Özgür-Der'in 2010-2011 dönemi için "İslami Hareket ve Siyasete Dair Önkabuller ve Gerçekler" ana başlığı altında düzenlediği aylık paneller devam ediyor. Her ayın ilk Çarşamba'sı Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde düzenlenen panellerin üçüncüsünde Rıdvan Kaya'nın yöneticiliğinde Mehmet Sarı ile Kenan Alpay "Emperyalizm Türkiye'yi Bölmeye Çalışmış mıdır?" sorusuna cevap arandı.
Panelin sunumunu gerçekleştiren Rıdvan Kaya, aynı başlık altında işlenen önceki oturumlara dair de özet bilgiler aktararak konunun önemini vurguladı. Bu meyanda Türkiye'de resmi söylemin neredeyse genetik bir özelliğine dönüşen bölünme, parçalanma paranoyasının sonuçlarına dikkat çeken Kaya, birilerinin başörtüsü, Kürt sorunu, hak ve özgürlükler vb. konuların her gündeme gelişinde bu komplocu tezi hemen dillendirmeye başladığını söyledi. Kaya, "Kurtuluş Savaşı / Milli Mücadele" ile emperyalist emellerin önlenerek çöpe atıldığı iddialarının büyük oranda resmi tarih yalanlarını yansıttığını ve dolayısıyla panel vesilesiyle bu genel kabulü tartışmaya açarak emperyalizm-Türkiye ilişkisini masaya yatırmak istediklerini söyledi.
Bu meyanda emperyalizm kavramının muhtelif anlamları ve boyutları üzerinde duran Sarı, 'emperyalizm' denildiğinde dikkat edilmesi gereken önemli kavramlardan birinin de "kültür emperyalizmi" ya da "kültürel emperyalizm" olduğunu belirterek Türkiye'de bu kavramın altını dolduracak birçok icraatın ortaya konulduğunu söyledi.
'Türkiye' kavramının ise bir siyasi gerçeklik olarak 1923 yılına kadar ancak götürülebileceğini belirten Sarı, emperyalizmin Türkiye'yi bölme-parçalamaya yönelik bir girişiminin somut veriler üzerinden tespit edilmesinin mümkün olmadığını kaydetti. Bu bağlamda Türk-Türkiye isimlerinin tarihini de irdeleyen konuşmacı, Osmanlı'nın kendisini bu kavramlarla tanımlamadığına dikkat çekerek kavramın ilk kez 16. yüzyılda Avrupa'da kullanılmaya başladığını ve Osmanlı hakimiyeti altında bulunan bütün Müslüman halklar için kullanıldığını söyledi.
Bölünen Osmanlı Devletiydi
"Emperyalizm Türkiye'yi Bölmeye Çalışmış mıdır?" sorusunun ilk etapta kolay cevaplanır gibi gözükse de bunun zor olduğunu belirten Sarı, 1. Dünya Savaşının Osmanlı'yı paramparça ettiğini, parçalananın Türkiye değil, Osmanlı olduğunu ve dolayısıyla bölünme esnasında Türkiye diye bir devletin resmi olarak var olmadığını ifade etti.
Osmanlı'nın emperyalistlerce parçalanmasına yol açan sebepler ve buna götüren süreçleri de irdeleyen Sarı, emperyalistlerle bugünkü siyasal tabloyu ortaya çıkaran çeşitli temasların ve antlaşmaların yapıldığını ve dolayısıyla Osmanlı'yı tasfiye planının geçirildiğini, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun da tasfiye planının sonuçlarından olduğunu söyledi. Sarı, bu bağlamda komplocu ve genellemeci yaklaşımların açmazlarına da değinerek Türkiye'nin kuruluşunun sadece emperyalizmin göz yumması ile açıklanamayacağını, arka planda İttihat Terakki kadroları liderliğinde önemli direniş çabalarının bulunduğunu ve dolayısıyla Cumhuriyet rejiminin niteliğinin sonradan giderek belirginlik kazanan Batıcı yapısı emperyalistlerle fikri-zihinsel benzerliği çağrıştırsa da kuruluşa yol açan muhtelif iç ve dış faktörlerin bir arada düşünülmesi gerektiğini ifade etti.
