Anayasa Mahkemesi'nin üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldıran yasayı iptal etmesinin ardından başta İstanbul olmak üzere birçok ilde "cübbeli darbe düzeni"ni protesto etkinlikleri gerçekleştirildi. Özgür-Der'in çağrısıyla Fatih Saraçhane Parkı'nda toplanan grup, pankartları, dövizleri, yumrukları ve sloganlarıyla başörtüsü düşmanlarını tel'in etti. Çok sayıda kişinin katıldığı eyleme birçok kuruluş temsilcisi ve yazar da destek verdi.
"İnancımızı ve Kimliğimizi Yok Sayan Hiçbir Kararı Kabul Etmedik, Etmeyeceğiz!", "Yargı Oligarşisi Halkın İradesini Teslim Alamaz!", "Zorbalığa Hayır; Başörtüsü Yasağına Son!" yazılı pankartların açıldığı eylemde topluluk, ellerinde "İstiklal Mahkemesi Ruhu Anayasa Mahkemesi'nde Yaşıyor", "Anayasa Mahkemesi'nin Asli Üyeleri: Kılıç Ali, Kel, Ali, Necib Ali", "Anayasa Mahkemesi Oligarşinin Sesi!", "İşte Hukuk İşte Adalet: 11 > 411 ?!" yazılı dövizler taşıdı.
Eylemde Özgür-Der Yönetim Kurulu üyesi Kenan Alpay, Vakit yazarı Av. Sibel Eraslan, AKDER Başkan Yardımcısı Av. Fatma Benli, Davet-Der Başkanı Ahmet Yıldız, Doç. Dr. Mualla Kavuncu, edebiyatçı-yazar Yıldız Ramazanoğlu, Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci, Haksöz yazarı Rıdvan Kaya birer konuşma yaptılar. Konuşmacılar özetle şu ortak vurguları dile getirdiler:
* Anayasa Mahkemesi'nin kararına saygı duymuyoruz.
* Halka ve İslami değerlere düşmanlığı bir göstergesi olarak alınan karar, hâkimler oligarşisinin askerin emrinde olduğunun bir göstergesidir.
* Halk düşmanı olarak örgütlenen yargı faşizmi, kökleri İttihat Terakki'den Susurluğa, Şemdinli'den Ergenekon'a uzanan çeteci-darbeci bir sistemi kaim kılmaktadır.
* Kel Ali, Kılıç Ali, Necib Alilerin İstiklal Mahkemeleri ruhu Anayasa Mahkemesi'nin asli üyelerinde yaşıyor.
* Darağaçlarıyla bastırılamayan İslami değerler; darbelerle, muhtıralarla, yargı despotizmiyle asla yok edilemeyecek.
* Kur'an'ın bir emri olarak yaşattığımız ve İslami kimliğimizin bir sembolü olan başörtümüz hakkında hiç kimsenin konuşma hakkı yoktur.
* Meclis'i ve Anayasa'yı da geçersiz kılan bu karar, tek parti özlemciliğinin de bir ifadesidir. Yargı ve asker Meclisi CHP'den ibaret kılmak için halka sopa göstermektedir.
* 1908'den 27 Mayıs'a, 12 Mart'tan 12 Eylül'e, 28 Şubat'tan 27 Nisan'a kadar darbelerle halkın iradesine ipotek koyanlar, laik-Kemalist düzeni yaşatmak için hiçbir hukuk tanımamaktadır.
* Meclis fiilen bitmiştir; hukuk kılıfına sarılmış zorbalıklar klasik darbeleri bile geride bırakıyor.
* Irak'ta, Afganistan'da kardeşlerimizi katleden ABD'li işgalciler; Filistin işgalcisi Siyonistler; Almanya'da, Avusturya'da, Danimarka'da ırkçı-faşistler ne kadar İslam düşmanı iseler bunlar da o kadar İslam'a düşman!
* Ülkede bu kadar hukuk skandalları yaşanırken şairlerin, aydın ve sanatçıların susması hayra alamet değildir. Zulmü deşifre eden şiirleri, şarkıları yüksek sesle haykırmanın tam zamanıdır.
* Mahkeme kararlarına saygı duyma yükümlülüğü vardır da peki Anayasa Mahkemesi'nin anayasaya saygı duyma yükümlülüğü yok mudur?
Eylemde Özgürlük Türküsü'nü söyleyen GRUP YÜRÜYÜŞ'e topluluk coşkuyla eşlik etti. Eylem boyunca "Cübbeli Darbe Düzenine Son!", "Kahrolsun Yargı Despotizmi!", "Başörtüye Özgürlük Direnişle Gelecek!", "Başörtüsü Onurumuz Koruyacağız!", "Darbeciler Yenilecek İslami Direniş Kazanacak!" gibi sloganlar atan topluluk sık sık da tekbir getirdi.
