Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, Lice hadisesini değerlendiren bir açıklama yaptı. Kaya, Lice hadisesinin üzerinden tam bir hafta geçmesine rağmen ne sorumluluk sahiplerinin ne de vatandaşının can güvenliğini korumakla görevli devletin bu tür suçlar karşısında üstlenmesi gereken sorumluluğu yerine getirmediğini vurguladı.
Özgür-Der Genel Merkezinden yapılan açıklamanın tam metni:
Lice hadisesinin üzerinden tam bir hafta geçmesine rağmen sorumluluk sahiplerinden ne bir ses var, ne soluk! Tehlikeli bir yangının fitilini ateşleyebilecek çapta vahim bir saldırganlık fiilinin üzerinden tam bir hafta geçmiş olmasına rağmen, bugüne kadar ne saldırının olağan şüphelilerinin mensup olduğu çevrelerden bir kınama, bir açıklama duyabildik; ne de vatandaşının can güvenliğini korumakla görevli devletin bu tür suçlar karşısında üstlenmesi gereken sorumluluğu yerine getireceğine ve gereken adımları atacağına dair bir çabasına şahit olduk.
Ne yazık ki, ülke genelinde daha huzurlu ve insani bir ortamın yerleşmesine vesile olması umulan ‘Çözüm Süreci’ Kürt milliyetçi hareketinin saldırgan ve provokatif tutumlarıyla bilhassa Kürdistan coğrafyasında giderek bir endişe kaynağına dönüşme yolunda. Bölgede, çatışan taraflar, devlet ve PKK arasında varılan uzlaşma neticesinde ölümlerin durması ve kan akmamasından ötürü duyulan memnuniyeti mütemadiyen tedirginliğe ve öfkeye çevirmeye aday gelişmeler yaşanıyor.
PKK ve uzantıları bir yandan barıştan, özgürlük alanının genişlemesi gerektiğinden söz ederken, diğer taraftan başta rakip olarak gördükleri İslami yapılar olmak üzere kendileri dışındaki her türlü oluşumu baskı altına alma, sindirme çabalarını sürdürüyorlar. On yıllar boyunca Kemalist-faşizan devlet aygıtının Kürt halkına dayattığı “ya kimliksizlik ya ölüm” politikalarının bir benzeri bugün de ne yazık ki, Kürt milliyetçi hareketi tarafından “itaat et ya da terk et” şeklinde uygulanmakta.
Dur Durak Bilmeyen Saldırganlık
Lice’de 16 Mayıs Cuma gecesi yaşananlar bu tahammülsüz ve zorba tutumun nerelere vardırıldığının bir örneği oldu. 16 Mayıs Cuma gecesi 2 araçla Lice’nin Kıyı (Darakol) köyüne gelen PKK’lı grup Hüda-Par mensubu Mikail Ayık’ı götürmek istemiş, Mikail Ayık’ın bu zorbalığa direnmesi karşısında kendisi ile birlikte abisi Ali Ayık ve kızı Nesrin Ayık’ın üzerlerine kurşun yağdırmışlardı.
Maalesef, Lice olayı tekil bir olay değildir; sistematik biçimde geliştirilen bir mantığı yansıtmakta, aşama aşama yükseltilen bir kampanyanın izlerini taşımaktadır. Aynı zihniyete mensup gruplarca daha önce de başta Hüda-Par çevresine karşı olmak üzere bölgenin çeşitli illeri, ilçeleri ve köylerinde sayısız saldırı gerçekleştirilmiş, bilhassa hakimiyet kurulmaya çalışılan yerlerde farklı seslerin bastırılmasına, kendileri dışında faaliyet yürüten grupların sindirilmesine yönelik eylemler düzenlenmiştir. Yakma, tahrip etme, yaralama türünden fiiller yanında bu saldırılar neticesinde, Yüksekova örneğinde yaşandığı üzere ölümle sonuçlanan vakalar da meydana gelmiştir.
