Özgür-Der 2023-2024 Aylık Paneller Serisinin ikinci oturumunda “Yüzyıllık Yabancılaşma: Kemalizm" başlığı ele alındı.
Güney Uzun’un yönetici ve D. Mehmet Doğan ile Hamza Türkmen’nin konuşmacı olduğu programda 29 Ekim ve 10 Kasım tarihlerindeki resmi tören ve dayatmalarla tekrar gündeme gelen Kemalizm farklı boyutlarıyla ele alındı.
Güney Uzun sunuş konuşmasında Kemalizm’in ele alınış biçimindeki sorunlara değinirken Türkiye’deki köklü sorunların kaynağında Kemalist düşünme biçiminin yattığını vurguladı.
“Kemalist rejimin en önemli matem günlerinden birisi olan 10 Kasım'da yaşadığımız şey gerçek anlamda büyük bir vahametti. Kemalistler imtiyazlarını kullanarak bütün bir topluma durmayı ve yürümeyi emredebiliyor. Bir yabancı için oldukça garip kaçabilecek olan ritüeller Kemalistlerin tahakkümü altındaki bir ülkede doğal karşılanabiliyor. Dokuzu beş geçe hayatı durdurmaya çalışan Kemalistler yapıp ettikleriyle akıl ve mantık dışı bir toplum ürettiler.”
Güney Uzun konuşmasının devamında Kemalistlerin yanında Kemalizm’in gadrine uğramış toplulukların da kendisini Kemalizm üzerinden ifade etmesindeki anlamsızlığı vurguladı.
“Alevilerin rejimle uyumlu bir noktaya gelmesi oldukça çarpıcıdır. İşin garip yanı ise başörtüsü ve ezan yasaklarıyla her türlü baskıya maruz kalan muhafazakar-dindar kesimlerin de benzer uyum arayışı içinde olması komedinin ötesinde bir trajikomikliği ortaya çıkarttı. Kemalizm’in ceberut anlayışı içerisinde yıpranan yaşı ilerlemiş insanların bu ideolojiye boyun eğmesini anlamak bir noktaya kadar mümkünken genç yaştaki insanların da bu akıl dışı uygulamalara karşı tepkisizliğini anlamak imkansız. Kemalizm new-age bir tarikat gibi ölümsüz bir liderlik kültü oluşturmak istiyor. Bu noktada Kemalistler topluma yönelttikleri suçlamaların hepsini kendileri gerçekleştirerek büyük bir tutarsızlık içinde debeleniyorlar.”
Hamza Türkmen 1. Dünya Savaşı’nın galiplerinin ellerine geçen güçle büyük bir değişim ve çözülme süreci başlattığını vurgularken Türkiye’de de bunun Kemalizm eliyle gerçekleştirildiğinin altını çizdi.
“Dışarıdan bakıldığında; I. Dünya Paylaşım Şavaşı galipleri, 18., 19. Yüzyıllarda Avrupa’da kurdukları Türkoloji Enstitülerinde ve sonra da Lozan Anlaşmasında, üzerimizde ağır bir vesayet oluşturacak tarzda bizi ‘ümmet ve İslam bağından kopup’ Modernite’nin değerlerine bağlanan “yeni bir nation yani ulus” olmaya yönelttiler.
20. yy. başında Modernleşmenin en önemli aracı millileşme / ulusallaşma projesiydi. Bu tezle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin elitleri, Osmanlı bakiyesi toplumda İslam’a bağlılığa rağmen tarihi süreç içinde itikadi ve ameli zaaflar içine düşmüş Müslümanlığı, ıslaha ve yeniden uyanışa/diriltmeye değil, tasfiye etmeye çalışmışlardır. “
Türkmen kendi tecrübeleri etrafında Türkiye’de yaşanan kopuş ve yabancılaşma sürecini Kadir Mısıroğlu, Necip Fazıl ve D. Mehmet Doğan gibi isimlerin çalışmaları etrafında tekrardan bir bilinçlenme süreci yaşandığını vurguladı.
