Tarih yaşadığımız anın hemen öncesinde başlar. Tarih, şu an ile insanlık tarihinin başladığı ilk yaradılış anı arasındaki zaman dilimidir. Tarih, tüketilen zaman dilimi içerisinde insan ve toplum hayatı ile ilgili edinebildiğimiz ve edinemediğimiz tüm bilgilerin toplamıdır.
"İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir." (2-213)
İlk önce tek ümmet olan insanlık aralarındaki ihtilafları çözmek üzere elçiler vasıtası ile gönderilen kitabın hükümleri doğrultusunda uyumlu bir bütünlük oluşturuyordu. Kitabın ihmal edilmeye başlanması ile birlikte ölçüsüz bir özgürlük arayışı ve nefislerin ilahlaştırılması başladı. Tek ilaha bağlılık, yerini, beşeri eğilimlerin ürettiği türedi ilahlara bıraktı. Menfaat, kabile, sembol, ruhban, lider, ırk, felsefi doktrin, sınıf gibi şekillerde şekillenen türedi ilahlar etrafında kolektif bir bilinçle kümelenen yeni oluşumlar İslam karşısında şirk grubunu oluşturmaktaydılar.
Tarih toplumların iradi tercihleri ile oluşmaktadır. Dünyevi üstünlük ise toplumlar arasında çevrilip durmaktadır. Ancak Allah'ın muradı, inananları ortay çıkarmak ve onları galip getirme noktasındadır. Zira Allah zalimleri sevmez (3/140). Ancak üstünlük kendiliğindende gelmez. Toplumsal diriliş ve bütünleniş şartlarını oluşturabilen bütün toplumsal çabalar bu tarihi misyona ulaşabilir. Zaten rabbimiz toplumsal değişim ve başarının şartını toplumun kolektif iradesine bağlamıştır (13/11). Daha hayırlı sosyal oluşumların diğer toplulukların yerini alması yolu ise açık tutulmuştur (70/41). Toplumsal çöküşü oluşturan da, yine toplumsal iradenin tutumu ile alakalıdır (8/53).
Kur an'a göre tarih, toplumsal değişimlerin, çöküşleri ve yeni oluşumların çevrimi içindedir. Bu döngüde belirleyici olan; toplumsal yapıların dünyevi gücü ele geçirip yükselişi değil, güçlü iken barışın, adaletin, esenliğin kaynağını oluşturan yaradılış amacına uygun bir hal üzere olup olmadıklarıdır. Tarihin asıl döngüsü de bu eksen çerçevesinde oluşmaktadır.
İslam tarihi denilen olguyu değerlendirecek olursak en başta kelimeleri değiştirmek gerekiyor. Zira İslam tarihi olmaz. İslam ilahi bir dindir, Hz. Adem ile başlar. İslam insanlık tarihi ile birdir, Müslümanların tarihi olur demek daha doğrudur. Bu tarihe baktığımızda ise basitçe şu kronolojiyi sıralayabiliriz; Hz. Peygamberin Mekke'deki tebliği ile başlayan daha sonra Medine'de devletleşen, dört Raşit halifeden sonra Emevi ve Abbasiler ile hilafetin saltanata dönüştürüldüğü zaman dilimi, Selçuklular ve Osmanlı ile devam eden bir süreç göze çarpmaktadır. Hilafetin saltanata dönüştürülmesi beraberinde Müslümanların saltanata karşı kıyam hareketlerini getiriyor. İslam'ın yaşayan gücü olarak tevhidi mücadele sürecinin donduğundan, kırıldığından, koptuğundan bahsetmek asla mümkün değildir. Bu kıyamlarada sırası ile baktığımızda; Hz. Hüseyin, hicr bin adiy, Abdullah bin zübeyr, geylan dimeşki, said bin cübeyr, ebu Hanife daha sonraları ibni teymiyenin etkisiyle Osmanlıda bursa ve İstanbul'da kadızadeliler hareketini görüyoruz, sonraları Muhammed bin Abdülvehhab, hareketi, Hindistan'da şah veliyullah Dehlevi, son ıslah hareketlerine de; Afgani, Abduh ve seyyid kutup gösterilebilinir.
Müslüman coğrafyalarının 19 yy. dan sonraları ise batılılaşma ve uluslaşma süreçlerini görmekteyiz. Batıcı, modernist kadrolara göre uluslaşma şarttı. Kültürel ve siyasi yapıyı bir an önce tarihi ve İslami mirasın etkisinden kurtarmak gerekiyordu. Bu dayatmalara karşı gelenekçi ve muhafazakar kesim etki tepki neticesi olarak tarihi değerlerin tamamını kutsallaştıracak seviyelerde sahiplendiğini görmekteyiz. Geçmişinden koparılma tehdidine karşı geçmişin tamamını sahiplenme anlayışı bir süre sonra bir sentez ile sonuçlandı. Bu batılılaşma akımlarının İslam ile sentezinden Türk İslam'ı, Mısır İslam'ı, Hind İslam'ı, Arap İslam'ı gibi anlayışlar zuhur etmeye başladı.
"Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.) (7/34)". Allah'ın bak dediği yerden hayata bakan insanlar, toplumların sürekli bir ilerleme çizgisinde olmadığını, inişli çıkışlı çizgilerle devam eden döngüsel bir imtihan süreci içinde yaşandığını görmekteler. Naslar açısından bakıldığında "bin yıllık, beş bin yıllık" "devlet, ebed müddet" telakkisi kurgusal Türk ulus tarihinin ilerlemeci tarih anlayışının devraldığı bir hurafedir. Tarihte var olan devletler ve yapılar ebedi değillerdir. Önemli olan toplumsal var oluşların hangi değerler üzerinden şahitlik ettikleridir.
Son iki yüzyıl içerisinde müslümanlar geleceklerini sağlam temellere dayandırmak için tarihi değerlendirmeye başladılar. Bu amaçla tarihi ne kutsamak, nede reddi miras için yaklaşmamak gerektiğini anladılar. Tarihe naslar ölçüsünde adil ve dürüst bir şekilde ders çıkarmak için bakmalıyız. Geleneksel mirası , yerellik kaygısı ile sahiplenip ulusalcı söylemin işini kolaylaştıran bazı araştırmacılar ve düşünürler, tarihi bir kopukluk yaşamamak iddiası ile sürekli olarak toprağa ve geleneğe vurgu yaptılar. Halbuki burada tarihi vakıa tesbiti yaparak anlamaya çalışmamız gerekmektedir.
Bizim tarihimiz tevhidi ilkeleri yaşayan ve yaşamlaştıran İslam ümmetinin tarihidir.bizim tarihimiz bu toprağın çocukları değil bu ümmetin çocukları ile başlar. Zira toprak tartışması izafidir. Ama sürekliliği olan yaşanması ve yaşatılması gereken tevhidi değerler ise hayat kaynağımızdır. Tevhidi bilinçlenme ve mücadele süreci sorumluluk yüklüdür. Yönü Allah'a ve resulüne sonu ise cennetle bağlantılıdır.
Karşılıklı soru ve cevaplarla seminer son bulmuştur
Haksöz Haber: Ramazan İleri
Foto: Kürşat Okur