Bu meyanda Cumhuriyet'in kuruluşuna müteakip kültür emperyalizmini çağrıştıracak yönde birçok politikanın hızla hayata aktarılmaya başlanmasının dikkat çekici olduğunu belirten Sarı, emperyalist büyük ülkelerin yönlendirmesiyle ilk etapta köklü bir hukuk reformu yapılmasının ve İzmir İktisat Kongresi'nde Kemalistlerin emperyalistlere bulundukları vaatlerin de emperyalistlerle ilişkinin boyutlarının önemli göstergeleri olduğunu söyledi. Sarı, bu ilişki ve temasların Lozan'a değin uzandığını kaydetti.
Emperyalizm tarafından bölünenin Türkiye mi, Osmanlı mı olduğu konusunu da irdeleyen Alpay, bir siyasal yapı olarak sonradan ortaya çıkan Türkiye'ye dönük bir bölme-parçalama girişimine rastlanmadığını belirtti ve hatta hâkim güçlerin 20. yüzyıla değin Osmanlı'yı bölme-parçalama noktasında bile böyle bir iddiada bulunmanın zor olduğunu ifade etti.
Tespitlerini temellendirmek üzere Osmanlı-Batı ilişkisinin tarihçesi ve 1. Dünya Savaşının oluşturduğu ortama etraflı bir bakış yönelten Alpay, bilgi aktarımlarında bulunarak tespit ve değerlendirmeler yaptı.
Bu bağlamda "Osmanlı-Batı ilişkisi 1900'lerden itibaren farklılaşmaya, bozulmaya başladı." tespitinde bulunan Alpay, buna yol açan sebepleri irdeledi. Söz konusu tarihe kadar İngiltere-Fransa ikilisinin Çarlık Rusya'sına karşı Osmanlı'yı koruma politikası izlediklerini hatırlatarak, hâkim-yaygın iddiaların aksine ikilinin Osmanlı'nın 1900'lere kadar ayakta durmasının temel dinamikleri olduğunu söyledi. Bu meyanda "Peki, ne oldu da bu ilişki ansızın bozulmaya yüz tuttu?" sorusunu soran konuşmacı, bunun nedeninin Avrupa'daki güç dengesinde meydana gelen değişimde aranması gerektiğini ifade etti. Bu cümleden olarak dönemin uluslararası arenasında Almanya'nın öne çıkan, sivrilen bir görünüm arz etmesinin uluslararası sistemin hâkim unsuru İngiltere ve Fransa'yı tedirgin ettiğini belirterek, buna karşı bir önlem olması için Rusya ile süregelen tarihî rekabetin rafa kaldırıldığını ve Alman tehdidine karşı ittifaka girişildiğini, bu ittifakın ise Osmanlı ile ilişkilerde kırılmayı beraberinde getirdiğini kaydetti. Alpay, Alman yayılmacılığına karşı Rusya ile ittifakın beraberinde Rusların boğazlar üzerindeki iddialarına da teslimiyeti getirdiğini belirterek bunun da 1890'dan itibaren Osmanlı'nın Almanya ile giriştiği yakınlaşmayı büsbütün artırdığını söyledi. İngilizlerin klasik Şark siyasetinin rafa kaldırıldığı bu ara dönem boyunca İngiliz kamuoyunda "Barbar Türkler" vurgusunun da öne çıkmaya başladığını belirterek Bolşeviklerin Rusya'da 1917 gerçekleştirdikleri Ekim devriminin, devrimin Osmanlı-Türkiye üzerinde muhtemel etkilerinin ve I. Dünya Savaşında Almanya'nın mağlup edilmesinin oluşturduğu yeni ortamın İngiliz-Fransızlarda yeni arayışlar meydana getirdiğini ve bunun bir sonucu olarak Anadolu'da Rusya'ya karşı tampon bölge oluşturma politikasının geliştiğini söyledi.
