Program Mevlüt Akbal'ın okuduğu Kur'an'ı Kerim ve meali ile başladı..
Kenan Alpay sunumuna,tarihsel ve toplumsal olaylara bakışımızın "nereye değil,nereden bakıldığı"nın altını çizerek başladı. Misak-ı Milli sürecine geçilmeden önce günümüzün toplumsal tarih algısını ve zamanın siyasi bir değerlendirmesinin yapılmasının gereğini belirterek sözlerine şöyle devam etti..
"Türkiye'de milli mücadele tarihi 19 mayıs 1919 da başlamıştır ve egemen resmi tarih yazıcıları için geçerli kaynak "nutuk"tur. Yakın tarih kitaplarıda nutuk'da anlatılanların bir tekrarı veya ona uydurma çabasıdır. Ancak, bir toplumun tarihinin bir kesitinin bir tek şahsiyetin, üstelik o süreçte etkili olmuş bir şahsiyetin anlattıklarına dayandırmak bilimsellik dışı bir davranıştır. Nitekim, resmi tarih yazıcıları ve nutukda anlatılanlara bakıldığında ortada bir "ulusal kurtuluş savaşı"nın olduğu ve ülkenin kurtarıldığı belirtiliyor. Oysaki 1914 yılında imparatorluk toprakları 5 milyon kilometre kare iken Lozan sonrası 770 bin kilometre kare olmuştur. İmparatorluk topraklarının %85'i kaybedilmiş olduğu halde bu durumla övünç duymak tuhaf değil midir? Baştada söylediğim gibi "nereye değil, nereden bakmak" gerektiğini bilmek gerekmektedir" dedi.
Alpay, konuşmasını zamanın siyasi değerlendirmesini yaparak devam ettirdi.
"33 yıllık hükümdarlık sürecinde tahttan indirilen II. Abdülhamid'in yerine imparatorluğu fiilen ittihat ve terakki yönetmektedir. Panturan bir milliyetçilik emeli olan Enver,Cemal ve Talat paşalar eliyle savaşa sokulan osmanlı 30 ekim 1918'de Mondros ateşkes anlaşmasını imzaladı ancak ingiizler 1 kasım 1918'de Musul'a,itilaf devletleri adına fransız subayı İstanbul'a, yunanlılar 15 mayıs'ta izmir'e,25 temmuz'da edirne'ye girmişlerdir.16 mart 1920'de İstanbul itilaf devletleri tarafından resmen işgal edildi. 10 ağustos 1920'de Sevr antlaşması imzalandı ve mütareke koşullarında seçilen son Osmanlı Mebusan Meclisi 12 ocak 1920 de toplanarak 28 ocak 1920'de Misak-ı Milliyi kabul etti. Felah-ı vatan grubunun hazırladığı ve yemin ederek oybirliği ile kabul ettiği 6 maddelik beyannamenin 1.maddesinde;
"Osmanlı devleti'nin 30 ekim 1918 günlü mütarekenin yapıldığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan ve arap çoğunluğunun oturduğu kısımların kaderi halklarının özgürce verecekleri oylara göre belirlenmek gerektiğinden,sözü edilen mütareke hattı dahilinde ve haricinde,dinen,ırken ve emelen bir olan ve birbirlerine karşılıklı saygı ve fedakarlık duyguları taşıyan,sosyal bakımdan uyum içinde bulunan osmanlı islam çoğunluğunun oturduğu bölgelerin tümü fiilen ve hükmen ve hiçbir sebeple ayrılamaz bir bütündür" deniyor.