“Tüm resmi ideoloji dayatmalarına rağmen ben gençliğimde bu konunun farklı boyutunu, büyüklerimizin anlatılarından sonra ilk önce --ıslah mücadelemizin bütünlüğünü yakalayamasalar da-- rahmetli Kadir Mısıroğlu ve N.F. Kısakürek’in kitaplarından okudum. Toplum benliğindeki yabancılaşma sürecini ya da dayatmasını da ilkin 1970’lerde Mehmet Doğan abinin 'Batılılaşma İhaneti'nden okudum.
Türkiye denilen topraklarda Lozan Antlaşmasından itibaren İslami olanın tasfiye edildiği devrimlerle, 'üretilen kurgusal ulus kültür ve sanal ırk' temelli bir ulus devlet kurulmuştur. “
TBMM’nin kuruluşuna İslami kesimin desteğini doğru anlamak gerektiğini vurgulayan Türkmen, Sebilürreşad ekibinin Müslümanların istiklaline duydukları özlemle TBMM’nin kuruluşunda açıktan destek verdiğini ancak yaşanan gelişmelerin beklenen sonuçları ortaya çıkartmadığını vurguladı.
“Mehmet Akif, halkı uyandırmak ve mücadeleye teşvik için camii camii vaazlar vermiş, orduya insan toplamıştır.
Bu söylemle irtibatlı el-Menar dergisi öncüsü M. Reşid Rıza da, aynı irtibat ağı içindeki Hindistan Müslümanları ve Ebu’l Âli Mevdudi’di bu kurucu kadroya destek vermişlerdi. Hatta Libya’dan Senusi lideri de…
Ama I. Meclis’te Lozan Antlaşmasına karşı çıkıp bağımsızlık mücadelesini devam ettirmeye çağrı yapan muhalefet liderlerinden Ali Şükrü bey Türkçü-Batıcı gürühun çeteleri tarafından 1923 Mart ayının son günlerinde öldürülmesi ve bu konu bahane edilip I. Meclis Darbesi yapılmıştır.”
Hamza Türkmen, Türkçü ideoloji ile Siyonizm’in ortaya çıkışı ve düşünce temelleri açısından oldukça fazla benzerlik taşıdığının göz ardı edilmemesi gerektiğine değindi.
İlk Türkçü kadrolar din, soy temelli bir ırk teorisi etrafında ulus devlet inşa etmek istedi. Siyonistler nasıl yeni bir tarih anlayışıyla “İsrail”in kurulması için çaba gösterdiyse Kemalistler de Türklük teorisi etrafında yepyeni bir ideoloji ürettiler. Yüzbinlerce insanın işkenceden geçirildiği binlercesinin idam edildiği bir vasatta Müslümanlar fakirleştirilip bazıları sürgüne mahkum edilirken Batıcılar ise zenginleşti ve Cumhuriyet bu temeller üzerine kuruldu.
Türkiye’de kavramlar konusunda yaşanan kafa karışıklığının temelinde Kemalistlerin kavramların muhtevasına yönelik saldırılarının yattığını belirten Hamza Türkmen “millet” kavramının bu bağlamda incelenebileceğini aktardı.
"Ulusun inşasında din, ırk veya dil etrafında oluşturulan 'birliktelik' vurgusu Türk nation’u kurmak için tarihi yeniden yorumlayan İttihatçı kadrolar yeni bir milliyetçilik, Türk ulusçuluğu oluşturdu. Modern Türk oluşumuna Şemsettin Sami gibi isimler “millet” tanımlamasını doğru bulmadı. Zira millet bir yönüyle şeriat demekti. Ali Suavi ise 'Türk ümmeti' önerisinde bulunurken Ahmet Cevdet Paşa 'Türk kavmi' tanımlamasını öne çıkarttı. Ziya Gökalp ise dini olanın istismarını öngörerek Türk milleti dedi. Bu teori ise Mustafa Kemal tarafından devam ettirilerek Kemalizm’in Türk milliyetçiliği inşa edildi. Dini aidiyetlerin uluslaştırılması yeni teorinin toplumsallaştırılması için çıkar yol olarak görüldü."
