Seminerde Oktay Altın özetle şunları söyledi;
"Suud ailesinin Adnânilerin Aneze kolunun Beni Hanife kabilesine mensup olduğu kabul edilir. Ataları kabul edilen Mani' el Mureydi, XV. yüzyıl ortalarında akrabası İbn Dir'in daveti üzerine Katif tarafından gelerek bugünkü Riyad yakınlarına yerleşmiştir. Akrabasının adına nispetle yerleştikleri yere Diri'ye adı verildi ve Diri'ye uzun yıllar Suud ailesinin merkezi oldu. Burası, çöl içinde suyu bol, ziraata ve korumaya elverişli bir konumdadır. Suud ailesi Muhammed bin Suud ve Muhammed bin Abdulvehhab'ın 1744 tarihli ittifakına kadar bölgede küçük bir emirlik olmanın ötesine geçemedi.
1744 yılında Diri'ye İttifakı, Abdulvehhab'ın söylemine fiili bir alan açarken Suud ailesine de dini bir dinamizm katmış ve ailenin rakip kabileleri kolayca alt edebilmesinin alt yapısını oluşturmuştur.
Hayat koşulların son derece zor, eğitim düzeyinin çok geri olduğu Necd bölgesinde bazı sufi cereyanlar, dini anlayışı yozlaştırmış, toplum içi ahlaki çöküntü iyice yaygınlaşmıştı. Kitabi kültürden uzak bazı bedevi kabileler İslam adına taşa, toprağa, mezarlara tapmaya başlamıştı. Görüntü neredeyse İslam öncesi putperest toplumu andırıyordu. Hakim şartlar, Muhammed bin Abdulvehhab'ın çağrısının Yarımada'da kolayca makes bulmasını ve burada kalıcı olarak yerleşmesini beraberinde getirdi.
Oluşturduğu dinamizm, Abdulvehhab'ın ölümünden sonra da devam etti. Suud hanedanı, Yarımadanın büyük bölümünü ele geçirdi. Ancak Mısır valisi Mehmet Ali Paşa ile oğulları Tosun Paşa ve İbrahim Paşa'nın 1810-1819 yılları arasındaki müdahaleleriyle I. Suud devleti yıkılabildi.
Daha sonraları Suud ailesi zaman zaman çatışsalar da genellikle Osmanlı yönetimiyle anlaşarak 1. Dünya Savaşına kadar bölgede güçlerini devam ettirdi. Savaş sonrası Osmanlı bölgeden çekilince Suudi Arabistan'ın kurucusu Abdulaziz bin Suud, Vehhabi âlimlerin desteğiyle göçebe bedevileri yerleşik hayata geçirdi ve "İhvan" adıyla örgütledi. Ulemanın sıkı eğitiminden geçen bu kişiler, Suud ailesinin Necd ve Hicaz başta olmak üzere tüm Yarımadada sınırlarının genişletilmesinde aktif olarak kullanıldılar. Sınırlar Kuveyt'e dayandığında "cihad"a devam etmek isteyen İhvan ile Suud ailesi arasında görüş ayrılığı oluştu. Suud ailesinin İhvan tarafından bidat kabul edilen modern iletişim araçlarını kullanması ihtilafı derinleştirdi. Abdulaziz bin Suud, 1929 yılında yapılan bir savaşla İhvan teşkilatını ortadan kaldırdı.
Kurucu kral 1953'te öldüğünde geride 34 erkek çocuk bıraktı. En büyük oğulun tahta geçtiği sistem, bugün de devam etmektedir. Sırayla, Suud, Faysal, Halid, Fehd, Abdullah ve Selman iktidara geldiler. Ancak en küçüğü yetmişin üzerinde olan emirler bittiğinde hangi kralın çocuklarının iktidara geleceğiyle ilgili belirsizlik varlığını korumaktadır.
Suud İhvan İlişkileri
Suudi Arabistan Arap milliyetçiliğinin yayılmasına karşı Selefiliği bir set olarak görmüş ve desteklemiştir. Suudlar Müslüman Kardeşlerin Mısır'da baskı altına alınmasından sonra birçok İhvan üyesinin ülkeye yerleşmesine izin verdiler. Arap milliyetçiliğine karşı da yer yer desteklediler. İyi eğitimli İhvan mensupları Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin gelişmesinde önemli insan kaynağını oluşturdular.
Suudi Arabistan her ne kadar zor durumlarında İhvan'a ev sahipliği yapmış olsa da, kendisine rakip olmaması için Mısır'da Selefilere destek vererek İhvan'ı dengelemek istedi. Çünkü İhvan'ın Arap ülkelerinde yaygınlaşması Suudi Arabistan'ın temsil ettiği dini yorumun zayıflaması anlamına geliyor.
I. Körfez Savaşı ile daha da bozulan Suud-İhvan ilişkileri, Arap baharıyla da neredeyse düşmanlığa dönüştü. Dalganın er geç kendisine de ulaşacağına inan Suudi Arabistan, Sisi darbesine milyar dolarlık destek vererek İhvan'ın iktidardan uzaklaştırılmasına ve baskılanmasına ortak oldu.
Kısır tartışmalardan bir türlü kurtulamayan ve devletin payandası rolü iyice gün yüzüne çıkan resmi Suud ulemasının gençlere vereceği herhangi bir mesajı kalmamıştır. Bu da İhvan'ın gençler üzerindeki etkisini arttırmaktadır.
Fakat en önemli problem, seçime dayalı yönetimi benimseyen İhvan'ın başarılı olması saltanata dayalı Suud anlayışını zayıflatacak ve halkta yönetime katılma talebi uyandıracaktır. Bu da Suud yönetimi için tehlike çanlarının çalması demektir.
Samimi bir ortamda geçen seminer katılımcıların sorduğu sorulara verilen cevap ve yapılan açılımlarla son buldu.