Yoğun bir katılımın gözlendiği sunumunda Abdurrahman Arslan, özetle şunları anlattı:
"Bu asır başka asır. 21. yüz yıl dönüm noktası. On dört asırdan sonra, daha önce hiç sorulmayan sorular Kur'an'a ve sünnete soruluyor. Kur'an elbette değişmez ama bizim de değişmeyeceğimiz garanti değil. Müslümanların ikinci tarihsel yolculuğu başlarında bir peygamber olmadan gerçekleşecek; bu da âlimlerin önderliğinde olacak, aydınların ya da entelektüellerin değil. Çünkü bunların bilgi kaynakları farklı.
Bütün dinlerin çürüme, ahlaksızlık olarak tarif ettikleri şeyler, günümüzde özgürlük olarak sunuluyor.
Weber'e göre Protestanlık kapitalizmi meydana getirdi. Bir tanıma göre Protestanlar endüstri toplumunda, Katolikler ise tarım toplumunda yaşar; ya da bunlar bu toplumları oluşturur. Diğer bir görüşe göre ise kapitalizm Protestanlığı doğurmuştur.
Bazen kitaptan çıkarılan yorum, kitabın anlattığının önüne geçiyor.
Kapital, kelime anlamıyla baş demek; ama genel olarak sermaye anlamında kullanılıyor. Yani sermaye, her şeyin başıdır!
Aklın inşa biçimi, modern eğitimin şekillendirmesiyle gerçekleştiğinde, ben müslümanım diyenler bile Kur'an' yanlış bir bakış açısıyla yaklaşıp kimi zaman anlam veremiyorlar; algılayamıyorlar. Eşitlikçi bakış açısıyla bakınca, adaleti gözeten mesela miras hükmü anlaşılamıyor.
Birey ve vatandaş gibi kavramlar soyuttur; Kur'an inananlara müminler ya da mümineler diye hitap ediyor.
Zenginlik tarihte ilk defa şimdi çıkmadı ortaya. Zaten zenginlikte de bir sorun yok; sorun bu zenginliğe yüklenilen anlamda. Asr-ı saadette gerekirse ayaklar altına alınan mal-mülk-para, günümüzdeyse gerektiğinde baş üstüne çıkarılıyor.
Kapitalizmde sermaye araç değil amaçtır. Önemli olan kişi değil, sermayenin büyümesidir. Kâr değil, kârın kârının kârıdır. Kıskandırmak, güzel giyinmek, farklı olmak dayatılır örneğin. Görsellik, sözü ve yazıyı altüst etmiştir. Reklâmlar ürün tanıtmaz; yaşam tarzı ve davranış kalıbı sunar. Hatta evdeki çamaşır ve bulaşık makinelerinin varlığına göre yeniden bir zamanlama çizer insanlar.
Müslümanlar neo-liberalizmi 28 Şubat sonrası özgürlük sağlayan ve malî imkânlar sunan bir şans olarak algıladı.
İhtiyaç gidermek ile tüketmek birbirinden çok farklı şeylerdir. İnsanoğlu her şeyin daha fazlasını isteye isteye sonunda Allah bize obeziteyi verdi. Sorun kesinlikle üretimde değil, bölüşümde. Bir insan gerektiğinden iki kaşık fazla yediğinde, bu başka bir insanın gerektiğinden iki kaşık az yemesi anlamına geliyor. Bir Müslüman toplum, böyle bir tüketim toplumu olmamalı.
Emanetçilikten, malın mülkün kendisine emanet olarak verildiğini düşünmekten, şimdi benimciliğe, bu servet benim demeye, mutlak tasarrufçuluğa geçiş yaşanıyor.
İslamcığın belki de o zamanın gerekleriyle doğru bulmadığı medrese kültürüne ve anlayışına dönüş yapmalıyız. Bireysel anlamda tüketim kalıplarıyla mücadele genel olarak gönüllülükten geçiyor; toplumu dönüştürmeye aday ve talip âlimler ise iyi yetişmiş ve zeki insanların arasından çıkacaktır."
Program, yapılan katkılar ve soru cevap bölümüyle sona erdi.