Sunumu yapan Davut Çevik, İslam öncesi Arap Yarımadasının dini, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı hakkında bilgi vererek nüzul ortamı hakkında bilgi sahibi olmanın Kur’an’ı anlamadaki önemine değindi.
Daha sonra istiaze ve besmeleye açıklık getirmeye çalışan konuşmacı, istiazenin Nahl suresi 98. ayette geçtiği üzere bir söylem emrinden ziyade tavır emri olduğunu ifade etti. Kur’an okumaya başlamadan önce tüm benliğimizle, zihnimizle, duygularımızla şeytandan ve vesveselerinden uzaklaşarak tam bir bilinç haliyle vahye yaklaşmamız gerektiğini belirten konuşmacı, besmelenin de aslında Allah-u Teala’yı hayatımızın içine sokmak anlamına geldiğini, her işine besmele ile başlayan kulun, Allah’ı hiçbir zaman aklından çıkarmayacağını, Allah’ın yardımına muhtaç olduğunun bilincinde olduğunu, dünyevileşmeyi reddettiğini ve hayata her zaman olumlu bakacağını ifade etti.
Fatiha suresine giriş yapan konuşmacı, surenin adeta Kur’an’ın özeti olduğunu, çok temek esasları içerisinde barındıran bir sure olduğunu belirtti. Surenin bütüncül olarak gelen ilk sure olduğunu, hem Mekke’de hem de Medine’de indiğini belirten rivayetlerin tutarlı olmadığını ifade eden konuşmacı, müslümanların günde defalarca okuduğu bir sure olmasına rağmen anlamına vakıf olamadıklarını söyledi.
Hamd kavramına ve özellikle ilk inen surelerin genelinde çokça yer alan “rab” kavramına temas eden konuşmacı, Arapların en fazla ön plana çıkan sorunlarının rububiyet sorunu olduğunu, Allah’ın rab sıfatını, kâinat üzerinde, yarattıkları üzerinde tasarrufta bulunma hakkının olduğunu, yöneten, kanun koyan, terbiye eden olduğunu kabullenemediklerini, bu nedenle Allah-u Teâlâ’nın ilk surelerde “rab” sıfatına yoğun şekilde vurgu yaptığını ifade etti.
Allah’ın din gününün tek maliki olması gerçeğinin çok iyi kavranması gerektiğini, aksi takdirde ahirete yönelik yanlış inançların ortaya çıktığını belirten konuşmacı, müslümanların, ahirete taalluk eden gaybi konularda vahyin verdiği bilgilerin dışında zanni bilgilere dayalı inançlar oluşturmasının yanlışlığını ifade etti.
“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz” ayet-i kerimesinin, tevhidi merkeze alan bir hayat nizamı olduğunu, tam anlamıyla idrak edilmediğinde imana şirk karıştırma riskinin bulunduğunu ifade eden konuşmacı, günümüzde müslümanların büyük bölümünün imanına şirk unsurları karıştırdığını belirtti. Müslümanlar arasında baş gösteren Allah’la araya aracılar koyma, türbelerden medet umma, ya da yaşayan bir takım insanların peşine kör bir taasupla takılarak onların kendisini ahirettte kurtaracağına inanma gibi sorunların Müslümanlar arasında çok yaygın olduğunu ifade etti. Ayrıca Ra’d suresinin 14. ayetinin bu konuda çok aydınlatıcı olduğunu belirtti.
“Gerçek dua yalnızca O’nadır. O’ndan başka dua ettikleri, kendilerine hiçbir cevap veremezler. Durumları, suyun ağzına gelmesi için avuçlarını ona açmış bekleyen adama benzer. Hiçbir zaman suya kavuşamaz. İşte kâfirlerin duası sapıklıktan başka bir şey değildir.” (Ra’d 14)
Allah’ın, kendisinden doğru yola ulaşmak için yardım isteyen kuluna vahiy lütfunda bulunduğunu, yegane doğru yolun vahiy istikametinde düzenlenmiş yol olduğunu ifade eden konuşmacı, En’am suresinin 151-153. ayetlerine atıf yaptı.
“De ki:Gelin, Rabbinizin size neyi haram kıldığını okuyayım: O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyilik edin. Yoksulluk yüzünden çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızıklarını veren biziz! Ahlaksızlığın açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. İşte, (Allah) size, düşünesiniz diye bunları tavsiye etti. Yetimin malına, rüşt çağına ulaşıncaya kadar, en güzel tarzın dışında yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz, bir kimseyi ancak gücünün yettiği kadar mükellef tutarız. Konuştuğunuz zaman akraba bile olsa adaletli olun. Ve Allah’a verdiğiniz sözü yerine getirin! İşte, (Allah) size bunları düşünür, öğüt alırsınız diye tavsiye ediyor. İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun, sizi O’nun yolundan ayıracak yollara uymayın. Kendinizi korumanız için işte size böyle tavsiye ediyor.”
Konuşmacı, gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna uymamakla ilgili olarak Müslümanlar arasında ortaya çıkan bazı sapmalara da değindi. Bunlardan bazıları şunlardır:
-Allah ile kul arasına aracılar koyma.
-Dinin bazı alanlara tahsis edilip bazı alanlardan dışlanması.
-Dine parçacı yaklaşarak salt nefis mücadelesi olarak ya da salt siyasi mukavemet aracı olarak algılamak.
-Dini millileştirme hastalıkları.
-Allah’ın kitabını merkeze almamaktan kaynaklanan bölünmeler ve ihtilaflar.
-Bilgisizlik, muhakemesizlik, sorgulamama hastalıkları ve taklitçilik.
-Abartılı şekilci yaklaşımların getirdiği özü yakalayamama problemi.