ve İslami şahsiyetlere karşı yapılanlara bakıldığında, karikatür dergilerinde bile Müslümanların aşağılandığı, uzun burunlu, pis sakallı, pörtlek gözlü, kepçe kulaklı tipler olarak çizildiğini, en çirkin işleri yaparken resmedilenlerin "inşaallah, maşaallah, azizim hamdolsun" gibi sözlerle karalanmaya çalışıldığını biliyoruz. Toplumun zihninde oluşturulmak istenen böylesi bir algıydı.
1980'li yıllarda Duygu Asena'nın "Kadının Adı Yok" adlı kitabına benzeyen kitaplarda ve bu düşüncelere paralel filmlerde topluma verilen mesaj, insanların nikâhsız olarak da birlikte olabileceklerini işliyordu. Nihayet "Yabancı Damat" adlı dizide Hıristiyan olan bir erkeğin Müslüman!!! olan bir kız ile evlenmesini toplumun yadırgamaması gerektiğini işleyen sözde komik ama aslen trajik bir şekilde gördük. Namus,iffet gibi kavramların içinin zaman içerisinde nasıl boşaltılabileceğini, Müslüman insanların zaman içinde terörist, yobaz, gerici gibi nasıl algılatılabileceğini gördük..Toplumlar, kavramlar vasıtası ile değiştirilir ve dönüştürülür. Bu değişim-dönüşüm bazen olumlu olup ıslah edicidir. Bazen de olumsuz olup ifsad edicidir." dedi.
Alpay konuşmasını Kur'ani kavramlardan örnekler vererek sürdürdü. "Bizler, elbette Kur'ana ve onun bize öğrettiği kavramlara göre düşünmeli ve yaşamalıyız. Cumhuriyetin kuruluşu ve Latin alfabesine geçişten sonra toplum olarak dil ve bilgi konusunda fazlası ile bir kaybımız oldu. Arap ve Fars kökenli kelimeler sözlükten çıkarıldı ve Osmanlı döneminin mevcut konuşma ve yazışma dili olan 85-90 bin kelimeden 6000 kelimeye düşürülen sözlüklerden ibaret yapay ve seküler bir dil oluşturuldu. Dolayısıyla İslami kavramları tanımamız ve öğrenmemiz de gecikti. Önceleri "veli" kavramının "evliyaullah"a ve keramet gösterenlere ait olduğunu düşünürdük. Oysa ki, Kur'an okumaya başladığımızda anladık ki veli kavramı mü'minlere ait temel bir özellik. Sabır kavramına baktığımızda, yapılan zulme sessiz kalıp oturan, sabreden insanlar topluluğu gibi algılardık. Ancak, Kur'andan öğreniyoruz ki, sabır, bilakis zulme karşı direnen, başkaldıran insanların, direnen insanların bir özelliğidir. Kur'an dirençsiz bir sabırdan bahsetmiyor. Tağut kavramı, ilk olarak duymaya başladığımda merak ettiğim, meali açtığımda Arapça yazısında tağut olarak okunan ancak türkçe mealinde "şeytan" yazan bir kavramdı. Evet, şeytan da bir tağuttur ama her tağut şeytan değildir. Daha sonra öğrendim ki, tağut; tuğyan manasında taşkınlık yapmaktan gelen, bir nehrin taşması gibi anlamı olan bir kavram.
