İlk derste Bahattin Urlu konuya girmeden önce okunan ayeti kerimelerin daha çok bizi değil, bizim dışımızdakileri tespit eden, anlatan, uyaran ayeti kerimelermiş gibi algılanmasını eleştirerek her ayeti kerimenin önce kendi nefsimiz için okunması gerektiği vurgusunu yaptı.
"Münafıklar, Allah'ı aldatmaya kalkışırlar, Allah ise onları aldatır. Namaza kalktıkları zaman, istemeye istemeye/tembelce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı çok az düşünürler." (Nisa/142)
-Dış görünüşlerinin aksine her şeyden korkarlar. (Münafikun/4)
-Can alıcı ve etkileyici sözlerle kendilerini ifade ederler. Hazreti peygamberden bir rivayetle: "İki davalı peygamberin yanına geldiğinde peygamber onlara şunu söyler; 'Unutmayın ki ben gaybı bilmem, kalplerden geçeni de bilmem. Biriniz çok can alıcı, iyi ifadelerle bunu izah eder ve haklı olduğunuzu ispat edebilir. Ancak bilin ki eğer beni kandırırsanız, cehennemden kor bir ateşi de avucunuzun içine almışsınız demektir. " Urlu," insanların iyi söz söylemeleri, onların ihlâslı bir mümin olduğu anlamına gelmez" diye konuştu.
- Münafıklar amelsiz insanlar değillerdir. Müminler gibi tavır sergilerler.
-Münafıklar maddi menfaati ön plana koyarlar. Helal ve haram ölçülerini söz konusu etmezler.
-Gösteriş yapmayı severler.
- Münafıklar önce kendilerine, sonra karşılarındakilere münafıklık yapan-yalan söyleyen- kimselerdir. Yapmış oldukları amellerle, sergiledikleri tavırlarla ekini ve nesli bozmaya çalışan insanlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
-Allah'ı ve müminleri alaya alırlar. Bu alaya alma hem kendi aralarında konuşarak hem de hilelerle desiseler oluşturarak tezahür eder.
-Münafıklar imandan çok küfre yakındır.
- Müslümanların yardım etmelerini engellerler.
-Mü'minlere karşı kin beslerler. (Ali-İmran /119)
Urlu konuyla ilgili Hz. Peygamber zamanında münafıkların, mü'minlere karşı fitne ve fesat yuvası ve silah deposu olarak kullandıkları Dırâr Mescidine değinerek bugün o Mescidin sadece mescid olarak değil de, bir kurum olarak algılanması gerektiğini belirtti. Günümüzde birçok kurumun örneğin; diyanet teşkilatının müslümanların zihniyetlerinin mevcut egemen sisteme kul, köle olmaları için oluşturulmuş bir yaklaşım biçimi olarak görülmesi gerektiğini ifade etti.
Kur'an 'ın münafıkları şahsen değil, fiilen tanıtmış olduğunu kaydeden Urlu, durumun şahsiyete indirgenmesinin tebliğde tedriciliği önemseyen Müslümanlar açısından da uygun olmadığını söyledi.
Bahattin Urlu, Kur'an ayetlerine bakıldığında üç türlü münafık çeşidinin görüldüğünü dile getirdi. Birincisi; inanmadığı halde inanmış gibi görünenler (Bakara suresi /8,) ikincisi; bocalayanlar (Nisa Suresi/137) üçüncüsü; kalbinde hastalık olanlar (Enfal suresi/ 49). Ayette, birlikte kullanılan "Kalbinde hastalık olanlar" ve "münafık" kelimeleri için "kalbinde hastalık olup sıfat olarak münafıklık vasfını kazanmış insanlar; hastalıklarını devamlı hale getirenler, amellerini düzeltmemiş, tevbe etmemiş insanlar münafıklık sıfatında kazanmış oluyorlar." değerlendirmesini yaptı.
