102. Madde uyarınca gerçekleşen tahliyeleri "Hizbullah tahliyeleri" olarak sunup linç kampanyası başlatılması hakkında bir açıklama yapan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, son gözaltıların bu kampanya sonrasında "kamuoyu"nu tatmin amaçlı olduğuna dikkat çekti.
102. Maddeden tahliye edilen 1.000'den fazla kişinden 20'si Hizbullah davası sanığı olduğunu belirten Rıdvan Kaya, Meclis Başkanından bakanlara, medyadan akademisyenlere ve İmralı'ya kadar ağız birliği eden koronun nasıl bir hukuk katliamına yol açtığını gözler önüne serdi. Hizbullah sanıklarının suçlandığı fiillerin basit ve önemsiz olmadığını ifade eden Kaya, ancak bu süreçte hukukun temel kriterlerinin çiğnendiğini belirterek bunu da en temelde Kemalist düzenin İslam ve Müslümanlara karşı tarihsel düşmanlığına bağladı.
GENEL AF ÇIKSIN!
Kaya, son olarak "Hizbullah operasyonları" adı altında gerçekleştirilen gözaltı kampanyasını kınarken, Kürt sorununa çözüm sadedinde ciddi bir katkı sağlayacak "genel af" konusunun gündemleştirilmesi çağrısında bulundu.
Özgür-Der Genel Merkezi'nden yapılan açıklamanın tam metni:
HİZBULLAH OPERASYONLARI: LİNÇ KAMPANYASINA HUKUK KILIFI!
18 Ocak 2011
1 Ocak tarihinden itibaren Türkiye hararetli bir gündeme daha sahip oldu ve 102. Madde uyarınca gerçekleşen tahliyeler konusu yoğun biçimde tartışılmaya başlandı. Yasal bir düzenlemenin politik hesaplara malzeme edilmesi Türkiye'de az rastlanan bir vaka sayılmaz ama bu kez tartışmanın düzeysizliği ve ölçüsüzlüğü kelimenin tam manasıyla zirve yaptı.
Konu daha isimlendirilme aşamasında manipüle edildi ve 1.000'den fazla kişinin serbest bırakılmasına yol açan düzenleme "Hizbullah tahliyeleri" diye sunuldu. Oysa 102. Madde uyarınca Hizbullah davası tutuklularından sadece 20 kişi tahliye edilmişti.
Hukuksuzluk had safhadaydı: Tam 11 yıldır yargılanmaları devam eden ve henüz sanık konumundaki kişiler hakkında medya ve siyasi kurumlar elbirliğiyle bir çırpıda "mahkûmiyet" kararı vermiş ve linç kampanyasını başlatmışlardı. Siyasetçilerden köşe yazarlarına, akademisyenlere kadar pek çok kişinin hummalı bir faaliyete giriştikleri görülüyordu. Bu garip koronun, yasa gereği serbest bırakılan kişilerin içeride tutulmasına dair sadece hukuku değil, aklı ve vicdanı da zorlayan formüller geliştirme çabaları ibretlik bir manzara oluşturuyordu.
Koroda kimler yoktu ki! Meclis Başkanından bakanlara, Ergenekon sanıklarından darbecilerin avukatlarına kadar geniş bir yelpaze oluşturan koroya İmralı'dan da katkı gecikmedi. Ergenekon davası hakkında "ilginç" tespitlerini de paylaştığı görüşmesi sırasında Abdullah Öcalan, Hizbullah davası tutuklularının tahliyeleri üzerinden provokatif bir tutumla tehditler savurdu. Aslında tek başına bu kışkırtıcı söylem ve tutumun dahi geçmişte yaşananlara ışık tutabileceği gerçeği ise ne enteresandır ki bazı çevrelerce yine de görmezden gelindi.
Tahliyeler konusu üzerinden oluşturulan gündem ve tartışmalar tam bir linç kampanyasına dönüştürülmüştü. Örgütün üst düzey yöneticilerinin tahliye edilmesinin kısa süre içinde toparlanmaya ve büyük çatışmalara yol açacağı kehaneti ısrarlı biçimde gündemleştirildi. Bu kehanetin aslında bir tespit ya da ihtimalden ziyade birilerinin temennisini yansıttığı çok açıktı. Söz konusu yapının 2002 yılından beri hiçbir silahlı eylemi bulunmaması, bugüne dek binlerce mensubunun cezaevinden çıktığı ve aradan geçen süre içinde kitlesel ve legal düzlemde faaliyet yürütmeyi seçmesi ısrarla görmezden geliniyordu.
