Özgür-Der Eynesil Temsilciliğinin düzenlediği ‘Muhammedi Sünnet Dersleri ‘ ana başlıklı seminerlerin dördüncüsü olan ‘Hadis Usulünün Oluşumu ‘ konusunu Çorum Özgür-der Başkanı Bülent Gökgöz sundu.
Bülent Gökgöz sunumunda şunları söyledi;
İslam dünyası olarak bugün yaşadığımız askeri, ekonomik, siyasi, bilimsel veya mezhebi problemlerin arka planında din usulüne ait sorunların, tartışmaların varlığından söz edebiliriz. Yeni bir fıkıh üretemeyişimizin, mücadele fıkıh ve dilimizi yenileyemeyişimizin arka planında dini, İslami ilimleri anlamlandırmada ve yararlanmada metodik tıkanıklıklarımızın, donukluklarımızın önemli etkileri söz konusu. Söz gelimi, bugün siyasal veya sosyal olaylara karşı Müslümanların duyarsızlığını Hz. Peygamberin şahitliği ile nasıl izah edebiliriz? Demek ki Hz. Peygamberin örnekliği ve sünneti anlayışında ciddi sorunlar var.
Bugün İslam dünyasında yaşadığımız tüm acılara, sarsıntılara rağmen Müslümanlar arasında mezhebi/içtihadi farklılıkları nas gibi algılama saplantıları devam ediyorsa, modernizmin yozlaştırıcı etkilerine karşı konulamıyorsa veya geleneksel ve sufizmin edilgen ve münzevi yaşam tercihleri varlığını sürdürebiliyorsa bu tamamen dini ve dini ilimleri anlama ile ilgili ciddi sorunların var olduğunu gösterir.
Eleştirel akıl ve tenkitçi zihniyet ilk yüzyıllarda kısmen var iken ilerleyen zamanlarda yerini körü körüne kabul ve taklitçiliğe-teslimiyetçiliğe bırakmıştır. Şu an İslam dünyasının ve İslam düşüncesinin karşı karşıya bulunduğu birçok problemin temelinde, arka planında hadis rivayetlerinden kaynaklanan problemlerin bulunduğu görülmektedir. Birçok tartışmaların yapıldığı gerek geçmiş asırlarda gerekse günümüzde halen hadislerle ilgili ciddi ve oturmuş bir usuli yapıdan söz etmek mümkün gözükmemektedir. Klasik hadis usuli veya geleneksel Ehl-i sünnet yaklaşımı olarak da adlandırabileceğimiz rivayetleri top yekûn sahih-doğru kabul eden yaklaşım süreç içerisinde düşünceyi donuklaştırmış, aklı geri plana itmiş ve İslam toplumlarının dinamizmlerini, yeryüzündeki etkinliklerini pasifleştiren bir boyuta ulaştırmıştır. Nasların lâfzî anlamlarına bağlı kalan, nasların açık bıraktığı konularda fikir yürütmek istemeyen, akil-nakil çatışmasında nakli olduğu gibi alıp yorum yoluna gitmeyen, aklı sadece naklin basit açıklamaları için bir vasıta kabul edip, bunun ötesinde bir anlam yüklemeyen anlayış olarak tarif etmek mümkündür. Hz. Peygamber’e ait olduğu iddia edilen tüm rivayetleri yeterli sorgulamaya tabi tutmadan kabul edip dinin asli değerleri, ilkeleri olarak kabul etmiştir.
Aynı şekilde günümüze ulaşan hadis usulü ile ilgili çalışmaların tamamlandığını, bu çalışmaların en üst seviyede olduğunu da benimsemiş, içselleştirmiştir. Hadis kaynaklarıyla ve hadis usulüyle ilgili hiçbir problemin kalmadığını, bütün sorunların geçmişteki bazı ulemalar tarafından halledildiğini vehmeden bu yaklaşım maalesef tüm İslam coğrafyasına hâkim gözükmektedir. Oysa bu edebiyatın oluşumuna etki eden siyasi, ideolojik tartışmaları ve tarihi süreci göz önünde bulundurmadan sağlıklı bir okuma ve değerlendirme yapma imkânı olmayacaktır. Aynı şekilde hadis usulü de dâhil hangi disiplin olursa olsun vahiy-akıl ilişkisini gözetmeden oluşturulmuş hiçbir usul-disiplin bağlayıcılık ve değer açısından çok fazla bir şey ifade etmeyecektir.
Sonuç olarak klasik hadis usulü olarak tanımlanan disiplini içerisinde tam olarak sistematik, tutarlı ve herkesin ittifak ettiği bir yapı ve işleyiş bugüne kadar oluşmamıştır. Bununla birlikte geçmişte hadisçilerin yaptıkları çalışmalar da onların kendi birikim, düşünce yapıları zaviyesinden yaptıkları içtihatları neticesinde oluşmuş eserleridir. Dolayısıyla ne günümüze ulaşan hadis usulü ne de hadis kaynakları sorgulanamaz değildir ve bütünüyle mutlak doğrulardan da oluşmamaktadır
Genel Olarak Hadise Yaklaşımda Nasıl Usul Benimsemeliyiz?