Urlu, Tevbe suresi 97. ayetinde bedeviliğin, ikiyüzlülüğe müsait olduğu bir durum olduğundan bahsederek sahih bir bilgi havzasına ulaşmamış olan insanın münafıklık alametine yakalanabileceğini dile getirdi.
Muhammed suresinin 30. ayeti kerimesinden yola çıkan Urlu, münafıklara bakıldığında iç açıcı bir görüntü ve samimiyet görülmediğini vurguladı. Urlu, münafıkların kişilik bölünmesi yaşadıklarını, kendilerini ve Allah 'ı unutan insanlar olduklarını sözlerine ekledi.
Bahattin Urlu konunun günümüzle irtibatını kurarak şunları söyledi; "Bugün ister dini referansla olsun ister menfaatlerle ifade edilsin kimliklerini gizleyen insanlar aslında kendi kimliklerini tahrifata uğratanlardır. Bu yaklaşım biçimi bir zaman sonra insanlarda kimlik ve kişiliklerinin kaybını, İslami değerleri hayata geçirememeyi, şahitlik ve tanıklık görevini yapmamayı beraberinde getirir."
Urlu, Nisa suresi 142. ayetinin ilgili bölümünü değerlendirdi: "… Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar." Ayette geçen "isteksizce kalkalar" ifadesini, "insanların namaza kalkarken üzerlerinde oluşan üşengeçlik" şeklinde değerlendirilmesinin basit olacağını ifade etti. Kötülük ve fuhşiyatı hayatına lanse etmiş insanların namaz kılmaya kalkarken, namazın kötülük ve fuhşiyattan arındıracağını düşünmediklerini, ama yine de namaz kıldıklarını belirten Urlu, buradaki anlamın insanın namaza bakış açısıyla ilgili olduğunu belirtti. Konuyla ilgili Hud suresi /87. ve Tevbe suresi /54. ayetleri irtibatlandırarak sunumunu noktaladı.
***
Dergi aylık haber- yorum-kültür dergisi olarak çıktığını belirten Kaya, derginin sahibinin ve yazı işlerinin Arif Kingir olduğunu, ilk on sayıdan sonra görevi Hüseyin Okçu'ya bıraktığını anlattı. Derginin yayın yönetmenliğini ise Mehmet Metiner'in yaptığını bildiren Kaya, derginin oluşum serüvenini kısaca özetledi. Kaya, ayrıca Metin Aydın ismini de kullanan Mehmet Metiner'in dergide ağırlıklı olarak yazdığını ve derginin taşıyıcısı olarak ön planda olduğunu da sözlerine ekledi. Girişim'i çıkartan ekip dendiğinde ilk akla gelen isimlerin; Fuat İnci, Hüseyin Okçu, Metin Kızmaz, Hüseyin Öcal, Sıbğatullah Kaya ve Kenan Çamurcu olduğunu dile getiren Kaya, dergideki yazar kadrosunun İslami kesimde çok geniş bir yelpazeye sahip olduğunu kaydetti. Ağırlıklı olarak İhsan Nur, Ahmet Kekeç, Serap Yavuz, Arif Dülger, Ahmet Cemil Karasaç ve Arif Kingir gibi isimlerin yazılarının yer aldığı dergide, bu dönemden hatırlayabileceğimiz Celalettin Vatandaş, Atasoy Müftüoğlu, Cihan Aktaş, Ümit Aktaş, Hüseyin Hatemi, Ali Ünal ve Kürşat Atalar gibi isimlerin de sıkça yazarak dergiye katkıda bulunduklarını belirtti. Derginin 48 sayfa olarak çıkmaya başladığını aktaran Kaya, önce amatör olan ama gitgide profesyonel bir görünüm kazanan derginin gündem belirleme hususunda da giderek ciddi ve önemli yazılara yer verdiğini ifade etti. Derginin misyonunu; "kültürel hayatımızı tek renkliliğe boyama çabalarına karşı, gerçekliği çok boyutluluğu içinde sergilemek ve sorunlarımızı müslümanca bir bakış açısıyla tartışmak" şeklinde özetleyen Kaya, ilk sayının giriş yazısında