Ve gelinen son aşamada "kamuoyu"nu tatmin amaçlı olduğu gayet bariz olan polis operasyonları birbiri ardına sökün etmeye başladı. Türkiye'nin muhtelif yerlerinde söz konusu yapıyla irtibat içinde olduğu iddia edilen insanlara yönelik gözaltılar başlatıldı. Gözaltına alınan insanların pek çoğunun legal derneklerin yönetici ve üyeleri olduğu gerçeği ise yine görmezden geliniyordu. Silahlı bir yapının elemanları olmakla suçlanan insanların neredeyse tamamı halka açık, kitlesel faaliyetler yürüten kişiler.
Bu hukuksuz uygulama şimdi İstanbul'da 102. Madde uyarınca tahliye edilen Hizbullah davası sanıklarının da gözaltına alınmalarıyla sürüyor. Daha önce Yargıtay 9. Ceza Dairesi Diyarbakır'da karakola gidip imza atmadıkları için tahliye ettiği bazı sanıklar hakkında tutuklama ve yakalama kararı çıkartmıştı. Yasal tutukluluk sürelerini dolduran kişiler hakkında imza gerekçesiyle tutuklama kararı çıkartılmasının hukuki bir temelinin olamayacağı ortada. İstanbul'da tekrar gözaltına alınan Hizbullah davası sanıklarıyla ilgili gerekçenin ise imza meselesi olmadığı açıklandı.
10 yılı aşkın bir süredir cezaevinde bulunan insanlar dışarı çıktıktan 2 hafta sonra "örgütsel faaliyet" yürütmek suçlamasıyla gözaltına alınıyorlar. Bu tam bir keyfiliktir. Bu durumda aynı şekilde tahliye edilen bazı sanıkların imza atmaktan imtina etmelerinin gayet anlaşılabilir bir tavır olduğu ortaya çıkmış olmuyor mu? Tahliye edildikten iki hafta sonra evlerinde insanlar soyut suç isnatlarıyla gözaltına alınabiliyorsa, kaçmanın makul ve mantıklı bir davranış olmadığını kimse iddia edemez!
Hizbullah davası sanıklarına yöneltilen suçlamaları asla basit ve önemsiz fiiller, suçlamalar olarak değerlendirmiyoruz. Bununla birlikte mevcut yasal düzen içinde suç isnadına göre insanlara farklı muameleler yapılmasının ve bazılarının otomatik olarak suçlu ilan edilmesinin hukukun temel kriterlerine ters düştüğü ise tartışılamaz. Bilhassa da "İslami davalar" söz konusu olduğunda takınılan aşağılayıcı, mahkûm edici dilin ve tutumun ise en temelde Kemalist düzenin İslam ve Müslümanlara karşı tarihsel düşmanlığından kaynaklandığı çok açıktır.
Aslında konuşulması, tartışılması gereken konu şu veya bu örgüt mensuplarının tahliyesi değil, tüm siyasi mahpuslar için ayrımsız ve şartsız bir genel af olmalıdır. Düzenin çözümsüzlüğe mahkûm ettiği Kürt sorununa çözüm sadedinde de ciddi bir katkısı olacağına inandığımız genel af konusunu gündemleştirmek, talebe dönüştürmek sorumluluğunu üstlenmek yerine, medyanın oluşturduğu manipülatif beklentileri esas alarak atılan adımlar hukukun aslanlara yem edilmesi demektir!
Bu kaygılarla "Hizbullah operasyonları" adı altında sürdürülen gözaltı kampanyasını kınıyor, başta Hükümet olmak üzere her kesime, hukukun bir gün kendilerine de lazım olabileceğini, dolayısıyla bu şekilde keyfiliklere kurban edilmemesi, hoyratça tepelenmemesi gerektiğini bir kere daha hatırlatıyoruz!
Özgür-Der