Program, Abdullah Yusufoğlu'nun Kur'an ve meal okuması ile başladı.
Program yöneticisi Recep Şencan, konu ile ilgili giriş yaptıktan sonra ilk konuşmacı olarak Murat Aydoğdu'ya söz verdi.
Murat Aydoğdu konuşmasına, siyaset ve vesayetin sözlük anlamlarını vererek başladı. "Siyaset, kısaca toplumun yönetilmesi, vesayet ise kuşatma anlamına gelir. Osmanlı'dan günümüze asker ağırlıklı bir toplum geleneği vardır. II. Mahmud ile başlayan, Jöntürkler ve İttihadçılar ile devam eden batılılaşma hareketi Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiş ve Cumhuriyet dönemi kadroları ile de batılılaşma hareketi ulus-devlet projesi ile birleşerek askeri zihniyet çerçevesinde politik hale getirilmiştir. 1950'ye kadar devam eden süreçte askerler devleti ellerinde tutmuşlar, 1950'den sonra ise siyaseti atama ve şekillendirme yoluyla idare etmişlerdir. Dikkat edilirse Turgut Özal'a kadar olan tüm Cumhurbaşkanlarının asker kökenli olduklarını görmekteyiz. Asker kendi içindeki hiyerarşik yapı bir yana, kendi halkı ile de arasına bir duvar örmüş ve hem halk ile hem de kendi içinde sınıfsal ayrımcılık yapan bir kurum haline gelmiş, jakoben, baskıcı ve yönlendirici rol üstlenerek kendini soyutlamıştır. Geçmiş darbeler bir yana, artık günümüz gelişmeleri ve liberal aydınlanma nedeniyle askerlerin sivil siyaset üzerinde etkisini kaybettiği gibi bir durum söz konusu olsa da aslında bu sadece konjönktürel bir geri çekilmedir. Yani asker darbe geleneğinden ve siyaseti vesayet altında tutma düşüncesinden vazgeçmiş değildir." dedi.
Recep Şencan ikinci konuşmacı olarak Yılmaz Çakır'a söz verdi.
Yılmaz Çakır konuşmasında şunları söyledi "Osmanlı dağıldığında örgütlü olarak ayakta kalan tek kurum askerlerdir ve doğal olarak askerler ülke yönetimine soyunmuşlar, Cumhuriyet sonrası söz söyleme hakkını kendilerinde görmüşlerdir. Dünya konjönktürü gerektirdiği için çok partili sisteme geçiş yapılsa da, siyasette değişen çok fazla bir şey olmamış, askerler üniformasız olsalar dahi siyaseti şekillendirmişlerdir. Bunu Chp örneğinde görmekteyiz. Chp= askerdir. Bunca gelişmeye, bunca değişime rağmen Chp çizgisinde değişime gitmemiş, 1930'ların 40'ların siyasetini halen devam ettirme gayretinde olmuştur. Bunu yapmasının altındaki gerçek ise cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kendisini devlet olarak görmesidir. Çok partili sisteme geçiş ile asker rahatsızlığını dile getirmeye başlamıştır çünkü kendilerini bu halkın içindeki en seçme, en iyi eğitim almış kesim olarak görüyorlardı ve Anadolu'dan gelen bir insanın devleti yönetemeyeceğini savunuyorlardı. Doğal olarak demokrat parti ile beraber halkın seçeceği insanları istememeye başladılar. Hindistan'daki kast sistemi gibi bir sistem ortaya koydular. Bu kast sistemini iki türlü görebiliriz. Gövde ve gölge olarak. Cumhuriyetin kuruluşundan 1950'ye kadar olan süreyi gövde, 1950'den sonra olan süreyi ise gölge olarak tanımlayabiliriz. Yani, Demokrat partiye kadar gövde, Demokrat partiden sonra gölge. Siyaset onların olmadığı yerde, onların istekleri doğrultusunda gölgeleri ile devam ettirildi. Gerektiğinde ise gövdelerini tekrar ortaya çıkardılar. Tıpkı 1960'da, 71'de, 80'de ve 28 şubat'ta olduğu gibi. İlginç olan bir şey var ki bu kadar darbe yapmış, kendi halkına eziyet etmiş olan askerler, halktan fazlasıyla soyutlanmış insanlar olmalarına rağmen yine halk tarafından taltif edilmişlerdir. Dolayısıyla "Güçlü ordu, güçlü Türkiye" ve "Her Türk asker doğar" mantalitesinin toplumda rağbet görmesi vesayet zeminini oluşturmakla beraber günümüzde askerin zihninde şartların olgunlaşması durumunda darbe yapma düşüncesini de canlı tutmaktadır."
İkinci bölümde son konuşmasını yapmak üzere söz alan Murat Aydoğdu, bu bölümde vesayet sisteminin işleyişinden bahsetti. Murat Aydoğdu konuşmasını şöyle sürdürdü. " Vesayetin 3 şekilde işleyiş yöntemi vardır.
1-Oligarşi; illere atanan valilerin asker kökenli ya da asker desteğiyle atanması ile şehirlerin, ders verme adı altında ise okulların, üniversitelerin gözetim altına alınması.
2- Sermaye; bir takım üst düzey askerlerin ihaleleri kendi şirketlerine vererek zenginleşmeleri ve emekli olanların danışman adı altında sermaye ile olan ilişkileri.
3- Paramiliter güçler; legal ve illegal olarak ikiye ayırabiliriz. Mit, Jitem ve Özel harp dairesi gibi kurumlardır. İstihbaratların birçoğunun hükümette değil askerde toplanması durumudur. Son olarak ABD ve genelkurmay arasında sınır ile ilgili yapılan anlaşmadan haberi olan hükümet anlaşma metnini istemiş, genelkurmaydan olumsuz yanıt alınınca ABD'den istenmiştir. Ancak onlardan da olumsuz yanıt alınmıştır. Dolayısıyla ergenekon ve tutuklamalar ile ilgili durum değerlendirmesi yaparak askerin artık gücünü kaybettiğini düşünmek yanlış olur. Dediğimiz gibi şartlar oluşursa asker tekrar darbe geleneğine devam edebilir." dedi
Son konuşma için söz verilen Yılmaz Çakır ise konuşmasını şu sözlerle tamamladı. " Bu ülkedeki siyaset hiçbir zaman askerden bağımsız olmadı. Cumhuriyetin kuruluşunda, 1960'da, 71'de, 80'de ve 28 şubatta hep asker vardı. Bu ülke insanlarının bu kadar darbe yapmış ve siyasetin içine bu kadar müdahil olmuş bir asker var iken halen daha Ergenekonu, darbe planlarını yok sayması anlaşılır gibi değildir. Dediğimiz gibi asker siyaset üzerinde zaman zaman gölge, zaman zaman ise gövde olur. Bazen ise etkisi azalır. Günümüzde belki de Türkiye tarihinin en az etki sürecinde diyebiliriz ancak yine de görüyoruz ki genelkurmay başkanı Silivri'de ergenekon tutuklularını ziyarete gidebiliyor. Dolayısıyla etki ne kadar az olursa olsun bu ülkede askerin zihninin bir köşesinde her zaman için darbe düşüncesinin var olduğunu ve şartların olgunlaşması durumunda ortaya çıkabilme ihtimalinin söz konusu olabileceğini unutmamak gerekmektedir." dedi.
Program, katılımcıların soru ve katkıları ile sona erdi.