HAKSÖZ-HABER
Foto: Sabiha Çimen
RIDVAN KAYA'nın konuşmasının tam metni:
Söylenecek söz kaldı mı bilmiyorum? Bu yüzden "çüş" diyorum.
Gerçekten, çüş artık! Çüş size!
Meclis fiilen bitmiştir!
Türkiye'nin darbeler ülkesi olduğu biliniyor.
Ama hukuk kılıfına sarılmış öyle zorbalıklara şahit oluyoruz ki, klasik darbeler adeta hafif kalıyor!
Hemen her askeri darbede Meclis kapatılır, seçimler askıya alınır ama bu uygulama geçici sürelerle olur, 6 ay, 1 sene, bilemedin 2 sene sonra yeniden Meclis açılır.
Ne var ki, doğrudan darbelerle geçici olarak kapatılan Meclis dün alınan kararla birlikte süresiz kapatılmış, seçimlerin, halk iradesinin bir hükmü kalmamıştır.
Hukuku katletmeyin! Bir gün size de lazım olur!
Bu saçma kararı alan faşizan kafalılar aklı, mantığı, vicdanı bir kenara koymakta tereddüt etmiyorlar ama acaba hukukun bir gün kendilerine de lazım olabileceğini de düşünmezler mi?
Karşılaştığımız manzara bir işgal manzarasıdır!
Öyle bir düşmanlıkla karşı karşıyayız ki, kelimeler yetmez.
Aslında biz bunları iyi tanıyoruz.
Irak'ta, Afganistan'da kardeşlerimizi katleden ABD'li işgalciler ne kadar İslam düşmanı iseler, bunlar da o kadar İslam'a düşman!
Filistin işgalcisi Siyonistler Müslümanlardan ne kadar nefret ediyorlarsa bunlar da Müslümanlara karşı o kadar nefret dolu!
Almanya'da, Avusturya'da, Danimarka'da ırkçı-faşistler başörtülüleri gördüklerinde ne hissediyorlarsa, bu zalimler de başörtüsüne ve başörtüsünün temsil ettiği değerlere karşı aynı kini, hıncı, düşmanlığı taşımaktalar.
Su akar yatağını bulur!
Ama bilmedikleri bir şey var. Kararlar alarak, hükümler vererek kimliğimizi sindirmeyi, taleplerimizi bastırmayı, sesimizi keseceklerini sanıyorlar. Halt ediyorlar!
İnanca pranga vurulamayacağını bir gün öğrenecekler. Hayat öğreticidir ve cübbeli darbecilerin kara kaplı kitaplarından şüphesiz daha açıklayıcıdır.
Onlar da bunu bilecek, farkına varacaklardır!
Gücümüz inancımızdır!
Bu kararın da karar vericilerin de nezdimizde bir hükmü bulunmuyor. Değersizler!
Meşru olan biziz, haklı olan biziz. Değil mi ki inanıyoruz, üstün olan biziz.
Galip gelecek olan da biz olacağız inşallah!
KENAN ALPAY'ın konuşmasının tam metni:
Anayasa Mahkemesi'nin dün almış olduğu karar, toplumsal iradenin yasalarla esir alınmak istendiğinin bir göstergesidir. Yüksek yargı 70 milyonluk bir ülkeyi laiklik ideolojisi ile terbiye etmeye çalışıyor. Bu karar sadece başörtüsünü yasaklayan bir karar değildir. Bu karar insanlığa, adalete, özgürlüğe, ahlaka zincir vurma girişimidir. Anayasa Mahkemesi Yargıtay ve Danıştay'dan teşekkül eden yüksek yargı bürokrasisi Türkiye'de hukukun, adaletin, toplumsal barışın tesisinde hiçbir katkı sağlamadığı gibi tam tersine bu değerlerin önündeki en önemli engellerden biridir. Yüksek yargı bürokrasisi kelimenin tam anlamıyla rejim muhafızlığı ve resmi ideolojinin ajanlığını yapmaktadır. Çünkü yargı toplumsal talepleri hukuk ve adaleti Silahlı Kuvvetler'in TÜSİAD sermayesinin iktidar hırsına kurban etmektedir.
"Türkiye'de darbe olur mu?" tartışmalarının anlamı yoktur. Bugünün şartlarında askerin Meclis'i kapatması tankları caddelerde yürütmesi imkânsız olunca Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay Meclis'in iradesine ipotek koyarak, halkın tercihini yok sayarak bir yargı darbesi ve düzeni tesis etmişlerdir.
