Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un "Balyoz Darbe Planı" ile ilgili bugünkü konuşması hakkında bir açıklama yapan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, Org. Başbuğ'un tekrarladığı akıl-vicdan vurgusuna ordunun, bu ülkenin tarihinde yaptığı darbelerle nasıl akıl-vicdan tutulmasına sebep olduğunu belirterek cevap verdi. Başbuğ'un darbelerin konuşuluyor olmasından hicap duyduğunu belirtmesi karşısında ise "Asıl cunta faaliyetlerinden hicap duymalısın!" diyen Kaya, Başbuğ'u TSK'nın gerçekleştirdiği tüm darbelerin hukuk dışı eylemler olduğunu itiraf etmeye ve tüm bu kirli geleneği şartsız, "ama"sız lanetlemeye davet etti.
Konuşmasında askerini hücum sathında "Allah, Allah" sesleriyle ölüme yollayan bir ordunun Allah'ın evinde bomba patlatmasının nasıl düşünülebileceğini soran Başbuğ'a şöyle cevap veriyor Kaya: "Aynı ordu Allah'ın emri olan namazı kıldığı için çok sayıda mensubunu ihraç edebilmektedir. Halkın İslami kimliğini ve taleplerini öncelikli tehdit unsuru olarak kabul etmekte, İslami hassasiyet sahibi kitleleri iç düşman kategorisine oturtmakta ve inancının gereğini yerine getiren insanları fişlemektedir. Yine askerlerini 'Allah Allah' diye ölüme yollayan bu ordu, Allah'ın emri olan başörtüsüne karşı topyekûn bir savaş yürütmekte ve başörtülüleri toplumsal hayatın dışına püskürtmek için yoğun mesai harcayabilmektedir."
Özgür-Der Genel Merkezi'nden yapılan açıklama:
Org. Başbuğ Darbe Uyarılarından Değil,
Ordu İçindeki Cunta Faaliyetlerinden Hicap Duymalıdır!
25 Ocak 2010
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un kamuoyunun gündeminde tartışılmakta olan Balyoz darbe planı konusunda bugün sarf ettiği sözler, darbecilerin tam bir çılgınlık ve gözü dönmüşlük mahsulü planlarını günlerdir dehşet içinde takip eden kamuoyunu tatmin etmekten uzaktır.
Konuyla ilgili olarak 21 Ocak tarihinde Genelkurmay'dan yapılan ilk açıklamada olduğu gibi bugün de Org. Başbuğ aynı temayı öne çıkartmakta ve iddiaların akıl ve vicdandan uzak olduğunu vurgulamaktadır. Oysa iddiaların akıl ve vicdanla bağdaşmadığını söylemek hiçbir şeyi izah etmeye yetmemektedir. Çünkü bu ülkede yaşayan bizler zaten darbecilerin bugüne dek icra ettikleri eylemlerin tümüyle akıl ve vicdan dışı eylemler olduğunu biliyoruz. Daha temelde darbeciliğin kendisinin bizatihi bir akılsızlık ve vicdansızlık olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla "İddialar akıl ve vicdanla bağdaşmayacağına göre, gerçek olamaz!" şeklinde bir akıl yürütme temelsizdir. Bu ülkenin tarihinde tam bir akıl ve vicdan tutulması eylemi olan darbeler maalesef ne kadar gerçekse, Balyoz adlı planı tasarlayanların niyetlerinin, çabalarının da o kadar gerçek olduğu baştan kabul edilmelidir.
Org. Başbuğ 2010 Türkiyesi'nde hala darbelerin konuşuluyor olmasından hicap duyduğunu ifade ediyor. Gerçekten de Türkiye'de hala darbelerin tartışılıyor olması hicap duyulmayı gerektiren bir ayıptır. Bununla birlikte darbe eylemini gerçekleştireceğinden kuşku duyulan bir kurumun tepe yöneticisinin, bu vaziyet karşısında hicap duymaktan öte yapması gereken şeyler olmalıdır. Bunlar yapılmadığında tek başına hicap duyduğunu ifade etmek hiçbir şeyi çözmez, kimseyi de tatmin etmez!
Öncelikle Genelkurmay Başkanlığı kurumsal olarak bugüne dek TSK'nın gerçekleştirdiği tüm darbelerin ve müdahalelerin hukuk dışı eylemler olduğunu itiraf etmeli ve tüm bu kirli geleneği şartsız, "ama"sız lanetlemelidir!
Ayrıca Org. Başbuğ'un bugünkü konuşmasında tekrarladığı üzere demokrasiye bağlılık lafzının soyut biçimde dile getirilmesiyle yetinilmemelidir. Halkın seçtiği yöneticilere bağlı olunduğu ve Cumhuriyeti koruma görevinin ancak siyasi iktidarın vereceği emirler doğrultusunda yerine getirilecek bir vazife olduğu açıkça ifade edilmelidir.
Org. Başbuğ konuşmasında askerini hücum sathında "Allah, Allah" sesleriyle ölüme yollayan bir ordunun Allah'ın evinde bomba patlatmasının nasıl düşünülebileceğini soruyor ve bu iddiaların vicdansızlık olduğunu söylüyor. Bir kere iktidar hırsıyla buna benzer provokasyonların geçmişte de icra edildiğine dair elde çokça veri olduğunu hatırlatırız. Dolayısıyla camiye bomba koymak ya da çocukların yoğun bulunduğu bir saatte müze patlatmak gibi canilikleri darbecilerin göze alması hiç de şaşırtıcı değildir.
Org. Başbuğ'un dikkat çektiği manada ortada bir çelişki gözükse de TSK'nın uygulamalarında benzeri çelişkilere bol miktarda rastlandığı da inkar edilemez. Örneğin askerini hücuma "Allah, Allah" nidasıyla yollayan aynı ordu Allah'ın emri olan namazı kıldığı için çok sayıda mensubunu ihraç edebilmektedir. Halkın İslami kimliğini ve taleplerini öncelikli tehdit unsuru olarak kabul etmekte, İslami hassasiyet sahibi kitleleri iç düşman kategorisine oturtmakta ve inancının gereğini yerine getiren insanları fişlemektedir. Yine askerlerini "Allah Allah" diye ölüme yollayan bu ordu, Allah'ın emri olan başörtüsüne karşı topyekûn bir savaş yürütmekte ve başörtülüleri toplumsal hayatın dışına püskürtmek için yoğun mesai harcayabilmektedir.
Kısacası Org. Başbuğ'un açıklamaları darbecilik illetinin kaynağını ortaya koymaktan uzak olduğu gibi, önemli çelişkiler de barındırmaktadır. Bu tür bir yaklaşımın darbe-cunta tehdidine yönelik ciddi bir tavır olamayacağını hatırlatıyor; Genelkurmay'ı darbecilik olgusuna karşı açık ve net tavır takınmaya çağırıyoruz! Bu arada Başbuğ'un sözleri arasında yer verdiği "TSK'nın sabrının bir sınırı vardır!" türünden örtülü tehditler savurma tavrının anlamsızlığını, beyhudeliğini artık anlaması gerektiğini bir kere daha vurguluyoruz.
ÖZGÜR-DER