Dernek salonunda gerçekleşen etkinlikte Musa Üzer konuşmasına cemaat algısı üzerinde durarak başladı. "Cemaatin içindeyken onu yere göğe sığdıramayanlar, işlerine gelmeyince veyahut bir şekilde ilişkileri kesildiğindeyse birden cemaatlerinin ne kadar da kapitalist olduğunu fark ediveriyorlar. 'Müflis tüccar'lar ve de kimi rüzgarlardan etkilenen öğrenciler de en büyük kapitalizm eleştirmeni oluyorlar; ama genelde temelsiz ve lümpen bir ağızla" diyen Üzer, "Kapitalistleşmenin cemaatlere sirayet etmesini AK Parti iktidarı ile başlatamayız. 1970'lerde Müslümanlar nüfus ve nüfûz olarak zayıf olduklarından zaten böyle bir tartışma yoktu. Özal iktidarıyla birlikte cemaatler de gelişmeye başladı. Sol fraksiyonların ideolojik biçimde saldırdığı 'Cemaatlerin önün 12 Eylül ile birlikte açıldı' argümanı ise tamamen bir kandırmacadan ibarettir. Muhafazakâr bir çevreden gelen Özal ile birlikte cemaatlerdeki kadrolar, sistemin içine yerleşmeye başladı. Refah Partisi'nin 1989 yerel seçimlerinde dört belediyeyi kazanması, 1994 yerel seçimlerinden ise İstanbul ve Ankara belediyeleri başta olmak üzere yadsınamaz bir galibiyet ile çıkması ise bu süreci doruğa çıkardı. Bu kadrolar, yetişmiş insan yokluğunu cemaatler üzerinden ele almaya çalıştılar. Cemaatler farklı alanlara el atmaya başlayınca da rekabet baş gösterdi" şeklinde konuştu.
Üzer, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kapitalizmin kuşatıcılığının geldiği boyut, dünyanın hiçbir yerinde kapitalist yaşam tarzıyla hayat sürdürmeyen bir toplum olmamasından anlaşılabilir. Kapitalizm için 'en kapsamlı şeytanî sistem' dersek, abartmış olmayız. Siyasal ve toplumsal bir hedefi olmadığı halde varmış gibi davranan bir cemaat, daha baştan kapitalizm çarkına dişli olmuş demektir. Hedefi olan bir yapı ise, bu süreçten en az zararla kurtulma direncine ve şansına sahiptir."
HEDEF SADECE DİNDAR BİREY YETİŞTİRMEK
Üzer, şöyle devam etti: "Cemaatler, ortaya ne koyuyor diye bakmamız lazım. 'Din usulü nasıl', 'Sağlıklı bilgiye sahip mi ya da nereden ulaşıyor' gibi sorular bu noktada önemlidir. Müslümanlar genelde yaşadığı olumsuzluklara karşı koyuş geleneği olmayan bir dinî algıya sahip. Böyle olunca da kapitalizmin ve tüketim kültürünün değiştirici ve dönüştürücü etkisini anlayamıyorlar. Geleneksel cemaatlerin, dünyada olup bitenlerle ilgili kaygıları yok; hedef 'dindar' bireyler yetiştirmek. Kılı kırk yarıp her şeye dikkat eden bu dindarın ise, dünyayı cendereye almış olan kapitalizmle bir alıp veremediği yok.
28 Şubat öncesi de Müslümanların kapitalist tüketim kültürüne karşı ciddî bir muhalefetleri söz konusu değildi. 28 Şubat sonrasında ise, devrimle gelmenin riskli olacağı; elde edilecek nimetlere farklı, zahmetsiz, daha kolay erişilebilineceği fark edildi. Pek çok cemaatin AK Parti sürecine eklemlenmesi, merkeze 'başarı'yı alan bir ideolojik kurumsallaşma olarak okunabilir. Geçmişte tartışmalı da olsa eleştiren, hedefi olan yapılar vardı. Toplumsal ve siyasî değişim hedefinden uzaklaşan cemaatlerde kariyerizm, kişisel gelişim çok yaygınlaştı. En çok basılan ve satılan kitapların içerikleri bunlara ait. Bireyin kurtarılması, her şeyden önemli olarak algılanır oldu. Diğer hedefler ise boş, düne ait, faydasız yaftalarına maruz kaldı.
HAREKET YERİNE GEÇ(İRİL)EN YARDIM DERNEKÇİLİĞİ
1990'larda baş gösteren yardım dernekçiliği de vicdanî travmadan kurtulmak isteyen Müslümanların yardımına koştu! Siyasal alanda da tepkisini koyan, sesini duyurmaya çalışan İHH'yı bir kenara bıraktığımızda, yardım dernekleri hareket yerine ikame edilmeye başlandı; kapitalist tüketim kültürünü geriletmeyecek, hatta ona emniyet sübabı olacak yapılanmalar ortaya çıktı.
Hadise, sadece lüks ve pahalı olanı tüketmek değil; kapitalist yaşam tarzı bir asgarî ücretlinin evinde de kendini gösterebilir. Hacc'da Kâbe manzaralı oda peşinde olmaya kadar varan durumları, 'Bunlar sadece bir azınlığın peşinde olduğu şeyler' gibi görebiliriz; ama peki ya çoğunluk da bu hayallerle yaşıyorsa?
Ekonomik açıdan alabildiğine büyüyen cemaatler, İslam'a siyasî ve sosyal alanda yapılan saldırıları püskürtme noktasından nerelerdeler peki? Tarihe bakışı sorunlu olan cemaatlerde Osmanlıcılık'ın egemen olması, İslam yerine 'medeniyetimiz' söylemini kullanma durumları mevcut. İslamî medeniyeti adı altında ise edebiyat, kültür ve sanata ağırlık vererek, siyaset dışılığı hakim kılma siyaseti güdülüyor.
OLMASI GEREKEN, ÖRGÜTLÜLÜĞÜN TEMELİNE İSLAM'I KOYMAKTIR
İslam, eklemlenmeyi değil, müdahaleyi öngörüyor. İslam temelinde örgütlenmiş bir cemaatin, yukarıda sayılan uçurumlara ve açmazlara sürüklenmesi mümkün mertebe önlenmiş demektir. Emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker algısı buna engel olur. Böylesi bir cemaat, hayatın amacının haz almak olmadığının bilincinde olur. Kapitalizme karşı kim olduğunu hatırlatacak, açık-gizli sekülerizmin tuzağına düşmeyen bir cemaat ancak tüm bunlara karşı koyabilir."
Seminer, yapılan katıların ve soru-cevap faslının ardından sona erdi.
Fazlı İnderin – HaksözHaber - İzmir