Ahmet Yasin Elki'nin oturum başkanlığını yaptığı panelin ilk konuşmacısı olan Ali Kaçar, Kemalist paradigma tarafından İslam'ın ve İslam'la ilgili değerlerin nasıl kullanıldığını anlattı. Kaçar, din adamlarının milli mücadeledeki fonksiyonlarını, 19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal'in Anadolu'ya geçmesi itibari ile değerlendirdi. Mustafa Kemal'i, Erzurum'da, Sivas'ta, Amasya'da, Havza'da ve Samsun'da kendilerini karşılayan ve yardım eden din adamlarının hep var olduğunu ifade eden Kaçar, 1919'da Amasya'da binbaşı olan Hüsrev Gerede'den şöyle bir alıntı yaptı:
Lord Kinross'un, "Mustafa Kemal en güçlü taraftarlarını din adamlarından buldu. Dini kuvvetlere açıkça ve resmen biat ediyorlar." şeklindeki ifadelerinin gerçek olduğunu söyleyen Kaçar, resmi tarihin her zaman doğruyu söylemediğini ve Mustafa Kemal'in Anadolu'ya geçmesinden evvel birçok yerde milli mücadelenin din adamları tarafından başlatıldığını ifade etti. Kaçar, konuya ilişkin örneği; 15 Mayıs 1919'da İzmir işgali nedeniyle Ahmet Hulusi'nin 16 Mayıs mitinginde Yunanlılara karşı çıkmanın farz-ı ayn olduğuna dair fetva verdiğini bildirdi. Milli mücadelenin aynı zamanda Ege bölgesi dahil olmak üzere, Urfa, Adana ve Antep'te de başladığı, Maraş'taki Sütçü İmam'ın da sürece müdahil olduklarını belirten Kaçar, Mustafa Kemal'in pragmatik davrandığını ifade ederek "19 Mayıs 1919 süreci itibari ile; 'Ben cumhuriyet kuracağım' deseydi bugün kahraman olarak anılmazdı" dedi.
BMM'nin dualarla, kurbanlarla açıldığını ifade eden konuşmacı; "BMM'nin temel görevi, Kur'an'a aykırı hüküm çıkarmayı engellemekti." dedi. "20 Ocak 1921'de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanununun ilk maddesine göre devletin dininin İslam olduğu hüküm altına alınıyor ve bu 10 Nisan 1928'de değişiyor." diyen Kaçar, konuşmasında 1921 ve 1924 Anayasası'na göre milletvekillerinin yemin şekillerini karşılatırdı. Konuşmacı, Mustafa Kemal'in 1924'e kadar yürüttüğü tavrın Müslümanlarla paralel olduğunu ifade ederek tamimlerinde saltanatın nasıl kurtarılması gerektiğini üzerinde durduğunu dile getirdi. Ancak Kaçar, Lozan Barış Konferansı ile Mustafa Kemal'in, hilafet ve saltanat düşüncesinin değiştiğini ve İngilizlerin baskısı sonucu hilafetin kaldırılmasının hasıl olduğunu ifade etti.
Konuşmacı, 1924 Anayasasından sonra muhaliflerin yok edilmesi, Takrir-i Sükûn'un ilan edilmesi, medreselerin kapatılması ve yerine İmam-Hatiplerin açılması (1930'da İmam-Hatip okulları kapatılıyor) gibi değişikliklerle Mustafa Kemal'in politikalarını geliştirildiğini söyledi. 1924'den sonraki dönemde, önce sanıkların idam edildiği sonra tanıkların dinlenildiğini söyleyen konuşmacı Ali Kaçar, Mustafa Kemal'in esas amacın; 10 Nisan 1928'de mecliste alınan karar üzerine devletin dininin İslam olmaktan çıkarılması olduğunu ifadelendirdi. Rejimin, Diyanet İşleri Reisliği ve Evkaf Umum Müdürlüğünü kurması ile iktidarını korumasında araç kullandığını ifade etti. 1930 yılında laikliğin ilan edilmesiyle ezanın, ibadet formlarının Türkçeleştirilmesi ve farz olan ibadetlerde Türkçe Kur'an okunmasının Bursa halkından tepki aldığını aktaran Kaçar, hilafetin kaldırılmasından Anadolu halkının haberdar olmadığını da bildirdi.
Ali Kaçar son oturumda ise; ilk olarak 1926'da Göztepe Camii'nde, okunan Türkçe Kur'an nabız yoklama olduğunu beyan etti. Mustafa Kemal'in gaybten gelen haberlere inanmadığını ve Mustafa Kemal'in; "Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz" sözleriyle dile getirdi. Nutuk'un ilahi kitap haline getirildiğine değinen Kaçar son olarak Mustafa Kemal'in devlet stratejisinde; dini, hayattan koparmak için fonksiyon yürüttüğünü dile getirerek konuyu Rıdvan Kaya'ya bıraktı.