Türkmen, Mustafa Kemal’in şahsında Kemalist ideolojinin Türk milliyetçiliği etrafında din istismarını ciddi anlamda kullanıldığını vurgularken sonrasında yeniden toplum inşası için yeni bir insan profili oluşturma çabasına girildiğini belirtti.
"Farklı aşamalardan geçen Kemalizm en sonunda tamamen etnik ve seküler merkezli olarak kendisine ırk ve antropoloji araştırmalarıyla beyaz ırk ile kıyas edilen bir Türk kimliği oluşturdu. Türk Tarih Kongresi’nde ise 'Türklerin Sümerlerle aynı kökten gelen bir beyaz ırk' olduğu vurgulandı. Son aşama Atatürk’ün din dışı eğilimlerinin açıkça ifade edildiği Kemalizm’in nihai noktasıdır. CHP programı ile 'gökten indiği sanılan dogmalar' söylemi ise Türkiye’de Batıcı eğilimlerin İslam düşmanlığının net bir şekilde beyan edilmesidir.
Mustafa Kemal’in adının Kamal olarak değiştirilmesi ve Atatürk ismini alması aslında İslam’ı hatırlatan her şeyden sıyrılmaya çalışan bir görüntü ortaya çıkarttı. Güneş Dil Teorisi ve Türk tarih tezleri sürdürülebilir teoriler olmadığı için Kemalizm’in ideolojik dayanakları kısa sürede sadece bir dayatmadan ibaret hale geldiler. Rejimin ideolojisi toplum ile büyük çatışmalar içerisinde olduğu için bir şekilde dini kaygılarla resmi ideoloji bir araya getirilmeye çalışıldı."
Hamza Türkmen, Kemalistlerin varlığını sürdürebilmek için İslami temalarla donatılmış bir Atatürkçülük olgusu üretmeye çalıştığını ve muhafazakar kesimlerin ise önceleri devletin hışmından kurtulmak için boyun eğmek zorunda kaldıkları dayatmaları içselleştirme riski içerisinde olduğunu hatırlattı.
"Kemalizm dayatmalarla sürdüremeyeceği varlığını devam ettirebilmek için dine saygılıymış görüntüsü içerisine girmek zorunda kaldı. Atatürk ortak değer vurguları ile 5816 numaralı kanun sayesinde devletin koruduğu bir kült haline dönüştü. Artık herkes bu toplum içerisinde var olmak için kendi Atatürkçülüğünü üretmek zorunda bırakıldı. Atatürk milli birlik ve beraberlik söylemi etrafında yeniden topluma sunulmaya başlandı. 12 Eylül Darbesi sonrasında yaşanan baskı ortamı ve 80 Anayasası da bu söylemi güçlendirdi. Bugün de bir şekilde sığınmacı mantıkla bizlere sunulan bu ortak değer vurgulu Atatürk söylemi Türkiyeli Müslümanların geçmişlerine ihanet etmesinden başka bir şey değildir. Atatürk adına okunan mevlitler sığınmacı mantığın hiçbir sınır tanımadığının açık göstergesidir."
D. Mehmet Doğan Cumhuriyet tarihinin yüzüncü yılında Türkiye’nin bugünkü resmine baktığımızda Kemalizm’in daha geniş kesimlere yayıldığının fark edileceğini belirtirken gerçekte ise Kemalizm’in bir ideoloji olarak ‘90lı yılların ardından tamamen sona ermiş olduğunu ifade etti.
“Bir mağlubiyet ideolojisi olarak Kemalizm’in bugünkü dünyada söyleyeceği hiçbir şey yoktur. Mağlubiyeti galibiyet gibi göstermek adına kurgulanan oyun Kemalizm’in içi boş söylemlerinin en meşhurudur. Din ile mücadele eden bir yapı olarak Kemalizm doğrudan dini olan veya olmayan her şeye tepki göstererek operasyonlar gerçekleştirdi. Bu operasyonlara ise 'inkılap' denildi. Medrese kapatmak, şapka dayatması örneklerinden görüldüğü üzere İslam karşıtlığı Kemalizm’in temel kalkış noktasını oluşturdu.”
