Küçükçekmece Özgür-Der Şubesi'nde Oktay Altın, "Kur'an da Kitap, Resul, Melek, Cin ve Şeytan" konulu bir seminer verdi. Seminere, Mevlüt Akbal'ın okuduğu Kur'an ve mealinden sonra geçildi.
Sözlerine Müslümanları diğer insanlardan ayıran temel özelliğinin itikat ve iman esaslarının geldiğini söyleyen Oktay Altın şöyle devam etti: itikat esasları bir binanın temel direği gibidir. Temel sağlam olmalıdır ki gelmesi muhtemel darbelere karşı dayanıklı olsun, ayakta kalabilsin. Temel direkleri sağlam olmayan bir binanın ayakta kalması çok zordur. Bu günkü konu başlıklarımız iman esaslarıdır. Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de. Tümü, Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. "O'nun elçileri arasında hiç birini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana'dır" dediler.
Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." Bakara 285–286.
Bu ayetler bizim iman esaslarımızı açıkça ifade etmektedir. Burada "O'nun elçileri arasında hiç birini (diğerinden) ayırdetmeyiz" ayeti üzerinize dikkatinizi çekmek istiyorum. Bizim diğer ilahi dine kendini ait hissedenlerden ayrıldığımız en önemli yer burasıdır. Örnek olarak bu günkü Kudüs; Hz. Ömer zamanında fetih edilerek İslam coğrafyasına katılıyor. Hiç kimseye zarar verilmiyor. Sanki kendi evine girer gibi şehrin anahtarlarını alıyor. Daha sonra haçlı seferleri ile hristiyanlar tekrar kudüsü ele geçiriyor ve binlerce Müslüman orada katl ediliyor. Tekrar Selahaddin Eyyubi kudüsü feth ettiğinde bu coğrafyaya sükünet ve adalet geliyor. Yahudilerin tekrar kudüsü ele geçirmesinden sonra yaşananları hepimiz içimiz kan ağlayarak görmeye devam ediyoruz. Yani diğer dinlerden bizi ayıran temel özelliğimiz olan "O'nun elçileri arasında hiç birini (diğerinden) ayırdetmeyiz" ayeti gereğince Müslümanların Hz. Davut'un, Hz. Süleyman'ın hatırasına bir zarar vermesi olacak şey değildir.
Resul nedir? Nebi nedir? bu konu uzun zamanlar Müslümanlar tarafından tartışılmış bir konudur. Bunları birbirinden farklı mı düşüneceğiz, ikiside aynı şeyler midir? Bizim akaid kitaplarına geçmiş olan şekli okuduğumuzda resul: kendisine kitap ve şeriat verilen Peygamberler nebi ise kendinden eski şeriatı devam ettirmekle görevlendirilmiş olan Peygamberlerdir diye bir açıklama görüyoruz. Oysaki Kuran bütünlüğü içerisinde bize anlatılan Peygamberlerin kıssalarına baktığımızda kendine kitap verilmeyen Peygamberler içinde "biz ona kitap ve hikmeti verdik" ifadesini görmekteyiz. Dolayısı ile akaid kitaplarında geçtiği şekli ile resul ve nebi kavramlarının bizler birbirini tamamlayan kavramlar olarak kabul etmek durumundayız. Resul kelimesini sadece insan resuller olarak değil kitap bütünlüğünde baktığımızda, haber getiren manasında rüzgar, gök gürlemesi, Cebrail, mucize ve melek olarak da görmekteyiz.
Melek kavramını nüzul sırasına göre Kur'an a baktığımızda ilk olarak müddesir süresinde bir tehtid unsuru olarak görmekteyiz. Cahiliye arap toplumunda melek kavramı şefaatçi olarak kabul edilmekteydi. Necm süresinde meleklerin şefaatçi olamayacakları açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca aynı cahili anlayışta meleklerin dişi olduklarına dair bir inanış vardı, meleklerin Allah'ın çocukları olduğuna inanılırdı. Kur'an bu tür inanışları kesinlikle red etmiş, meleklerin ve diğer tüm yaratılmış varlıklar gibi Allah'a eş koşulmasını şirk olarak ifade etmiştir. Meleklere iman sadece teorik bir şey değildir. Allah'ın insanlara yardım etmesinde, vahiy göndermesinde, mucize ve ceza vermesinde görevlendirdiği varlıklardır. Allah'ın izni ile hayata müdahildirler.
Cin kavramı, İslam toplumlarında gelenek ve eski cahili anlayışlar ile yoğrularak geldiğinde en fazla kafa karışıklığı yaratan kavram olarak görülmektedir. Cin; kelime olarak tanınmayan varlıklar olarak karşılık bulmaktadır. Kur'an içerisinde kullanımlarına baktığımızda onlarında insanlar gibi yaratılmış olduğunu, ateşten yaratıldığını iblisinde cinlerden olduğunu bilmekteyiz. Birde Hz. Peygamberden bir takım ayetleri dinledikten sonra kavimlerine giden bir topluluktan bahsedilir. Burada bahsedilen topluluğun tanınmayan bir grup insan olduğu daha doğru bir tefsir olacaktır. Zira diğer ayetlere baktığımızda Allah'ın göndermiş olduğu Peygamberlerin gönderdiği yaratıkların özelliğinde bir Peygamber olduğunu görüyoruz. De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik." (17/95)