Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin "Alternatif Eğitim Dersleri" kapsamında düzenlediği programların on ikincisi dün akşam dernek binasında yapıldı. "Laikliğin Tarihsel Gelişimi" konusunun konuşulduğu program, müzakereli seminer şeklinde yapıldı.
Programda Yakup Bali, "laikliğin" tartışmalı tanımı, tarihsel gelişimi, günümüzdeki uygulamaları ve İslam'i bakış açımızın nasıl olması gerektiği hususunda tebliğ sunarken, Sezgin Narin ve Mehmet Deniz ise yapılan sunumun müzakeresini yaparak katkılarını sundular.
Kilisenin hayattan tasfiye edilme süreci
Yakup Bali, konuşmasına günümüzde de farklı anlam ve uygulamalarla tartışma konusu olan laikliğin tanımını yaparak başladı. Yunanca; "laikos" sıfatından gelen laikliğin, farklı şekillerde tanımlandığına dikkat çekerek genel bir tanımla; "dinin, dünya -özellikle devlet işlerine- karıştırılmaması ve buna karşılık devletin de dine karşı leh ve aleyhte bir tavır takınmaması" olarak özetledi.
Laikliğin, Fransa'da 1905 tarihli kilise-devlet ayrılığını düzenleyen yeni yasaya dayandığını anlatan Bali, bu ilkeye göre; "cumhuriyet, din, vicdan ve tören özgürlüğünü garanti edecek ve hiç bir dini tanımayıp-bütçeden ödenek ayırmayacaktı." Birçok din adamının sadece papaz olma suçu ile yargılanarak giyotinle-idam edildiğini bu gibi gelişmelerin ardından laikliğin bir ilke olarak Fransız anayasasına 1946'da dahil olduğunu belirtti. Bu gelişmeler doğrultusunda laikliğin, hem siyasal hem hukuki açıdan -günümüze kadar süren- din-devlet otoritesinin birbirinden ayrılmasının sağlanmış olduğunu vurguladı. Fransız laisizminin tam olarak yerleşmesindeki aşamaları anlattı.
TSE damgalı din üretme gayretti
Laikliğin ne olduğu-olması gerektiği konusunun uzun yıllar tartışma konusu olduğunu ve bu belirsizliğin halen devam ettiğini belirtti. Özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında karşımıza çıkan uygulamaların ve daha sonraki bazı gelişmelerin, Fransız ihtilalinin ilk yıllarındaki uygulamalarla benzerliğine dikkat çekti.
Anayasasının 2. maddesine göre TC'nin, "demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" olarak tanımlandığını söyleyen Bali, aynı anayasanın 4. maddesine göre de bu hükmün "Değiştirilemez-değiştirilmesi teklif dahi edilemez!" kabul edildiğini belirtti. Anayasada sözü edilen laiklik ilkesinin, uygulamalardaki çarpıklığını ise şu sözlerle dile getirdi: "Gerçekte Türkiye hiçbir zaman laik olmadı. Devletin dini kontrol altına alması ya da dinin devlet dini haline gelmesi anlamındaki bizantizmi veya hayatın her alanını dinden veya kutsaldan arındırılması anlamındaki laisizmi veya sekülarizmi laiklik zannetti. Çünkü Türkiye'de ne ruhban-laik ayırımı, ne de iktidarı devletle paylaşma iddiasında olan dini bir cemaat var olmuştur. Yani, Batı'da ruhani iktidarı temsil eden kilise ile cismani iktidarı temsil eden devlet arasındaki çatışmanın bizim tarihimizde bir izdüşümü yok. (...) Türkiye'deki pratikler, rejimin laik ve teokrat olmaktan çok, bizantinist bir karakter gösterdiğini bize göstermektedir. Yani, devlet dine hâkimdir. Rejimin dini eğitim ve öğretimin devlet denetiminde zorunlu hale getirilmesinden amaç; TSE damgalı bir din üretme ve dini rejimle uyumlu hale getirme gayretidir ki, diyanet teşkilatının kuruluş amacı da budur."
Seminerin ilk müzakerecisi olarak söz alan Sezgin Narin, laiklik gibi kavramların çıktığı yeri ve arka planını bilmemizin önemi üzerinde durdu. Fransız anayasasının 2. maddesinin diğer Avrupa devletlerinin anayasalarından farklı olarak tanzim edildiğine dikkat çekti. Bu anayasanın Fransa'yı 'bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet' şeklinde tanımladığını hatırlattı. Fransa'daki laiklik anlayışının "laisist bir anlayışa sahip" olduğunu ve en temelde dini kendine hedef edindiğini belirtti. Bunu; "Fransa'da kimse din devletini savunmamakta ama birçok Fransız sahip olduğu dini inancın değerlerinin yaygınlık kazanmasını ve mesela okullarda hüviyet kazanmasını istemektedir. Bu talebin laikliği zedeleyici bir yönü yoktur ancak laikçi Fransa bunu cumhuriyet değerlerinden dönüş olarak kabul etmekte ve laiklik adına bu talebe şiddetle karşı çıkmaktadır." diyerek açıkladı. Yönünü her açıdan Avrupa'ya çeviren Türkiye'nin Fransa'daki laiklik anlayışını daha da despot haline getirerek uygulama yoluna gittiğini örneklerle açıkladı.
Devletin dini tekeline almak için laikliği bir araç olarak kullandığına dikkat çeken Narin, buna karşılık İslam'ın ise teokrasi olarak sunulmak istendiğini söyledi. Bu yaklaşımı sert bir şekilde eleştirerek şunları kaydetti: "İslam teokrasi değildir. Bu kavram da "laiklik" kavramı gibi batı menşelidir. Dolayısıyla, bu kavramın kime daha rahat oturacağı Fransa ve Türkiye'deki uygulamalara bakılırsa daha iyi görülecektir..."
Müzakeresine laikliği kilisenin baskısına karşı alınan radikal bir tepki şeklinde nitelendirerek başlayan Mehmet Deniz, Bali'nin belirttiği gibi kavram hakkında farklı tanımlar yapıldığını belirtti ve laikliğin ortaya çıktığı dönemden bahsetti. Bu anlayışı besleyen iki temel gelişmeye dikkat çekti. Bunları; köylerden kentlere göç ve gittikçe yaygınlaşan bireyselleşme olarak açıkladı.
Laiklik anlayışının İslam dünyası dışında ortaya çıkıp geliştiğini ve bazı devletlerin bunu ithal ederek baskıyla -topluma tepeden inmeci bir tarzda- dayattığını söyledi. Bu devletlerden birinin de Türkiye olduğunu şu sözlerle dile getirdi: "TC'nin ilk anayasasında devletin dini İslam'dır. Bu anlayış zamanla terk edilmiştir. Alt yapı oluşturulduktan sonra ancak 1937 yılında laiklik ilkesi anayasaya girmiştir. Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesi haline halka rağmen getirilmiştir. Zira halk 'kurtuluş savaşı'nı 'Din-i mübin-i' korumak ve 'şeriatı hâkim kılma' adına yapıyordu. Verilen onca bedel, daha sonraları adeta din haline getirilen laiklik uğruna asla verilmemiştir…"
Türkiye'de laiklik adına sergilenen baskıların mantıki, ahlaki ve hukuki hiçbir dayanağının olmadığını da vurgulayan Deniz, bu dayatmaların devlet politikası haline gelerek devam ettiğini sözlerine ekledi.