Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin "Alternatif Eğitim Dersleri" kapsamında düzenlediği programların dördüncüsü dün akşam dernek binasında yapıldı. "Laikliğin Tarihsel Gelişimi ve Sonuçları" konusunun ele alındığı program, müzakereli seminer şeklinde yapıldı.
Programda Yakup Bali, herkesin kendisine göre yorumladığı "laikliğin" tartışmalı tanımını, tarihsel gelişimini, günümüze yansımalarını ve İslam'i bakış açımızın nasıl olması gerektiğini anlatırken, Cemil Yeşildağ ise yapılan sunumun müzakeresini yaparak katkılarını sundu.
Laiklik Kavramını Temize Çıkarma Gayretleri
Laiklik kavramının anlamını açıklamakla konuşmasına başlayan Yakup Ballı; laikliğin sekülarizmden farklı olarak dinin hayatın tüm alanlarından tecrit edilmesini değil; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını-din ve devletin özerk olup birbirlerinin faaliyet alanlarına karışmadan kendilerine ait hak ve yetkileri kullanmalarına imkan veren siyasal ve yönetsel ilişki tarzını ifade ettiğini söyledi. Bununla beraber, laikliğin tanımından yola çıkarak onu laisizmden ve sekülarizmden ayırma gayretlerinin kavramı, anlaşılır kılmaktan ziyade temize çıkarmaya dönük gayretler olduğunu, kavramın anlaşılmasına dönük ayırımın gerekli ancak kavramı meşrulaştırıcı bir şekilde temize çıkarmaya çalışmanın dahası, onu "siyasi iktidar talebinde bulunan İslam'la uzlaştırmaya çalışmanın kabul edilemez" olduğunu ifade etti.
Siyasi İktidar ve Kilise Mücadelesi
Ballı, Hıristiyanlığa ve Fransız kültürüne ait bir kavram olması sebebiyle kavramın anlaşılması için Hıristiyanlığın din ve devlet ilişkileri bakımından geçirmiş olduğu aşamaların ve Fransa tarihinin iyi bilinmesi gerektiğini vurgulayarak, kavramın, bizim tarihimiz, inancımız ve kültürel değerlerimizle hiçbir paralelliğinin olmadığını söyledi. Laikliğin, siyasi iktidar ve kilise mücadelesinin bir sonucu olarak hayat bulduğunu kaydeden Ballı, kavramı, İslam'la uzlaştırma ve İslam toplumlarına dayatmaya çalışmanın yanlışlığına dikkat çekt. Bu durumun yanlışlığını İslam toplumu ve laikliğin ortaya çıktığı toplumu karşılaştırarak, "Hristiyan-Avrupa da bin yılı aşkın bir sürede yaşanan siyasi ve toplumsal olaylarla İslam toplumlarının yaşadığı süreç arasında hiçbir benzerlik yoktur" diyerek ortaya koydu.
"Laiklik Hayatın Her Alanını Kuşattı"
Ortaçağ skolastik düşüncesine ve kilise dogmalarına bir tepki ve çözüm önerisi olarak ortaya çıkıp gelişen laikliğin hayatın her alanında toplumları kuşattığına dikkat çeken Ballı şunları kaydetti; "Bu kuşatmanın kendini en çok hissettirdiği alan kuşkusuz eğitim alanıdır. Okullarda Laik-seküler materyalist bir eğitim müfredatı uygulanmaktadır. Mesela bu okullarda öğretilen coğrafya biyoloji v.s. dersler de Allah'tan bahsedilmez. İlk insanın bir peygamber olduğu ve tarihin bir peygamberle başladığı anlatılmaz. Yine faizin ticaretin olmazsa olmazı olarak kabul edilmesi, 'paranın dini-imanı olmaz' gibi ifadeler ekonomiye yaklaşımlarını özetler. Yine, 'dinin siyasete alet edilmemesi gerektiğinin' dillendirilmesi, 'camide siyaset yapılmaz' gibi ifadeler, sosyal-siyasal bakış açılarını yansıtır. Ayrıca, 'sanat sanat içindir' veya 'sanat toplum içindir' gibi ifadeler, sanata biçtikleri misyonu gösterir. Kısaca, bu laik-seküler anlayışa göre din, Allah ile kul arasında bir vicdan işidir. Dolayısıyla, hayatın-hayatımızın nasıl olması gerektiğine 'tanrı' değil biz karar veririz.''
Türkiye'de Laiklik Serüveni
Laikliğin tarihi süreç içerisindeki gelişiminin ardından ardından Türkiye'ye ithal edilişindeki sürece sözü getiren Ballı bu serüveni şu şekilde ortaya koydu; "Türk modernleşmesi tümüyle 1920'ler sonrası Türkiye'sine mahsus değildir. Bu durum 'laikleştirme' girişimi için de geçerli. Türkiye de laiklik tarihi aynı zamanda batılılaşma tarihidir. Laiklik serüveni Tanzimat Dönemi ile başlar… Osmanlı'nın Avrupa karşısındaki güçsüzlüğünü fark eden aydın kesimlerde psikolojik eziklikten kaynaklanan, batının uygarlığını tüm kurumlarıyla kendimize mal etmek ve onu tümüyle reddederek geleneksel yaşam tarzına sığınmak olarak karşımıza çıkar. Laiklik maddesinin kabulü ise Lozan Konferans'ında batılı ülkelerin dayatması sonucu anayasada yerini alır."
