Anayasa Mahkemesi tam da kendisinden beklenen doğrultuda bir karar verdi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi için yapılan ilk tur oylamanın geçersizliğine hükmetti. Neden beklenen bir karardı bu? Çünkü bundan önce de pek çok kereler görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi kararlarında hukukilik değil, doğrudan siyasi-ideolojik kaygılar belirleyici rol oynamakta. Ülke gündeminde aylardır gergin tartışmalara yol açmış ve laiklik eksenli derin refleksleri harekete geçirmiş bir konuda Mahkeme'nin tarafsız bir tutum takınmasını ve hukuku esas almasını zaten hiç kimse beklemiyordu. Üstelik de 27 Nisan'da Genelkurmay'ın verdiği gece yarısı muhtırasından sonra bu ihtimal tümden imkansız hale gelmişti.
Ne ilginçtir ki, ilk elde bu kararı değerlendiren pek çok siyasetçi ve aydın kararın hukuki açıdan sorunlu olsa dahi, Türkiye'nin yaşayabileceği büyük sıkıntıları şimdilik engelleyen, bu şekilde ülkeyi rahatlatan bir karar olduğuna dair yorumlar yapabilmektedirl. Daha açıkçası, kararın bu şekilde çıkmamış olması ve Meclis'te oylamaların devam etmesi durumunda Türkiye'nin askeri bir müdahale ile karşılaşmasının kaçınılmaz olacağı kehanetinde bulunmaktadırlar. Utanılması gereken bir durumdur bu! Askeri darbe tehdidinin bizzat muhalefet partileri liderlerince bu şekilde dillendirilmesi, medyada açık açık telaffuz edilmesi gibi gelişmeler kararın hangi ortamların ürünü olduğunu ortaya koymaktadır.
Karar hukuki açıdan sakattır. Sırf mevcut hükümetin engellenmesi kaygısından hareketle sistemin kilitlenmesini getirecek bir kural ihdas edilmiş ve daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hiç aranmamış bir şart öne çıkartılmıştır. Böylelikle daha önce seçilmiş cumhurbaşkanlarının durumu da tartışmalı hale gelmiştir.
Karar mantık temelinden yoksundur. Anayasa maddeleri üzerinde zorlama yorumlara gidilmesi neticesinde azınlığın çoğunluğa tahakkümünün yolu açılmıştır. Öyle ki, cumhurbaşkanlığı seçimleri için uzlaşma adı altında çoğunluğun azınlığa mahkumiyeti kural haline getirilmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin kararı Türkiye'de hukukun gücünün değil, gücün hukukunun geçerli olduğunun bir kere daha ilanı olmuştur. Siyasetten medyaya, eğitimden yargıya dek geniş bir alana uzanan askeri vesayet rejiminin gölgesinde alınan bu karar, aynı zamanda laik-Kemalist oligarşinin ne halk iradesi, ne evrensel hukuk ilkeleri, ne de akıl ve mantık ile kayıtlı olmadığının da bir göstergesidir.
Türkiye'nin önünde acil çözüm bekleyen bir dizi sorun var. Yargının ideolojikleşmesi ve askerileşmesi sorunu da ülkenin en ciddi sorunlarından birini teşkil etmektedir. Ve hiç kuşkusuz Türkiye'nin acil çözüm bekleyen sorunlarından biri de Anayasa Mahkemesi sorunudur. AK Parti hükümeti dört buçuk yıllık "iktidar" döneminde Anayasa Mahkemesi'nin kompozisyonuna ve işlevine dair hiçbir adım atmayarak büyük bir basiretsizlik sergilemiş, bugün ortaya çıkan garabette pay sahibi olmuştur. AK Parti'nin erken genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin tutum belirlerken, mutlaka Anayasa Mahkemesi'nin yapısına dair de köklü bir değişim önerisi getirmesi zorunluluk olmuştur.
Siyasi uzantıları da bulunan pek çok konuda, Anayasa Mahkemesi'nin bugüne dek verdiği kararların ortak özelliği, özgürlüklerin daraltılması ve insan haklarının kullanımının sınırlanması olmuştur. Dikkat çekici bir gösterge de darbe dönemlerinde anayasanın rafa kaldırıldığı süreçlerde ortaya çıkmıştır. Anayasanın tümüyle imha edildiği bu süreçlerde varlık nedeni olan anayasayı koruma adına kılını dahi kıpırdatmayan bu kurum anayasasız ülkede Anayasa Mahkemesi sıfatını taşımaktan hiç rahatsız olmamıştır. Anayasa Mahkemesi halk arasında başörtüsü yasağıyla anılmakta; Türkiye'yi partiler mezarlığına dönüştüren tutumuyla bilinmektedir. Şüphesiz en son verdiği 367 kararı da bu hukuksuzluk albümünde yerini alacaktır.
Özgür-Der Genel Merkezi