Özgür-Der Genel Merkez'in her ayın son çarşambasında İstanbul Fındıkzade'de bulunan Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde gerçekleştirdiği "Mücadele Sürecimizde Kazanımlar" konulu aylık panellerin dördüncüsü yapıldı. Salonda yapılan tadilat çalışmaları dolayısıyla ancak 11 Şubat, Çarşamba akşamı gerçekleştirilen bu ayki panelin başlığı "Cahili Düzenin Sembol ve Değerlerinden Ayrışma" idi. Panele Ahmet Murat Kaya başkanlık yaparken Hamza Er ve Kenan Alpay da konuşmacı olarak katıldılar.
İlk konuşmacı olarak söz alan ve tebliğine cahiliye kavramının lugavi ve ıstılahi anlamlarına dönük analizlerle başlayan Hamza Er, kavramın Kur'an'da toplam dört kez kullanıldığını söyledi. İlgili kullanımlardan hareketle cahiliye akaidinin vahyi bir temele dayanmadığını ve onun kendine has, İslam dışı bir hayat tarzı ve dünya görüşüne sahip olduğunu kaydeden Er, Allah'ın hükmüne dayanmayan tüm yönetimlerin İslam öncesi cahilî yönetimlerin hortlatılması anlamına geldiğini ifade etti. Cahiliyenin ahlak anlayışı üzerinde de kısaca duran Er; İslam öncesi Mekke cahiliyesinin örtüsüzlüğü teşvik ettiğini belirterek Kemalist resmi ideolojinin de kendi egemenliğini örtüsüzlük, çıplaklık, moda, güzellik yarışmaları, dans vb. örneklerden hareketle kadın üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığını ifade etti.
Kur'an'a yöneliş sürecinde diğer Kur'anî kavramlar gibi cahiliye kavramının da anlaşılmaya başlandığını belirten Er, bunun kimlik düzeyinde çok önemli kazanımları kendisiyle birlikte getirdiğini ancak ulusal sisteminin sembol ve değerlerinden ayrışmanın henüz tamamen gerçekleşemediğini, bunun fiili ve çok yönlü bir imtihanı ifade ettiğini ve dolayısıyla ayrışma sürecinin devam ettiğini söyledi.
Cahiliye kavramının sistematik ve bütüncül bir şekilde kavranmasında Seyyid Kutub'un önemli katkılarına da değinen Hamza Er, tebliğinin geriye kalan kısmında Kutub'un cahili düzen ve toplum değerlendirmesinin boyutlarını özetleyerek bunun Türkiye toplumu ve egemen sistemindeki izdüşümlerine dönük saptamalar yaptı. Sürecin biraz da tepkisel geliştiğini kaydeden Er bunun güncel yansımalarına örnekler verdi. Bu meyanda cahili Kemalizm düzenin sembol ve değerleriyle hesaplaşma adına M. Kemal'in soyu üzerine tartışmanın da, "Mustafa Kemal yaşasaydı Milli Görüşçü olurdu" yönlü değerlendirmelerin de sağlıklı olmadığını altını çizen Er, sağlıklı bir toplum ve sistem değerlendirmesinin ancak hamasi- tepkisel ve sığınmacı-pragmatist yaklaşımlardan arınarak gerçekleşebileceğini vurguladı.
Kenan Alpay ise sembollerin sosyolojik ve siyasal tanımlamalarını irdeleyerek başladığı tebliğinde değerden bağımsız bir hayatın söz konusu olmadığını, her birey ve toplumun dünyaya bakışını biçimlendirip yaşam tarzını tanzim eden değer ve sembollerin bulunduğunu ve önemli olanın da bunların kaynağı ve niteliği olduğunu söyledi. Sembollerin meşruiyetinde ölçünün Allah'ın rızası olarak görülmesi gerektiğini kaydeden Alpay, Allah'ın rızasını dikkate almayan her sembolün cahili olduğunu ifade etti. Sembollerin önemini hayvanların Allah'ın adıyla kesilerek yenilmesi örneğinden hareketle örnekleyen Alpay, çok basit gibi görünse de bu tercihin, duruşun çok önemli olduğunu ve bu sembolik tutumların arka planında değerlerin var olduğunu unutmamak gerektiğini söyledi.