bunun açıkça ifade edildiğini ve yine aynı yazıda grup gerçekliğine değil ama grupçuluğa karşı olunduğunu, net bir biçimde hiçbir cemaate, kuruluşa, yayın organına bağlı olunmadığının altının önemle çizildiğini de sözlerine ekledi. Ekibin homojen bir düşünce biçimine sahip olmadığı için kendilerine özel, hiyerarşik bir yapılarının da olamadığını, dolayısıyla örgütsel bir yapıda da olmadıklarını ifade eden Kaya, ekibi; bir yayın organı çevresi olarak tanımlamanın daha tutarlı olacağını söyledi. Kaya, derginin her kesime mesafeli durma yaklaşımının gündeme bakış açısında da kendini gösterdiğini dile getirerek İran, İhvan ve Suud ile alakalı haberleri örnek verdi. Yine giriş yazısından notlar aktaran Kaya, "derginin; söyleyecek sözü olanlar için bir forum olduğunu" ve gençlerin ürünlerine yer verilmeye çalışıldığını aktardı. Fakat sonuç olarak gündemi belirleyen, tartışma oluşturan yazıların yine belli isimler tarafından kaleme alındıklarını da sözlerine ekledi.
Kaya daha sonra derginin bazı sayılarından başlıklar ve alıntılar aktararak derginin yoğun gündemini ve o süreçteki tartışmaları hatırlattı. Böylece müslümanların gündemini ve olaylara nasıl yaklaştıklarını da dinleyicilere ifade etmeye çalıştı. İlk sayılardaki yazılardan ve gündemdeki gelişmelere verilen cevaplardan ortaya çıkan tabloda o dönemde de medyada müslümanların oryantalist bakış açılarıyla değerlendirildiklerini belirten Kaya, bugün de devam eden "müslümanları belli kalıplara oturtma" yaklaşımına değindi. Kaya, Nokta dergisinin, müslümanların marksistlerden etkilendiği iddiasına karşılık Girişim dergisinde Mehmet Metiner'in şöyle cevap verdiğini aktardı:"Sömürüye, haksızlığa, zorbalığa, emperyalizme; kısacası insani olmayan her şeye karşı olmak Marksist bir etkilenme değil, İslam'ın kendisidir."
Derginin gündeme getirdiği; Afganistan'daki Sovyet işgaline, İslami direniş gruplarının kendi aralarındaki ihtilaflarına ve kanlı çatışmalarına, beşinci sayıdaki Hama konusunun İhvan ve İran ilişkileri bağlamında ele alınmasına değinen Kaya, derginin bu konulara mesafeli olduğunu aktardı. İran devrimine ise sempatik bir yaklaşım geliştirdiğini dile getirdi. Kaya, derginin Şubat '86 sayısında Arafat'ı mücahid olarak tanımladığını ve buradan hareketle Filistin'e bakışında yeterli netliği sağlayamadığını ifade etti. Ama İntifada ile birlikte derginin çizgisinin de netleştiğini ve artık eleştirel bir dil kullandığını kaydetti.
Kaya, Said-i Nursi'nin Türkiye'deki İslami gelişimin ve birikimin temel taşıyıcılarından biri olduğunu işleyen Girişim dergisinde eleştirel bir dil olmadığını belirterek bir diğer gündemin de Seyyid Kutup olduğunu aktardı.
Derginin kendisini tartıştırmak, gündemleştirmek istediğini söyleyen Kaya, eleştiriye açık bir tarzın öne çıktığını bildirdi. Hüsnü Aktaş'ın dergiye yönelik bir eleştirisinde Mevdudi'ye bakış açısının tutarlı olmadığını zira Mevdudi'nin parti kurduğunu ve bazı eserlerinde demokrasiyi övdüğünü dile getirmesinden yola çıkan Kaya, o dönemin sıkça tartışılan konularından birini de demokrasi, parti kurma, parti ile mücadele olduğunu beyan etti.