30 Mart yerel seçimleri sürecinde daha bir ivme kazandırılan bu saldırılar kesintisiz biçimde sürmektedir. Anlaşılan o ki, PKK unsurlarınca bölgede ihdas edilmeye çalışılan ‘Demokratik Özerklik’ projesi kapsamında muhalif görülen her türlü yapının, çabanın, çalışmanın bağımsız kimliği tehdit öğesi gibi algılanmakta ve zorla, şantajla Kürt milliyetçi hareketine entegre edilmeye zorlanmaktadır. Bu amaçla farklı kimlik mensuplarının siyasi faaliyetleri engellenmeye, üniversitelerde öğrenci gruplarının etkinlikleri sabote edilmeye, esnaf ve tüccardan vergi adı altında haraç alınmaya çalışılmaktadır. Saldırganlık dozunun artık insanları evlerinden alıp götürmeye kalkışma boyutuna vardırılması hiçbir sınır tanımaz hale geldiğini göstermektedir.
Çözüm Planı Bu Saldırganlığa Göz Yummayı da İçeriyor mu?
Bu noktada Kürt milliyetçi hareketi acılı ve savaş yorgunu Kürdistan coğrafyasını daha fazla acıya, sıkıntıya, zorbalığa sürüklemeye yönelik bu tutumunun zulüm anlamına geldiğini ve zulmün ise sadece zulme uğrayanlar için mağduriyet değil, zulmedenler için de çıkmaz sokak olduğunu kavramak zorundadır. Buradan bilhassa Kürt milliyetçi hareketinin BDP, DTK gibi legal uzantılarını dürüst davranmaya ve çifte standartçılığı ve çift dilliliği bir kenara bırakıp bu yaşananlara ilişkin ne düşündüğünü açık bir dille beyan etmeye; hukuk, adalet, özgürlük söylemlerinde bir nebze tutarlı olmak kaygısı taşınıyorsa eğer bu tür saldırılara net ve ikirciksiz bir dille karşı çıkmaya çağırıyoruz.
Aynı şekilde İslami kuruluşların ve medyanın da bu konuyla ilgili olarak gerçekçi ve sorumlu bir tutum takınma noktasında zafiyet içinde olduğu gözden kaçmamalıdır. Maalesef gözler kapatılıp, görmezden gelindiğinde sorunlar ortadan kalkmış olmuyor. Gerek bölgede, gerekse de Türkiye genelinde faaliyet yürüten İslami kimlikli yapılar, kuruluşlar ve medya organlarının bu zulmü gündemleştirme ve tavır alma hususunda yeterli bir duyarlılık ve İslami dayanışma sorumluluğuna uygun bir tutum içinde olduğunu söylemek mümkün değildir.
Öte yandan tüm bu olup biten karşısında devletin takındığı aciz ve umursamaz tavrın ise hiçbir biçimde kabul edilemez olduğunun altını çiziyoruz. Dün Kürt kimliğini tehdit olarak algılayıp bu bölgede yaşayan insanlara karşı her türlü zulme, hukuksuzluğa başvuran devlet, bugün de vatandaşlarının başta can güvenliği olmak üzere temel haklarını, ifade ve örgütlenme özgürlüklerini koruma sorumluluğunu hiçe sayarak bu bölge insanlarının bir kez daha mağduriyetlerine kapı aralamaktadır.
AK Parti Hükümeti “çözüm süreci işliyor, kan akmıyor” diye kendini kandırmamalıdır! Bölgede hukuksuzluğun ve zorbalığın olağanlaştığına, baskı ve şantajın gündelik hayatın bir parçasına dönüştüğüne dair güçlü işaretler vardır. On yıllarca devlet eliyle uygulanan ulusalcı-Kemalist zorbalığın esaretinde zulmün her türlüsüne maruz kalmış Kürt halkının, şimdi de cinnet halindeki Kürt ulusalcılığının mağduru kılınmasına göz yumulmamalıdır! Çözüm süreci elinde silah olanın her türlü dayatmaya başvurabildiği bir ortamın adı olmamalıdır! Gerçek manada ve kalıcı bir çözümün, herkesin kendisini özgürce ifade edebildiği, kendisini inancından, kimliğinden ve siyasi aidiyetinden ötürü kimseye hesap vermek zorunda hissetmediği bir ortamın yeşertilmesiyle mümkün olabileceği unutulmamalıdır!
Rıdvan Kaya
Özgür-Der Genel Başkanı