Yüksek yargı bürokrasisine açıkça sesleniyoruz: Siz bizi, inancımızı, tercihimizi ve geleceğimizi yargılayamazsınız. Buna gücünüz yetmez!
EYLEMDE OKUNAN BASIN BİLDİRİSİNİN TAM METNİ:
Hukuk, Adalet ve Halk İradesi Tanımayan Bir Karar
Tanınmaya da Saygı Duyulmaya da Layık Değildir!
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI YOK HÜKMÜNDEDİR!
6 Haziran 2008
Anayasa Mahkemesi Meclis'te 411 milletvekilinin oylarıyla kabul edilen 10. ve 42. madde değişikliklerini iptal kararıyla 367 saçmalığından sonra yeni bir skandala daha imza attı. Bizatihi bir darbe kurumu olarak ihdas edilen ve temel işlevi sistem üzerinde bürokratik vesayeti kalıcı kılmak olan Anayasa Mahkemesi bu kararıyla Türkiye'nin hukuk devleti değil, tipik otoriter-faşizan bir bürokratik diktatörlük olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Hiç şüphesiz başörtüsü yasağı Kemalist resmi ideoloji fanatizminin kendisini en net biçimde dışa vurduğu ve sıradan bir hak gaspı, bir insan hakkı ihlali olmaktan da öte bir cinnet hali, bir tür ilkel saldırganlık boyutlarına dönüşen bir uygulamadır. Bu vahşi dayatmadan ötürü yıllardır sayısız gencin eğitim ve çalışma hakkı gasp edilmiş; insanlar çevrelerinden, geleceklerinden giderek hayattan kopartılmışlardır. Birileri görmek istemese de ortada devasa bir sorun ve çözüme yönelik büyüyen bir talepler dizisi vardır.
Tam da bu noktada bürokratik-otoriter zihniyet sorunu görmezden gelmeye, üzerini örtmeye yönelik yeni bir adım daha atmış ve kendince başörtüsü tartışmasına nokta koymaya kalkmıştır. Üstelik bunu despotik iktidar anlayışının gereği olarak gayet usulsüz ve de çirkin bir tarzda gerçekleştirmiştir. Bu köklü ve derin sorunun çözümüne ilişkin olarak halkın yoğunlaşan beklenti ve taleplerini kısmi de olsa karşılamaya yönelik olarak gerçekleştirilen düzenlemelerin iptaline karar vererek halkın iradesini hiçe saydığını bir kere daha göstermiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin son kararı bir türlü kendilerini güvende hissetmeyen elitlerin İslami kimliğe duydukları nefreti ve halka karşı güvensizliklerini yansıtan bir belge hükmündedir. Despotizm o boyuttadır ki, sadece insan hakları evrensel ilkeleri ya da hukuk devleti olmanın asgari vasıfları değil, kendi kurallarını dahi ezip geçen bir zihniyet ve pratik söz konusudur. Aslında Anayasa Mahkemesi'nin neyi iptal ettiği üzerinde bir kere daha düşünmek yararlı olabilir. Anayasa'da açıkça Anayasa değişiklikleriyle ilgili denetim yetkisinin şekil unsurlarıyla sınırlı olduğunun belirtilmiş olmasına rağmen, Mahkeme'nin iptal kararı hukukun, aklın, mantığın iptal edilmesi anlamına da gelmektedir.
Özü itibariyle bu karar sistemin kendini faşizan bir diktatörlük olarak ilanından başka bir şey değildir. Bu şekilde yargı bürokrasisi Kemalist dikta düzenine uygun olmayan her türlü düzenlemeye direneceği ve halkın iradesini tanımayacağı mesajını vermektedir. Bu durumda bundan böyle mantıklı tutum Anayasa Mahkemesi yerine bir bütün olarak Kemalist oligarşik düzeni tartışmak olmalıdır.
Son olarak Anayasa Mahkemesi'nin veya bürokratik oligarşik sistemin başka herhangi bir kurumunun ya da temsilcisinin inancımızla, kimliğimizle, değerlerimizle ilgili hiçbir konuda söz ve yetki sahibi olmadığının bir kere daha altını çiziyor, Anayasa Mahkemesinin kararının hiçbir değer ifade etmediğini duyuruyoruz. Gerek başörtümüzle ilgili olarak, gerekse de inancımızla, kimliğimizle ilgili karşılaştığımız diğer haksızlıklara, zulümlere karşı sesimizi yükseltmeyi ve cübbeli darbe düzenine karşı mücadele etmeyi sürdüreceğiz.
Özgür-Der