Türkiye'de laikliğin ne olduğu ve ne olması gerektiğinin uzun yıllar tartışma konusu olageldiğini ve halen bu tartışmaların devam ettiğini hatırlatan Ballı, yasalarda laikliğin açık seçik ve hukuki bir tanımının olmadığını, yapılan tanım(lama)ların "Biz yaptık oldu" demeye gelen keyfi, taraflı ve ideolojik tanımlamalar olduğunu ayrıca uygulamada da kavramın tanımıyla hiç de uyuşmayan "türünün son örneği" bir uygulamanın yürürlükte olduğunu ifade etti. Bu anlama sorununun, kavramın Hıristiyan Batı'dan anlaşılır bir tanımı yapılmadan, anlam yüklenmeden, hangi durumlarda ve nasıl uygulanacağı belirtilmeden-adeta kullanma kılavuzu olmayan bir alet gibi- rastgele ithal edilmesinden kaynaklandığına dikkat çekti.
"Laikliği İslamileştirmeye Çalışmak Hakla Batılı Birbirine Karıştırmaktır"
Ballı son olarak kavrama dönük İslami bakış açımızın ne olması gerektiği ile ilgili bazı değerlendirmelerde bulundu. İslam'ın doğuş ve gelişme şartlarının batıdan farklı olduğunun altını çizen Ballı, İslam'ın doğuşunda, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, din otoritesiyle devlet arasında çekişmeye yol açacak bir ortamın söz konusu olmadığını, Peygamberin(s) hicretiyle Medine'de İslam'ın Hıristiyanlığın karşılaştığı gibi kendisini kurulu bir devlete kabul ettirme durumunda olmadığını, İslam'ın Medine'de sebebi ve sonucu kendisine dayanan bir devleti kurduğunu hatırlattı. İslam inancına göre Avrupa'da olduğu gibi ruhani ve cismani adı altında iki otoritenin söz konusu olmadığını; bir tek iktidarın ve bir tek devletin olduğunu, onun da siyasi, sosyal, hukuki teşkilat ve yapı bakımından tamamen orijinal, otoritesini kendinden başka hiçbir dünyevi kudrete borçlu olmayan İslam Devletinden aldığını belirti.
Laikliliği İslamileştirmeye-İslam'la uzlaştırmaya çalışanların bu eylemlerinin hakla batılı karıştırıp hakkı batılla örtme anlamına geldiğini bilmeleri gerektiğini söyleyen Ballı, "bu gibi kavramların, yüce Allah'ın haklarında hiçbir delil indirmediği, kendilerinin veya atalarının zanna ve hevaya dayalı olarak isimlendirdiği isimlerden başka bir şey değildir. Bu kavramları tanımaya çalışmak ayrı şey, kendimizi bu kavramlarla tanıtmaya ve bu kavramları dine monte etmeye çalışmak ayrı şeydir. İslam'dan başka bir dine kendimizi nispet etmemiz mümkün olmadığı gibi, 'müslüman' isminden başka bir isme de ihtiyacımız yoktur.Unutmayalım ki, bu din bizden kendisine teslim olmamızı ister; kendisini teslim almamızı değil. Bu dine teslim olanların ise vahyi sorgulama, onu değiştirme veya tahrif etme, hevasına göre yorumlama, hakla batılı karıştırma, Allah'ın dinine bir şey ekleme veya çıkarma gibi bir tercihleri yoktur. Temel esaslar bu dinin olmazsa olmazları, kırmızı çizgileri, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez sabitelerdir. Bu sabitelerin yerinden oynaması halinde ortada ne din kalır nede başka bir şey…" şeklinde konuştu.
Laiklik Ortaya Çıktığı Toplumsal Zeminin Ürünüdür
Siyonist İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği katliamı kınayarak ve bu vahşete karşı direnen kardeşlerimizi selamlayarak tek müzakereci olarak konuşmasına başlayan Cemil Yeşildağ ise "laiklik" kavramı gibi kavramların tarihi süreç içerisinde belli ihtiyaçları binaen ortaya çıkıp geliştiğini ve ortaya çıktıkları toplumsal zeminlerin ürünü olduklarına dikkat çekti. Yeşildağ, ortaçağda kilisenin halk üzerinde kurduğu baskı ve despotizmin giderek dayanılmaz bir hal aldığını, bu durumdan rahatsız olan kimi düşünürlerin önderliğinde halkın harekete geçtiğini ve 1789 Fransa Devrimini gerçekleştirdiğini söyleyerek, bu kavramı ortaya çıktığı bu şartları bilmeden günümüze taşımanın yanlış olduğunu söyledi.
İhtilalden sonra din adamlarının ve kilisenin baskısının halk üzerinden kaldırıldığını ve inanç yönünden herkesin hür olmasını öngören bir prensip olarak, laikliğin kabul edildiğini hatırlatan Yeşildağ, Avrupa'da insanların, bu prensip sayesinde engizisyon mahkemelerinin zulmünden kurtulduğunu dolayısıyla bu kavramın engizisyon mahkemesine dönüştürülerek insanlara dayatılmasındaki tutarsızlığa dikkat çekti.
Emin Altun / Haksöz-Haber