22 Temmuz seçimleri Türkiye'de hakim bürokratik elitler açısından ağır bir yenilgi ile sonuçlanmıştır. Resmi ideoloji doğrultusunda halkı biçimlendirmeye, yönlendirmeye yönelik çabalar sandığa yansıyan seçmen iradesi ile bir kere daha boşa çıkarılmıştır. Asker kaynaklı muhtıra ve darbe tehditleri; anayasal kurumlar adı verilen bürokratik yapılanmanın hukuk dışı dayatmaları; militarist zihniyet ve işleyişin egemen olduğu darbe işbirlikçisi "sivil toplum" örgütlerinin manipülasyonları ve medyanın kesintisiz sürdürdüğü korku kampanyaları iflas etmiştir. Despotizmin siyasi süreçlere müdahalede ne kadar mahir olsa da, halkı yönlendirmede başarısızlığa mahkum olduğu bir kere daha görülmüştür. 22 Temmuz seçimlerinin en özet sonucu militarist dayatmaya karşı indirilmiş ağır bir tokat olmasıdır.
Yedikleri tokadın etkisini azaltmak için düne kadar şahinlik yapmaktan çekinmeyenlerin şimdi güvercin rolüne soyunmalarını ibretle izliyoruz. Bu çevreler seçimleri kazanan AK Parti'yi uzlaşmacı bir tutum takınmaya, ortak paydada buluşmaya çağırıyorlar. Halkın dayatmaya tepkisini tümüyle ekonomik faktörlerle ya da muhalif partilerin seçim çalışmalarının etkisizliğiyle açıklamaya çalışıyorlar. Bu tutum statüko güçlerinin siyasi iflaslarının gizlenmesinden başka bir şey değildir. Oysa gerek seçimlere yol açan kriz atmosferinde, gerekse de seçim sürecinde her konuyu korku faktörünü besleyecek şekilde istismar ettikleri açıkça görüldü. Bu süreçte laik cumhuriyeti koruma duyarlılığı adına halkın inançlarına, değerlerine karşı açık bir savaş yürüttüler. Asker cenazelerinden başlayarak her konuyu şoven bir milliyetçi silaha dönüştürdüler. Ve şimdi toplumsal uzlaşmadan, gerilim siyasetinden kaçınmaktan söz ediyorlar!
AK Parti bu tuzağa düşmemelidir. Gerilimden kaçınma adına oligarşik çevrelerle uzlaşma yaklaşımı geniş halk kitlelerinin iradesini yok saymak ve militarist dayatmayı sineye çekmek demektir. Hiç kuşku yoktur ki, şimdi sandıktan çıkan açık sonuç karşısında süngüleri düşmüş görünen dayatmacılar ilk fırsatta saldırıya geçmekten kaçınmayacaklardır.
AK Parti yetkilileri bilmelidirler ki, seçimde aldıkları galibiyet ekonomi politikalarının, sağlık ve eğitim alanındaki performanslarının ve benzeri çalışmalarının sonucu olmaktan çok, siyasi alanda maruz kaldıkları saldırılara karşı halkın duyduğu öfkeden kaynaklanmıştır. Aynı şekilde AK Parti'yi devirmeye çalışan egemenlerin tepkileri de hükümetin istihdam, üretim, özelleştirme ve benzeri politikalarına değil; doğrudan resmi ideolojik zihniyete ters düşen kimliğine duyulan nefretin sonucudur. Sorun cumhurbaşkanlığına aday gösterilen Abdullah Gül'ün eşinin başörtüsüdür. Sorun Kürt kimliğinin kabulüdür. İslam dünyasıyla yakın ilişki kurmaya yönelik çabalardır sorun!
AK Parti yöneticileri ve başta da Tayyip Erdoğan oligarşik dayatmaların kaynağını doğru tespit etmek ve bunlara karşı net tavır koymak zorundadırlar. Seçimlerde halktan aldıkları büyük destek dayatmacılara karşı hem ellerini güçlendirmiş, hem de sorumluluklarını artırmıştır. Bu açık, kitlesel destek karşısında özgürlükleri geliştirme önünde hükümetin ileri sürebileceği bir mazeretinin kalmadığını düşünüyoruz. Toplumsal mutabakat, kurumsal mutabakat ve benzeri söylemlerin bu saatten sonra kof bahaneler olmaktan başka bir anlam ifade etmeyeceği açıktır. Başörtüsü yasağında simgeleşen İslami kimliğe yönelik saldırılara son verilmesi; Kürt sorununda resmi ideoloji dayatmasından vazgeçilmesi; eğitimde, kültürde, siyasette ve sosyal hayatın bütününde militarist dayatmaların tasfiye edilmesi için seçmen AK Parti'ye büyük bir sorumluluk yüklemiştir. AK Parti'nin bu sorumluluğu ne ölçüde kavrayacağı ve yerine getireceğini hep birlikte göreceğiz.
Özgür-Der Genel Merkezi