Bahadır Kurbanoğlu özetle şu konulara değindi:
"Yemen bizlere orta doğuda olup bitenler hakkında genel bir görüntü vermektedir.2011'de Yemen'de başlayan olaylar geçmiş bir birikimi de içinde barındırmaktadır. Yemen'de önceden beri parçalı bir yapı vardı. Kuzey ve Güney diye ülke ikiye ayrılmıştı. Güney Yemen ayrılıkçıları olarak solcu yapılanmalar, Kuzey Yemen'de Islah Partisiyle temsil edilen İhvan yapısı ve uzun yıllardır Yemen'de var olan El-Kaide yapısı mevcuttu. Yemen'in genelinde %30 civarında Zeydiler yaşamaktadır. Husiler Yemen'de var olan aşiret yapısından biri olan ve yönetime karşı 2000'li yıllardan bu yana örgütlü zaman zaman eyleme yönelen İran destekli Şii bir yapıdır. Ali Abdullah Salih ülkeyi 1978'den 2011'de gerçekleşen 'Halk Devrimlerine' kadar diktatörlük yöntemleriyle ve farklı halk kesimlerinin kutuplaşmaları üzerinden bir nevi istikrarsızlığın istikrarıyla yönetiyordu. Kuzeyi güneyle korkutuyor güneyi de kuzeyle korku stratejisiyle dengeliyordu. Husilerin 2004 den itibaren Ali Abdullah Salih'e karşı protestoları ve mücadeleleri bulunmaktaydı. Mart 2011'de Ali Abdullah Salih'in devrilmesi ve ülkeyi terk etmesi de ülkede siyasi bir boşluk oluşturmuştu. Ali Abdullah Salih'ten sonra yapılan seçimlerde ise Salih'in yardımcısı Hadi Mansur iş başına gelmişti. Yemende ki diktatöryal yönetimlerin ve yöneticilerin elini güçlendiren en önemli etken ise ülkedeki istikrarsızlıktı. Husilerin isyanı ise İran'ın destekleri ile gerçekleşiyordu. Yemenin demografik olarak %30'unu Zeydiler oluşturuyordu. Husilerin Yemenin %30'unu oluşturduğuna yönelik iddialar gerçek dışıdır. Husiler, Zeydilerin içinde Şiileşmiş bir aşiret yapısıydı. 1960'lara kadar da Yemen'i Zeydiler yönetmiştir.
İmamet teorosinin psikolojik atmosferide Şiileri yönetim konusunda tetikliyordu. Husilerin 6 Şubat kararlarını Husilerin dışındaki bütün yapılar eleştirdiler ve Husilerin yaptığının bir darbe olduğunu açıkladılar. İran'ın yayılmacı ve güvenlikçi politikaları Yemen'de de Husiler üzerinde yürütülmekteydi. İran bu politikasını Hizbullah ile oluşturmuş ve başlatmıştı. İran aynı zamanda bu yayılmacı politikasına 'ümmetin maslahatına' görüntüsü verdirerek meşrulaştırma amacı gütmüştür. Fakat İran'ın bu yayılmacı hinterland politikası Irak'ta Suriye'de ve Yemen'de bu sorunları tetiklemiş ve ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda bu yaşananlar İran'ın Orta Doğu politikasında Amerika ile aynı paralelde bulunduğunu gözler önüne koymuştur. Irak'ta olup bitenler Maliki yönetiminin siyasal ve mezhepsel baskılarla sindirme tavırları neticesinde oluşmuştur. Bu Irak'ta Işid giderse şii bir Işid'in geleceğini göstermektedir. Irak ta aynı zamanda demografik yapıyla da oynandı. 3 milyon sunni Bağdat' ta yerinden edilerek sürgün edildi. Bu olay bile başlı başına ekonomik sosyal ve siyasal bir sorunun ortaya çıkmasını teşkil eder.
Yemene tekrar dönecek olursak benzer sorunlar Yemen'de de yaşandı. Suud'un Yemen'deki ve Mısır'daki politikalarını ise Kral Selman'dan önceki Kral Abdullah teorik ve pratik olarak uygulamış ve ortaya koymuştu. Amerika, Irak ve Suriye de İran'la aynı politikayı güderken Yemen'de ise buna dur diyordu. Fakat bunu yaparken de Yemen de el Kaide'ye yakın aşiretleri bombalıyor fakat Husilere dokunmuyordu.
Kurbanoğlu daha sonra İran'ın nükleer müzakereleri üzerinden şu değerlendirmelerde bulundu:
Nükleer müzakerelerde Obama ve İsrail aynı görüşte ve tarafta değiller. Kongre ise bu konuda İsrail'in yanında yer aldı. Eğer İran'a ambargo kalkacaksa bu bizim kararımızla olur dediler obama ve ekibi ise başkan bunu tek başını yapabilir. Kongreye gerek olmadan ambargo ve şartlarını yumuşatabilir dediler. Amerika'da yapılan anketlerde Amerikan halkının %60 ı müzakerelerin yapılması gerektiğini düşünüyor. Fakat kongre onayı dahilinde….
İran'da ise bir kesim ideolojik olarak kesinlikle olumsuz diyerek karşı çıkıyorlar. Bir başka ekip bu işten nemalanan ekip olumlu sonuçlanmasını istemiyor. Bir başka bir ekip buna çok fazla gerek yok diyor. Bir diğer ekip ise kesinlikle yapılması ve Batı ile aralarının düzetilmesi taraftarıdır. İran'ın nükleer çalışmaları ise Şah döneminde Amerika'nın desteği ve teşviki ile başlamıştı. İran'da devrimden sonra nükleer çalışmalar durdurulmuştu. Çünkü imam Humeyni'nin bu yönde anti fetvaları vardı. İran Husiler'in Yemeni yönetemeyeceğini biliyor fakat masada pazarlık için elini güçlendiriyordu. İran'ı proksi yapılara olan lojistik desteği Irakta, Suriye'de, Yemen'de ağır bir ekonomik külfeti de ortaya çıkarıyordu. İran'ın bu dar boğazdan çıkması için müzakerelerin önemi ise çok büyük ambargonun çıkmazında kurtulmayı ise müzakerelerin olumlu sonuçlarında görüyorlar. Irakta ise Işidın çıkarılması Suriye'ye konmasına neden olacaktır. Bu da hem, İran'ın hem Amerika'nın işine gelmektedir. Çünkü Suriyeli muhaliflerin başına bela olacaktır. Irak'ın Suriye'nin ve Yemenin geleceği İran'ı bir yerde burnunun sürtmesiyle son neticeye kavuşabilir. Aynı zamanda o ülkelerin geleceğinin o ülkelerin halklarına bırakılması uzun vadeli çözümü kalıcı kılabilir ve bunun da desteklenmesi gerekir. Müslüman Dünya bir süre bu kaoslarla baş etmek zorunda. Çünkü yüzyıla yakın işgal politikalarıyla oluşan parçalanmış İslam coğrafyası birbirine düşman edilmiş halklar, cehalet kaynaklı mezhepçilik taassubu, pragmatik çatışmaların yol açtığı kavgalar ve ideolojik kutuplaşmalarla paramparça olmuş ümmetin bir araya gelmesi kolay olmayacak. Müslümanların yerel ve küresel vesayeti aşarak bu kaostan kurtulmaları onların kararlı çabaları ve sahih basiret okumaları ile gerçekleşecektir. Biz Müslümanlar olarak çevremizde olan bitenlerle ilgilenmek, dersler çıkarmak ve sağlıklı bir fıkıh üretebilmek için ümmetin sorunlarıyla ilgilenmek zorundayız.
Haber: Numan Günay