Kenan Levent sunumunda özetle şu konulara değindi:
Kader ölçü ve miktar anlamına gelmektedir ve Kuran da ezeli yazgı anlamına gelecek şekilde hiç kullanılmamıştır, sadece ölçü, miktar ve güç anlamında kullanılmıştır. Kaza ise Allah'ın irade ve takdir etmiş olduğu şeyleri zamanı gelince ilim ve iradesine uygun uygun olarak yaratmasıdır. Yani plan program yapmak kader, bunu uygulamaya koymak ise kazadır. Kadere Kuran da iman edilmesi gerektiğine dair hiç bir ayet yok, iman esaslarına değinilmiş ayetlerde kader ifadesi geçmemektedir. Kaza ve kader meselesinin çıkış noktalarına bakıldığında ortaya çıkan temel sorular şunlardır; insan tüm davranış, söz ve eylemlerinde tamamen hür müdür, yoksa insanın iradesini aşan, onu çaresiz bırakan, mecbur bırakan bir takım olaylar ve eylemler de var mıdır?
Eğer insan hür ise, Allah'ın insanlar üzerinde ki egemenliği nereye konulmalı, değilse imtihan kavramına olan bakış nasıl sağlıklı bir zemine oturtulmalı gibi sorulara verilen cevaplar dört ayrı başlıkta gruplandırılabilir. Bunlar metafizik, fizik-doğa yasaları, ahlaki ve dinidir. Metafizik açıdan yaklaşanlar, insanların ortaya koyduğu fiillerin mutlaka bir sebebi olduğunu ve bu sebebi ortaya çıkartan bir iradenin olduğunu düşünmüşlerdir. Fizik ve doğa yasalarına göre bu sorulara cevap verenler ise, insanların fiillerinin gerçekleşmesinde sebep sonuç ilişkisinin etken unsur olduğu, şartlar oluştuğunda sonuçların kaçınılmaz olduğu vurgulanmıştır. Ahlaki açıdan yaklaşanlar da cebri ve kadericiler olarak iki gruba ayrılır, "cebriyye" anlayışına sahip olanlar meseleyi ele alırken insanın kişiliğini ve davranışlarını, insanın doğal yapısı ve dış etkenlerin belirlediğini söyler. Doğal yapısı nasılsa dışarıya o yansır der ve bunun değişmediğini söylerken, doğal çevre ile doğuştan gelen yapı olumlu ise davranışlar olumlu aksi halde eylemler kötüdür yani netice itibariyle iyi ortam kötülükleri, kötü ortam iyilikleri engeller derken, tersine "kaderci" yaklaşımda gayri ihtiyari davranışlar dışında ortamın kişiyi etkilemeyeceğini söyler. İnsan iyi ve kötü eylemler ortaya koyarken kendi iradesinin etkisini de gözardı etmemek gerektiğini söyler.
İnsanların zorlama ve cebir altında olduğunu ifade eden ayeti kerimelerin yanında, kaderci anlayışı ortaya koyan ayetlerde hatta her ikisinin vurgulandığı ayetlerin olduğu görülmektedir. Rivayetlere bakıldığında da ayeti kerimelerde olduğu gibi her iki anlayışın da görülebildiği bir tablo buluna bilmektedir.
İç sebeplerden biri olarak düşünülebilecek diğer unsur ise, siyasi ve sosyal sebepler ki Hz. Osman'ın katlinden sonra cemel ve sıffin savaşlarının olumsuz neticelerinin sonrasında müslümanlar arasında çıkan, büyük günah nedir, büyük günah işleyen mümin olur mu, kafir midir, fasık mıdır, hilâfet kimin hakkıdır gibi tartışmalar kader meselesinde ki farklı görüşlerin ortaya çıkmasına zemin oluşturan iç sebeplerden biri olarak görülebilir.
Hz. Ömer'le birlikte fetihler hız kazandı, topraklar genişlemeye başladı ve sonraki dönemlerde farklı din ve inançlara mensup insanlar da İslam Devletinin yönetimi altına girmeleriyle birlikte kader kavramına farklı yaklaşımlar kaçınılmaz oldu ve bu durum Emevi döneminde olgunlaşmaya başladı. 2. Muaviye, 2. Yezid ve Ömer Bin Abdülaziz dışındaki tüm emevi hükümdarları cebri söylemi kendi iktidarlarını meşrulaştırmak için devlet eliyle sistematik olarak yaygınlaştırarak emevi devletinin resmi ideolojisi ve mezhebi haline getirmişlerdir.
İlk dönemde üç anlayış ortaya çıktı, birincisi "kaderiyye" buna "mutezile" de denilebilir ki bu anlayışa göre Allah insanı yarattı, onu fiilleri üzerinde güç ve kudret sahibi kıldı, ona iyilik ve kötülük arasında ayırt etme yeteneği verdi dolayısıyla insan ya iyi ya da kötü yol seçerek akıbetine giden yolu belirler. İkincisinde "cebriye" ekolü var, kaderiyye anlayışının zıttı olan bu görüşte, kuldan fiili nehy edip, fiili tamamen Allah'a izafe etmek vardır ve kulun kendi iradesiyle gerçekleştirdiği hiçbir şey yoktur, her zerrenin hareketi kaza ve kadere bağlıdır. Üçüncü ekol ise "ehli sünnet" ekolüdür, bu ekol ne cebir ne de ihtiyar olarak tanımlanabilir yani bu anlayışa sahip olanlar Allah'ın insana kaldıramayacağı yükü yüklemeyeceğine, Allah'ın insandan bilmediği şeyleri istemeyeceğine ve Allah yapmayacakları şeylerden dolayı insanları cezalandırmayacağına, kullarının durumunu en iyi Allah'ın bileceğine inanırlar. Allah tüm fiilleri ezelde yaratmıştır, insanda o fiillerden kimisini cüzi iradesiyle kesb eder yani kazanır ki buna aynı zamanda kesb teorisi denir, bu teori esasen, insan ister ve Allah yarattığı fiili isteyen kuluyla buluşturur. Bu teori İmam-ı Azam'a atfedilir.
Velhasıl bu konunun tamamı siyah ya da beyazdır denilemez, burada müslümanlara düşen gaybi bir konuda yapılmış çıkarımları mutlaklaştırmamak ve yanılma ihtimalini her zaman hatırda tutmak gerekir, Allah en doğrusunu bilir.
Seminer soru-cevap, katkılar ile son buldu.