Musa Üzer, konuşmasında özetle şunları anlattı:
İslamcılık üzerine yapıla gelen neredeyse bütün değerlendirmelerde, bu görüşün bağımsız bir duruşu olduğu yahut da olması gerektiği hususu, en azından müntesipleri tarafından, dile getirile gelmiştir. Bazısı bunun elan var olduğunu iddia ederken, bazısı da ulaşılması gereken bir ideal olarak özlemini duymaktadır.
Laik-Kemalist bir düzende bu durum zaten mutlaka var olması gereken bir husustur elbette; lakin asıl üzerinde durulması gereken ve duracağımız boyut ise, AK Parti iktidarı ile birlikte günden güne incelen aradaki çizginin netliği ve ilişkilerde olması gereken yahut da olmaması gereken paralellik.
Ülkemiz özelinde bakarsak, iki temel nedenden ötürü İslamî bir hareketin bağımsız olma ve kalma zorunluluğu vardır: Birincisi, AK Parti'nin ve/ya Erdoğan'ın pek çok önemli ve doğru politikalarına rağmen sistemin ideolojik yapısının esaslı bir değişime uğramamış olması. Sistem özelinde değişen-değişmeyen dengesine doğru bir bakış açısıyla yaklaşabilmek için bağımsız bir duruş gereklidir. İkincisi ise, bu hareketin zaman, mekan, kişi, iktidar vb. faktörlerden bağımsız olarak, hakikati görebilmesinin yolu, ancak ve ancak bağımsız bir duruş, ahlak ve pratik ortaya koyabilmekten geçer.
Bizler, her konuda olumlu işlere destek vermeli, olumsuz işleri ise eleştiri konusu yapabilmeliyiz.
15 Temmuz'da olayın failinin kim olduğu netleşmeden ve kimseden bir yönlendirme gelmeden ilk olarak sokağa çıkanlar İslamcılar idi. Çünkü oluşabilecek muhtemel bir kayıp, ilk olarak Müslümanlara zarar verecekti.
Diğer yandan, sözgelimi Mavi Marmara konusunda aynı dönemde yaşananlara bakılmalı. Özür, tazminat ve ambargo konularında hükümetin yaptıkları için 'Tamam, anlıyoruz ama doğru bulmuyoruz' denilebilmeliydi en azından. Hal böyleyken, bir de bu olaya büyük bir zafer derlerse, senin zekanla dalga geçiyorlar demektir. Üstelik karşı çıkana da saldırıyor kimi şakşakçılar. Diğer Müslümanlar da demiyor 'Ya hu siz ne yapıyorsunuz; sizin haddinize mi?'
Rusya ile ilişkiler meselesi de böyle. Ben zaten anlayamıyorum, Dostoyevski, Tolstoy nasıl çıkmış bu adamların içinden. Ahlaki bağlılık, insani siyaset diye bir şey kesinlikle yok adamlarda. Çeçen rehine krizlerinde, adamlar kendilerinden olan rehineler dahil herkesi öldürerek olayı sonuçlandırıyorlardı.
Şimdi bu İran yetişemeyince katliamlara, Rusya girdi Suriye'de devreye. Suriye halkına her gün 15 Temmuz yaşatmaya başladılar; sürekli uçaklar, jetler, bombalar. Öldürülenler Müslüman olmasa bile, bunlar olmamış gibi Rusya'yla ilişkiye giremezsiniz. Uçak düşürüldüğüne kahramanlık açıklamaları yapıp, Putin ile anlaşınca olayı FETÖ'ye atmak da olmaz. Trump gibi pespaye birine bile, sırf Feto'yu iade etme ihtimali yüzünden yağcılık yapmak olmaz.
Hz. Ömer'e 'Seni kılımızla düzeltiriz' diyebilen ümmetin izlerini yaşatmamız gerekir. Ama maalesef, özellikle doğu toplumlarında alttakinin üsttekini uyarması kültürü yok. Kadroları değiştirince, başörtülüyü yahut sakallıyı bir göreve getirince otomatikman bu kültürü değiştirmiş olmuyoruz.
Gezi gibi, 15 Temmuz gibi olaylar gelince arka arkaya, yapı eleştiriye izin vermeyen bir yolda seyrediyor bu sefer.
Embedded gazeteci nasıl olmamalıysa mesela, embedded (iliştirilmiş) Müslüman da olmamalı.
Bütün bunların yanında, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin saldırıları karşısında hükümetin doğrularına nasıl sahip çıkılacağı meselesi dinamik bir sistem değerlendirmesi ve güncelleştirilmiş mücadele fıkhını gerekli kılıyor. Eski dönemlerdeki gibi başta tağuti sistem değerlendirmesi yapıp ardından siyasi, askeri, ekonomik, kültürel gelişmelere sırt çevirip durağanlığı bağımsız duruş zannetme gibi bir lüksümüz artık yok. Bağımsız İslami kimlik ve duruş ancak olağanüstü çaba, cehd ve bu doğrultuda bilgilenme, takip, tahlil, ısrar, dikkat ve sürekli eleştiri-özeleştiri hali ile elde edilebilir.