Bunun anlamı şuydu.Batı trakya,Kıbrıs,Batum,Nahçivan,Irak,Suriye,Lübnan,Filistin toprakları ve adalar Osmanlı topraklarıdır ve müslüman çoğunluğa sahiptir.Dolayısıyla Misak-ı Milli sınırları içindedir ve "anasır-ı islamiyye"dir.Etnik kökeni ne olursa olsun islami birliktelik anlamına gelen anasır-ı islamiyye gerek mustafa kemal gerekse diğer vekiller tarafından sıkça kullanılmıştır.Ancak,Lozan görüşmelerinin başlamasından sonra durum değişmiş ve Osmanlı tebaası olan bu topraklar tek tek elden çıkarılmışlardır.Lozan görüşmelerinde emperyalist devletlere sorun çıkaran heyet,büyük millet meclisinde 23 nisan 1920'de kendini meclis başkanı seçtirmeyi başaran Mustafa kemal tarafından değiştirilerek Lozan heyetine İsmet paşa önderliğindeki heyet katılmış ve Lozan görüşmeleri kuvay-ı milliyeci kemalistlere teslim edilmiştir.Misak-ı Milli dışına çıkılmasını eleştirenlerden biri olan Trabzon mebusu ali şükrü bey katledilmiş ve böylece emperyalist devletlerin isteklerine karşı çıkanlara gözdağı verilmiştir.Görüşmeler sonunda beyannamede bulunan ancak fiiliyata geçmeyen maddeler,hiçbir oylama yapılmadan Osmanlının kendi toprağı olan Batum Gürcistana,Batı trakya Yunanlılara,adalar İtalyanlara,Musul İngilizlere,Suriye,Lübnan,Irak ve Filistin manda yönetimlerine bırakılmış,Mısır,Sudan ve Libya üzerindeki tüm haklardan tek bir kurşun atılmadan vazgeçilmiştir.Aynı zamanda Lozan antlaşması gereği nüfus mübadelesi yapılmış ve Türkiyede bulunan ve etnik kökeni türk olan ancak hristiyan olanlar yunanistana,aynı şekilde etnik kökeni farklı olan ancak müslüman olanlar ise türkiyeye getirilmişlerdir.Kriter etnik-kültürel değil dini olmuştur.Halkın müslüman olması "Türk" sayılmaları için yeterli olmuştur.Ermeniler ve rumlar katledilmiş ve sürgün edilmiş ve mallarına el konarak yeni bir türk tüccar sınıfı oluşturulmuştur.Mesele Misak-ı Millide bahsedilen sınır meselesinden çıkmış yerini "milletin menfaati" adı altında kastedilen devlete,yani kutsal devletin sahiplerinin menfaatine dönüşmüştü.Resmi tarihin yedi düveli yendiğini söylediği ancak Lozanda açıkça ortaya çıkan yenilginin,teslimiyetin nasıl bir zafer olarak sunulabildiğinin ve buna insanların nasıl inandırıldığının ibret verici bir örneğidir" dedi.
Son sözlerini tamamlayan Alpay, misak-ı milli'den yemin ettikleri halde neden vazgeçildiğini anlattı.
"1917 bolşevik isyanı ve çarlık rusyasının rejim değişikliğine gitmesi karşısında,batının hedefinde olan büyük ermenistan,özerk kürdistan ve türkiye adında 3 ayrı devlet kurma hayalleri sona ermiş ve bolşevik Rusya karşısında tek bir devlet kurma fikri ortaya çıkmış ve Sevre anlaşmasında tadilat yapmak zorunda kalmışlardır.Kuvay-ı milliyeci kadrolarla anlaşan emperyalist güçler yunanlılara verdikleri desteği kesmişlerdir.Yunanlılarla yapılan savaş ise zaten sınırlı bir savaş olup mütarekeden sonra itilaf devletlerine tek bir kurşun atılmadığıda ortadadır ki bu da emperyalist güçlerle kuvay-ı milliyeciler arasındaki uzlaşmanın açık bir göstergesidir.Kuvay-ı milliyeciler her koşulda emperyalist güçlerle anlaşmaya razıydılar ancak bir şartla.kutsal devletleri korunacaktı"dedi
seminer soruların ardından sona erdi.
Haber:Sedat Hasanbaşoğlu
Foto:Sefa Cihat Okur