Başbakan Erdoğan'ın Madrid'te başörtüsü yasağının üniversitelerde kaldırılmasına ilişkin yeni anayasada yer alacak bir formülde kararlı olduklarını beyanından sonra Kemalist oligarşinin resmi-sivil tüm unsurları tam kadro hücuma geçti. MHP lideri Bahçeli'nin yeni anayasa çalışmalarını beklemeksizin mevcut anayasada yapılacak bir değişiklik ile üniversitelerdeki başörtüsü yasağını sonlandırmak üzere Hükümete önerdiği teklif ise önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Çetinkaya'nın ardından da Danıştay Başkanlar Kurulu'nun bildik, tanıdık karşı çıkışları ve tehditleriyle karşılandı.
Yargıtay ve Danıştay'ın bir gün ara ile kamuoyuna yazılı olarak beyan ettikleri görüş "Anayasa'daki laiklik ilkesi karşısında demokratik bir hak olamaz" ezberi/dogmasından başka bir şey değildi. "Değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez" despotik ve militarist prensipleri hukuk kisvesi altında savunma ve yaşatma mücadelesi veren Yargıtay ve Danıştay'ın AK Parti Hükümeti ve MHP'ye tehdit niteliğinde bir de uyarısı vardı: "Atatürk milliyetçiliği ile, Cumhuriyetin temel değerlerinden olan laiklik ve üniter yapı ile uyum göstermeyen hiçbir hak ve özgürlük girişimini tanımayız. Atatürkçülük ve laiklikle bağdaşmayan hak ve özgürlükler yasadışıdır. Aksi yönde beyan ve faaliyette bulunan siyasi partiler başlarına geleceklere hazır olsunlar."
Yargıtay ve Danıştay, İstiklal Mahkemeleri'nden devraldıkları mirası devam ettirmenin ancak silahlı bürokrasinin gölgesinde mümkün olduğunu biliyorlar. Yüksek Yargı, silahlı bürokrasinin oluşturduğu kaos ve kriz ortamlarında durumdan vazife çıkarmakla meşhurdur. Yargıtay ve Danıştay sadece seçilmiş Hükümeti değil temsil ettiği halk iradesini de hizaya çekmeye kalkışmaktadır. Kemalizmi esas alan Yüksek Yargı kurumları siyasetin, toplumsal taleplerin, düşüncelerin ve daha önemlisi İslam dininin de sınırlarını belirlemeye kalkışmaktadır.
Sayıştay ve Danıştay tarafından sık sık dillendirilen "güçler ayrılığı ilkesi" isimli masalın inandırıcılığı kalmadığı gibi fazlasıyla sıkıcı hatta boğucu bir mahiyet kazanmıştır. Bu yüzden Ak Parti Hükümet yeni anayasa çalışmalarında başta Yüksek Yargı kurumları olmak üzere darbe ve muhtıra süreçlerinde siyasete ve topluma karşı otoriter ve totaliter icraatlarla cephe açan bürokratik kurumların yetkilerini açık ve net biçimde sınırlamalıdır.
Hukuka, temel hak ve özgürlüklere, adalete Kemalist bir perspektifi dayatmayı, silahlı bürokrasiden gelen andıç ve brifinglerle durumdan vazife çıkarmayı vazife belleyen Yüksek Yargı bir çok açıdan halka pranga mahiyeti taşıyan darbe anayasasını, yasalarını her konjonktürde yeniden tanımlayıp darbe sürecinin kesintiye uğramaması için misyon yükleniyor. Bu sebeple Türkiye'de Hukuk devletinden değil Kemalist yargı tahakkümünden bahsedilebilir. Son olarak 28 Şubat darbe sürecinde iyice belirginleşen yargı kurumlarının askeri cuntanın icraatlarını teminat alma çabaları Şemdinli olaylarında, Cumhurbaşkanlığı seçimindeki 367 dayatmasında tekerrür etmiş ve başörtüsü zulmünü kısmen de olsa dindirecek yasal düzenleme girişimleri karşısında çirkin yüzünü tekrar göstermiştir.
Hiçbir insani, mantıki ve meşru/hukuki temeli bulunmayan başörtüsü yasağı zulmünün önünde Yargıtay'ın da Danıştay'ın da daha fazla engel olması mümkün değildir. Ak Parti Hükümeti bürokratik oligarşinin yargı cephesinden yükseltilen bu bildik "tehdit yoluyla kriz yaratma senaryoları"na papuç bırakmamalıdır. Hükümet, yeni anayasada başörtüsüne kısmi değil bütünüyle özgürlük yolunu açıp anayasal teminat altına almalıdır. Siyasal irade toplumsal talepleri teminat almakla mükellef olduğunu unutmamalıdır.
Özgür-Der Genel Merkezi