O dönemde Ali Rıza Demircan ile Saadettin Yüksel'in, Ali Bulaç ile Yusuf Kerimoğlu'nun aralarında tartışmalar olduğunu ve derginin bu tartışmalara yer vermesinin dikkat çekici olduğunu dile getiren Kaya, Bulaç ile Kerimoğlu arasındaki tartışmanın nedenini kısaca şöyle özetledi: Ali Bulaç bütün düşünceyi, aklı geleneksel fıkhın kalıplarına sıkıştırmayı ve bütün her şeyi bununla açıklamaya çalışmayı fıkıh despotizmi olarak tanımlamıştı. Bunu üzerinde Yusuf Kerimoğlu ise fıkhın kullanılmasının zaruret olduğunu iddia ediyordu.
İkinci yıl derginin sayfa sayısının 64'e çıktığını belirten Kaya, bu durumu derginin ekonomisiyle ilişkilendi. Derginin bütçesinin kendi satışıyla döndüğünü ve ekonomik bir destek almadığını aktaran Kaya, artan sayfalarla birlikte reklamlara da genişçe yer verildiğini söyledi.
Kaya, dergi gündemine alınan konuları ve süreçle ilişkili bilgileri dinleyicilere aktararak sunumuna devam etti. O başlıklardan bazıları şöyle idi: İran, Şii Sünni meselesi, Mısır'da İslami harekete ilişkin tartışmalar, Kur'an'ın anlaşılması, sünnet, fıkıh, Kur'an'da recm meselesinin olup olmadığına yönelik tartışmalar, ibni Teymiye'nin nasıl anlaşılması gerektiğine ilişkin konular, başörtüsü sorunu, yökü protesto eylemleri, güneydoğu ya da kürt sorunu, Türkiye'de İslamcılık, İslami harekete aydın/ulema önderliği, İslami harekette gençlik, Kudüs günü, İbrahim Sadri'nin tiyatro üzerine yazdığı yazılar, enstrüman çalmanın fıkhı, İntifada'ya destek veren kitlesel eylemler, Halepçe katliamı, Selman Rüşdü, İmam Humeyni, Almanya'da İslami hareket…
Derginin son olarak Eylül 1990 tarihinde "Yayına Ara Veriyoruz" kapağıyla çıktığını dile getiren Kaya, Mehmet Metiner'in bu sayıda dergi sürecini anlatan bir yazı kaleme aldığını ve yazıda derginin misyonu ile ilgili olarak muhasebe yapıldığını belirtti. Kaya, belirlenen hedeflere uygun bir yayın politikası izlenildiğini ifade eden yazıda; derginin maddi-manevi imkânsızlıklarla yayınlanmaya çalışıldığını ama artık mola vermeye ihtiyaç duyulduğunu, müslümanlar tarafından çok sık eleştirilmeyi hak etmediklerini bildirdiklerini aktardı.
Girişim dergisinin, döneminde tartışma gündemi oluşturması ve belli konuların ele alınması açısından sürece katkıda bulunduğu vurgulayan Kaya, bununla birlikte, dergiyi; kendi içerisinde bütünüyle homojen bir çizgi üretememiş bir yayın organı olarak niteledi ve sözlerine böylece son verdi.
Bir sonraki haftanın seminer başlıkları şöyle:
1. Ders: "Ayetler Işığında Hayat"
Ailece Cehennem'den korunmak - Veysi Selimoğlu
2. Ders: "1980-2000 Yıllarında İslami Dergilerin Misyonu"
Mektep Dergisi - Beşir Eryarsoy
Fatma Turan - Sündüz Altuntaş / Haksöz-Haber