Eğitim öğretim adı altında talim terbiyenin ortadan kaldırıldığına değinen Doğan, Kemalizm’in tekke-zaviye karşıtlığı ile inşa etmeye çalıştığı toplumun ilk tohumlarını attığına değindi.
“Milli Mücadele dönemi boyunca Anadolu’nun dört bir yanından tekke ve zaviyeler cepheye insan yetiştirdi. Cumhuriyet, Milli Mücadele’nin kökleri üzerinde kurulan bir devlet değildir. Halkın değerleri ile mücadele edildiği için toplumun geniş kesimleri hedef alındı. Dindar bir halk din dışı uygulamalara zorlandı. Laiklik iddiasıyla yapılan bu inkılaplar laik olmayı dahi beceremeyen bir resmi ideolojinin zıddını yaptığı bir işi farklı bir şekilde tanımlamasından ibarettir.”
Cumhuriyet’in bugün övündüğü tüm değerlerin arkasının boş olduğuna değinen Mehmet Doğan devletin bütün enerjisinin yıllardır bu içi boş uygulamaları sürdürmeye harcadığına değindi.
“Sistemin devamı için yapılan işler bugünden bakıldığında oldukça mantık dışı şeylerdir. Kuvvetli bir ideolojik muhtevadan yoksun olan Kemalizm, 1932 yılında inkılapları desteklemiyorlar diye asırlık Darulfünun’u dahi kapattı. Darulfünun verdiği onca tavize rağmen kapatılmaktan kurtaramadı. İstanbul Üniversitesi’ni ise 'inkılap tarihi dersleriyle' açtılar. Ortaya çıkan şey ise tam bir vahametten ibarettir. Kemalizm dünyanın gördüğü en büyük ilim yoksunu eğitim kurumlarını inşa ederek nitelikten yoksun inkılaplarına destekçi bulmaya çalıştı.”
İnkılaplar hakkında üretilen safsataları incelemek için "1932 Dini İnkılap Yılı" isimli kitabı kaleme aldığını kaydeden Mehmet Doğan Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yaşananların gerçek anlamda bir akıl tutulması olduğuna değindi.
“Türkiye’de ilim ve fen Cumhuriyet’in ilk yıllarında hiçbir ilerleme kaydetmemiştir. Üniversite öğrencilerinin okuyabileceği ders kitabı dahi yoktu. Harf İnkılabı sonrasında Latin harfleriyle basılan kitap sayısı ilk dört sene 900 adettir. Caminin olduğu yerde eskiden okuma yazma öğretilirdi. Türkiye’nin en ücra yerine dahi bu sayede eğitim ulaşmış oluyordu. Harf İnkılabı’ndan sonra ise Türkiye cahilleşti. Yeni harfle eğitim verecek öğretmen bulmakta dahi zorlandılar. Camiler üzerinden örgütlenen talim ve terbiye devlet tarafından okullaştırılarak insanlar resmi ideolojiye maruz bırakılmak istendi.
Bir toplumun müziğini dahi yasaklayan inkılaplar sömürge devletlerini dahi aşan bir mantıkla İslam ile alakalı her şeye savaş açmıştır. Konuşma dilindeki dini muhtevayı temizlemek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Açıkça Kemalizm’in öne sürdüğü iddiaların desteklenecek delilleri yoktur. Bütün Türkiye’de yetmiş tane ortaokul varken bununla ‘eğitim inkılabı’ yapmak mümkün müdür? Ortaöğretimin halka indirilmesi anca Demokrat Parti ile mümkün olmuştur. Yükseköğretim ise anca Özal ile elitler dışında herkesin ulaşabildiği bir şey haline gelmiştir.”
Program soru-cevap faslının ardından sona erdi.