Temel kaynak olan Kur’an bilincinin zaman içerisinde azalmasıyla ölçü bulanıklaşmış ve yakin-kesin bilgiyi ifade eden Kur’an ayetleri zan taşıyan hadisler tarafından nesh edilmeye, yürürlükten kaldırılmaya kalkışılmıştır.Yani hadislerin Kur’an ayetlerini iptal edebileceğini fakat Kur’an’ın hadisleri iptal edemeyeceği iddiasında olmuşlardır.
Müslümanlar temel kaynağımızın Kur’an olduğu bilincinden hareket ederek rivayetlere yaklaşırsa, bugün İslam dünyasının bulanıklaşmış-kirlenmiş Allah tasavvuru, peygamberlik tasavvuru, mucizeler, kutsal kitaplar, melekler, ahiret, şefaat, insan, yaratılış, kader, siyaset-yönetim, toplumsal hayat gibi konularda sahih-dinamik bir bakış açısına sahip olabilirler.
Bilakis temel kaynağımız doğrultusunda eleştireceğimiz veya reddedeceğimiz fikirleri bilme –öğrenme yükümlülüğümüz vardır ki tutarlı olan da budur.Allah yüce kitabında iman etmenin de inkar etmenin de delillere dayalı olarak yapılmasını öğüt vermektedir.Dolayısıyla rivayetler için ‘Kur’an’a uyanları alırız uymayanları atarız’ yaklaşımı doğruyu ifade etmekle birlikte yeterli ve ikna edici bir tavır değil ve basit niteliktedir.İslam düşünce yapısını bu ölçüde etkilemiş rivayet kültürünü,yapısını,sonuçlarını detay olmasa bile genel kaideleriyle bilme-öğrenme yükümlülüğümüz bulunmaktadır.
Hadisleri bilgi değeri açısından incelersek şöyle bir sonuca ulaşabiliriz;
1- Bugün İslam dünyasının elinde mevcut bulunan hadis kaynakları içerisinde tek bir adet dahi mütevatir hadis bulunmamaktadır. Mütevatire örnek olarak ancak namazın rekât sayıları, kılınış şekli, ezan, haccın yapılış şekli, Kur’an ayetlerinin bize ulaşması gibi toplumsal pratikle gelenleri gösterebiliriz.
2- Mütevatir statüsünde yer almayan haber-rivayetlerin ahad haber olarak değerlendirilmesi gerektiğini geçmişteki Rey Ehl-i savunmuştur ki doğru olan da bu görüştür. Çünkü mütevatir olmayan haber mutlaka bir ravi ve isnad zinciriyle aktarılmıştır ki ravilerinin cerh ve tadile tutulabilmesi ve isnadında kesinti olabilmesi ihtimalleri olan rivayet ancak ahad haber olur. İsterse yüz tane sahabeden aktarılmış olsun durum değişmez. Çünkü her biri ayrı ve bilinebilecek kanallardan geldiği için ahad haber mütevatir seviyesine çıkamaz. Zan taşıyan aynı kanala ait yüzlerce rivayet bir araya da gelse mütevatir olamaz.(Buhari-Müslim de yer alması, ya da ümmetin icması bir rivayeti mütevatir yapmaz)
3- Dolayısıyla bugün hadis kaynaklarında Hz. Peygambere atfedilen rivayetlerin tamamı aslında ahad haber niteliğindedir.
4- Ahad haber mütevatir gibi kesin-yakin bilgiyi ifade etmeyip zan taşıyabilen haberlerdir.
5- Zan taşıma ihtimali bulunan haberlerle itikad oluşturulamaz.
6- Sahih kabul edilebilecek herhangi bir rivayet, Kur’an mantığına, akla, tarihi ve ilmi gerçeklere uygun bile olsa matematik bir kesinlikle Hz. Peygambere ait olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak ‘Hz. Peygambere ait olma ihtimali olmama ihtimalinden yüksektir’ denilebilir ki bu yaklaşım da her zaman içinde ihtimal barındıran usuli yaklaşımı temsil edecektir.
7- Rivayetlerin Hz. Peygambere ait olma ihtimali ile olmama ihtimali arasındaki yaklaşıma paralel olarak, rivayetlerin toptan kabulü ile toptan reddi arasındaki mutedil-vasat çizgi usuli-metodik-tenkitçi düşüncenin temsil edeceği çizgidir.
8- Müslümanlar açısından ahad haberlerin değerini ise alt başlıklar halinde şu şekilde sıralayabiliriz;
a) Hz. Peygamberin ilk Kur’an neslini oluşturması esnasındaki mücadelesi hakkında siyer-tarihi vesikalar içerir. O dönemin kültürel, sosyal, ekonomik, siyasi işleyişiyle ve Müslümanların o dönemki mevcut sistem içerisinde nasıl tavır geliştirdiklerine dair bilgiler içerebilirler.
b) İlk Kur’an neslinin oluşumu esnasında yaşanan tecrübî gelişimle ilgili bilgiler ihtiva eder.
c) Hz. Peygamberin içtihatlarında gözettiği usuli yaklaşıma dair bilgiler ihtiva eder.
d) Vahyin hayata müdahalesinin nasıllığı ve ilk neslin mücadele fıkhıyla alakalı bizler için örneklik temsil edebilecek ipuçları içerebilir.
e) Bugün bizlere miras kalmış olan hadisle ilgili eserleri toptan red etmek ne usuli bir yaklaşımı temsil eder ne de İslami Şahsiyetin tebliğ ve şahitlik sorumluluğuyla örtüşmez.