Türkiye'de kavramların doğru bir biçimde anlaşılmaya başlanmasında Mevdudi'nin "Kur'ana Göre Dört Terim" kitabının önemli bir yeri vardır. Aslında, Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde de kavramlar büyük çoğunlukla aslını korumaktaydı ancak, o esere herkesin ulaşabilmesi mümkün değildi. Mevdudi'nin bu eserleri ile birlikte başlayan ve Kur'an okumaları ile desteklenen bu çalışma bugünkü kavramların doğru olarak algılanmasındaki en büyük etkendir. Mevdudi'nin "Dört Terim" adlı kitabı bizlere,"ilah, rab, din ve ibadet" kavramlarının ne olduğunu anlatarak yeni bir okuma şekli geliştirmiştir. İlah'ın taştan, tahtadan oyma putlar olduğunu düşünen bizler, artık ilah'ın farklı bir canlı ya da soyut bir şey ya da bir ideoloji olabileceğini bilmekteyiz. Yine aynı şekilde din kavramını, Allah ile kul arasında olan, kalpte ve vicdanda saklı olması gereken bir inanç sistemi olarak bilen bizler, dinin hayatın tüm alanını kapsayan ne kalbe ne de vicdana hapsolmayan bir yaşam şekli olduğunu öğrendik. Önceleri kocanın iki dudağının arasında olan ve "boş ol, boş ol, boş ol" diye 3 kere tekrarlanan talak hükmünün aslında öyle olmadığını öğrendik. İbn-i Teymiyye; bir insanın bir kerede 3 kez de olsa "boş ol" demesinin boşanma olmadığını belirtmekte. Elbette bu görüş özellikle Ehl-i Sünnet âlimlerince İbni Teymiyye'nin dışlanmasına sebebiyet vermiştir. Ancak bugün okuduğumuz Kur'anda var olan Talak suresine bakınca İbni Teymiye'ye hak vermemek elde değil. Boşanma durumuna gelinceye kadar yapılan bir takım emir ve tavsiyeler var ki, işin boyutunun erkeğin dudağındaki "boş ol" kelimesinde saklı olmadığı görülmektedir. Elbette bunlara bugün vakıf olmamız bizlerin Kur'an okuması ve kavramları doğru anlamamızla alakalıdır."dedi.
Kenan Alpay, konuşmasının sonunda kavramların toplumu dönüştürmedeki etkisinden örnekler verdi."1789 Fransız İhtilali öncesinde ruhban sınıfı rahiplerin ve aristokrasinin belirledikleri kavramlar toplum hayatı üzerinde egemendi. Ancak, Aydınlanma Felsefesi'nin öncülerinde Voltaire, arkadaşlarının da desteği ile "ansiklopedi" adı altında yeni bir kavramlar sözlüğü çıkardı. Ve bu kavramların önemli bir kısmını içeren oyunlar sahneleyerek komedi tarzında halka sundu. Fransa'nın her köşesine gitti ve bu oyunları sahneledi. İlk bakışta halkın ilgisini çeken ve komiklik olarak algılanan ve halkın kahkahalarla güldüğü bu oyunlar her ne kadar komedi olarak değerlendirilse de aslında halkın bilinçaltında yeni kavramlar olarak yeşerdi. Zira Fransız yönetimi Voltaire'in başına ödül koymuştu ki onlar onun ne yapmak istediğini gayet iyi biliyorlardı. Bu sebeple Voltair'in Felsefe Sözlüğü için "Fransız İhtilali'nin ve 3. Cumhuriyetin temel esin kaynağıdır" değerlendirmesi yapılır.
Sözlükler, ansiklopediler genel olarak bir ideolojinin temsilcileridirler. Doğal olarak kavramları kendi anlam çerçevelerinde belirleyebilirler. Mesela, cumhuriyetin ilk sözlüğü olan ve TDK'nun çıkarttığı sözlüğün din kavramının karşısındaki 2 açıklama ile ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılabilir. Birinci madde de din; bir inanç ve yaşam şekli olarak yazılmış. İkinci madde de ise din; Türk'ün dini Kemalizm'dir şeklinde yer alır. Bir yandan Yaşar Nuri Öztürk gibi ilahiyatçıların türbelerin şirk merkezleri olduğu söylediklerini okuruz ancak diğer yandan en büyük seküler türbe olan Anıtkabir'in putlaştırılıp bir tahakküm ve sömürü aracı olması karşısında kayıtsız kaldığını görürüz Dolayısıyla, kim neye nasıl bakıyor, neyi nasıl anlamlandırıyor dikkat etmek gerekmektedir. Bizler, Kur'anı anlamada ve yaşamada Kur'ani kavramları sağlam ve derinlikli öğrenmeliyiz."dedi.
Son olarak Kenan Alpay, yanında getirmiş olduğu kavram kitapları hakkında bazı bilgileri paylaşarak dinleyicilere örnekler sundu. Program, dinleyicilerin soru ve katkılarından sonra Asr suresinin okunması ile sona erdi.
Haber: Sedat Hasanbaşoğlu