Tebliğinin önemli bir kısmında da TC'deki ideolojik yapılanmanın kutsayarak kitlelere dayattığı semboller üzerinde duran Alpay, milli marş, milli bayrak, milli bayramlar, milli lider vb. etrafında oluşturulan kirlilikler ekseninde kısa analizler yaptı. Bu meyanda M. Kemal'in ebedi şef ilan edildiğini hatırlatan Alpay, onun resimlerinin hayatın hemen her alanına astırılarak büstlerinin inşa edilmesi ve etrafında yapılan tazim gösterilerinin M. Kemal'i bir peygamberden bile öte düpedüz ulvileştirip ilahlaştırdığını söyledi. Milli marş okunduğunda da egemenlerin bizden ezanı dinlerken duyduğumuz hassasiyeti ve hatta daha da fazlasını sergilememizi beklediğini belirten Alpay; milli bayram/coşku ve yas günlerine iştirak etmeyenlerin neredeyse vatan haini ilan edildiklerini ifade etti. Ayrıca düzenin Atatürk merkezli olarak her yıl bir düzine milli bayram ilan ettiği gerçeğine de dikkat çeken Alpay, böylelikle hayatın her anını ve alanını kuşatan bir şirkin ve despotizmin yaygınlaştırıldığını kaydetti.
Türkiye halkının ulusal semboller üzerinden düzenle barıştıran, uzlaştıran semboller arasında da milli bayrağın önemi üzerinde duran Alpay, bunu sağlayan ve besleyen çeşitli süreçlerden söz etti. Bayrak sembolünün egemenler tarafından biçimlendirilmesine ve resmi ideolojiyi temsil etmesine rağmen öteden beri özellikle de sığınmacı ve pragmatist hesaplarla ısrarla idealize edildiğini belirten Alpay, birinci olarak 1950'ler de Kıbrıs meselesi ve Rum-Ermeni karşıtlığı üzerinden TC bayrağının İslami duyarlılıklara sahip muhafazakar kitleler ve önderleri arasında benimsenerek dalgalandırılmaya başlandığını kaydetti. Peşi sıra Komünizmle Mücadele Derneklerinin de bu kirlenmeyi derinleştirdiğini ifade eden Alpay, 1960'lı yıllarda MTBB Müslüman gençlerin eline geçtiğinde flama üzerindeki bozkurt sembolünün yerine Türk bayrağının içerisine yerleştirilen kitap figürü ile egemen cahiliye ile bütünleşme sürecinde hızlı bir geçiş yaşandığını kaydetti. 1970'lerde sol-sosyalist hareketlerin devlet-düzen karşıtı şiddet temelli siyasetleri karşısında düzen/devlet/bayrak temelinde sisteme eklemlenmenin derinleşerek sürdüğünü belirten Alpay, son olarak da 1980'lerden itibaren yükselmeye başlayan Kürt ulusal hareketi ve PKK'ye duyulan tepkinin bu kirlenmeyi had safhaya ulaştırdığını söyledi.
AK Parti'nin 2002'den bu yana süren iktidarının da artık milli/ulusal değer ve sembolleri aştığı sanılan kesimlerde bile kırılmalara yol açtığını kaydeden ve bunun çeşitli yansımaları üzerinde duran Alpay, sığınmacılığın ve pragmatizmin vardığı boyutlara örnekler verdi. Özellikle de Gazze katliamını protesto ve Erdoğan'ın Davos çıkışının akabinde bazı kesimler nezdinde milli kimlik, milli tarih ve milli bayrağın artık neredeyse içselleştirildiği görüntüsünü verdiğini kaydeden Alpay, bütün bunlara karşı duruşlarının dar, hizipçi bir hassasiyet değil elbisemizi her türlü rüczdan/pislikten arındırma sorumluluğunun bir gereği olarak anlaşılması gerektiğini söyledi. "Bir bardak suya bir damla şarap karışırsa su haram olur" yönündeki fıkhi kaideyi de bu bağlamda hatırlatan Alpay, "Lat-Menat-Uzza vs. nasıl ki şirkin ve küfrün sembolüyse Türk, Arap, Fars, Kürt vs. ulusalcı sembolleri de aynı şekilde cahilidir, reddedilmelidir ve tavır alınması gerekir." dedi. Özellikle de çeşitli konjonktürel dalgalanmalarla, pragmatik hesaplarla önde giden bazı insanların milli değer ve sembollere sarılmasının kitleler arasında doğal olarak kirliliği yaygınlaştıracağı uyarısını yapan Alpay, bir fısk emaresi olarak nitelediği bu durumun engellenmesinde öncü sorumluluğuna dikkat çekti.
Konuşmacıların tebliğlerinde eksik kalan vurguları tamamlamak üzere söz aldıkları kısa ikinci oturuma müteakiben panel sona erdi.
Haksöz-Haber