Kemalist paradigmanın dini kullanırken geçmişten gelen oturmuş, aşamalı bir süreklilik kaydettiğini dile getiren Kaya, geçtiğimiz haftalarda Yeni Camii mahyasındaki "Cumhuriyet Fazilettir" yazısının konuyla ilişkisine değindi. Ayrıca modern cahiliyenin dini ne ölçüde ve nasıl kullandığının dönem dönem değişiklikler de gösterdiğini ifade etti. Konuyu pekiştirmek için 1924'ten itibaren İmam Hatip Okulları'nın geçirdiği süreçleri, ezanın Türkçe okunmasını örnek veren Kaya, Kemalist işleyişin belirli oranlarda halkın tepkisiyle daraltıldığını ifade ederek ileriye doğru bir değişme hattının da olduğunu beyan etti.
Kaya, Kemalizmin tanımını yaparak Kemalist ideolojinin köken itibariyle Tanzimat'ın; toplumun siyasal, sosyal yapısını bütünüyle değiştirmeyi hedefleyen aydınlarının batıcı anlayışına dayandığını belitti. Osmanlının son döneminde belirginlik kazanan bu değişim cumhuriyetle radikalleşmiştir diyen Kaya, değişikliklerin nedenlerini ve nasıllığını anlatacak örneklerle konuyu zenginleştirdi.
Kemalist düşünce sisteminin dine yaklaşımını üç ana başlıkta özetleyen Kaya, çeşitli alıntılar aktararak sunumunu destekledi.
1. Dinden yararlanılmıştır, istifade edilmiştir.
Kaya bu politikanın özellikle savaş zamanlarında bariz bir şekilde ortaya çıktığından bahsetti. İhtiyaç duyduğu zamanlarda çekinmeden takiyyeye başvuran zihniyeti şu alıntıyla örneklendirdi: "(Mustafa Kemal'in yeni hükümetin nasıl oluşacağına ilişkin önergesinden…)15 Eylül 1919'da Malatya Mutasarrıf Vekili Hacı Kaya ve Şatzade Mustafa Ağa'ya kendileriyle işbirliği konusunda gösterdikleri yakınlıktan dolayı teşekkür ediyor ve şunları söylüyordu: 'Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça Türk ve Kürd'ün yekdiğerinden ayrılmaz iki özkardeş olarak yaşamakta devam eyleyeceği ve makam-ı Hilafet etrafında sarsılmaz bir vücut halinde dahil ve hariç düşmanlarımıza karşı demirden bir kale halinde kalacağı şüphesizdir'." Mustafa Kemal'in nasıl bir çevrenin ürünü olduğunu anlayabilmek noktasında biyografisinin önemli bir malzeme olacağından bahseden Kaya, o çevreyi pozitivist, aydınlanmacı, batıcı ama aynı zamanda pragmatik diye nitelendirdi.
2. Din sınırlandırılmıştır.
Kemalizmin, dini elinden geldiği kadar toplumsal hayattan soyutlayıp bireye indirgemeye çalıştığını hatta laiklikle vicdanlara hapsettiğini aktaran Kaya, bu konuyla ilgili olarak şu değerlendirmede bulundu: Laiklik hayatın belli alanlarında Allah'ın otoritesini dışlamaktır.
Kaya, Binnaz Toprak'tan referansla laikleşme sürecini dört ayrı düzeyde ele aldı:
Ø Fonksiyonel düzeyde laikleşme: Dinin fonksiyonel düzeyde doldurduğu alanın daraltılması ve bunun yerine din dışı unsurların ikamesi.
Kaya dinin fıtri bir ihtiyaç olduğuna değinerek eksikliğinde manevi bir boşluk oluştuğunu ve bunun egemen ideoloji tarafından milliyetçilikle doldurulduğunu dile getirdi. Kemalizmin sivil bir din gibi dayatıldığını belirten Kaya, Mustafa Kemal'in ise peygambere benzetildiği örneklerini verdi. Kur'an'daki Firavun kıssasına atıf yapan Kaya, Firavun halkının Firavun'a ibadet etmesini, Türkiye toplumunun Mustafa Kemal'e ibadet etmeye zorlanmasına benzetti.
Ø Sembolik düzeyde laikleşme: İslam'a ait sembollerin yerini ulusal sembollerin alması.
Ø Kurumsal düzeyde laikleşme: Örgütsel yapıda dinin geriletilmesi.
Kaya, DİB hakkında detaylı bilgiler sundu. Camilere bütçe ayrılmasına rağmen cem evlerine aynı muamelenin neden yapılmadığını sorgulayan insanların arkaplanı iyi değerlendiremediklerini beyan etti. Halkın sistemden DİB gibi bir bakanlık talep etmediğini de sözlerine ekleyen Kaya, bakanlığın kendi bekasını korumak için kullanıldığını aktardı.
Ø Yasal düzeyde laikleşme: Batı kökenli yasaların transferi.
Bu başlığı da işleyen Kaya, sözlerine son verirken dine yaklaşımın son maddesinin "dinin dışlanması" olduğunu anlattı. Hukukun dinden tümüyle arındırılmasına yönelik düzenlemelere gidildiğini vurgulayan Kaya sürecin bütününe bakıldığında Kemalist yaklaşımın özü ve hedefi itibariyle dini tüm toplumsal hayattan dışlamaya yönelik bir proje olduğunun altını çizdi.
Esra Aydın - Fatma Turan / Haksöz-Haber