Bölme-Parçalama İddiası Gerçek Değil
Alpay, Bolşeviklerin gizli paylaşım planı Sykes-Picot'u ifşa ederek İngiliz-Fransız emperyalistleriyle arasına mesafe koymasının İttihatçı kadrolarda bir heyecan ve yakınlaşma arzusu yaratmış olabileceğini belirterek bu da dâhil olmak üzere Anadolu'da İttihatçıların liderliğinde örgütlenen direnişlerin İngilizleri kızdırmış olabileceğini ifade etti. Aslında İngiliz-Fransız ikilisinin Bolşevik tehdidi karşısında Batılılaşmış kadroların liderliğinde Anadolu'ya sıkıştırılmış bir Osmanlı-Türkiye tasarımını bu dönemlerde düşündüklerinin göstergelerinin bulunduğunu belirterek İngilizlerin bazı taarruzlarının hırpalayarak teslim alma, kontrol altında tutma siyasetinin ürünü olarak okunması gerektiğini, yoksa İngilizlerin yeni Türkiye'yi/Anadolu'yu parçalama gibi bir politikalarının olmadığını ve nitekim Ekim 1921'den itibaren Ankara hükümetini resmen desteklemeye başladıklarını ifade etti.
Bu bağlamda ifşa edilen Sykes-Picot antlaşmasının beraberinde uluslararası siyasette ilk kez Amerika'yı öne çıkardığını da hatırlatan Alpay, Wilson prensipleri üzerinde durdu. Prensiplerin 12. maddesinin Türkiye ile ilgili düzenleme içerdiğini belirten konuşmacı, resmi tarihin beslediği perspektiften bakıldığında bunun Anadolu'yu bölme-parçalama planı olarak okunduğunu, oysa gerçeğin hiç de öyle olmadığını söyledi. Alpay, 12. maddenin Türkiye için "bağımsızlık" hatta "güvenli bir egemenlik"i ön gördüğünü, Kemalist ulusal resmi tarih yalanının sürekli kışkırttığı bölünme paranoyasının aksine Ermeni, Rum, Kürt vb. "öbür uluslar"a bağımsızlık-özerklik değil "yaşam güvencesi ve gelişme imkanı"nı sağladığını kaydetti.
Yine bu bağlamda Wilson'un danışmanı Albay House ve İngiltere Başbakanı Lioyd George vb. beyanatlarına da yer veren Alpay, bütün bu verilerin 1918 yılının başlarında İngiltere ve Amerika'nın beş yıl sonra yapılacak Lozan'ın çerçevesini oluşturdukları sonucuna götürdüğünü söyledi. Mondros Mütarekesi'nde çizilen Misak-ı Milli sınırları ile bugün cari olan sınırların paralelliğinin de çarpıcı olduğunu belirten Alpay, Sevr'in de bir blöf olarak düşünülebileceğini ve Türkiye'nin kuruluşu süreci için yapılagelen ve kuruluştan sonra da bir devlet politikası olarak sürdürülen emperyalizmin bölme-parçalama söyleminin mutlaka sorgulanması gerektiğinin altını çizdi.
Alpay, sonuç olarak dengenin tümüyle büyüme üzerine kurulduğunu belirterek 1. ve 2. dünya savaşlarındaki hâkim güçlerin büyüme planlarına dikkat çekti. Osmanlı'nın Arap bölgeleri bağlamında emperyalizm tarafından bölünme-parçalanmaya muhatap kılındığının bir realite olduğunu ancak Anadolu bağlamında aynı şeyin söylenemeyeceğini ifade etti.
Panel soru-cevap faslı olan ikinci oturuma müteakip Rıdvan Kaya'nın öne çıkan vurguları özetlemesiyle son buldu.
2 Şubat 2011 akşamı devam edecek Özgür-Der 2011 panellerinin dördüncüsü "Çok Partili Sisteme Radikalleşmeyi Önlemek İçin mi Geçildi?" başlığı altında yapılacak. Panelin konuşmacıları Hamza Türkmen ve Abdurrahman Çeliker olacak.
Haşim Ay / Haksöz-Haber