Özgür-Der Diyarbakır Şubesi'nin 2008–2009 eğitim dönemi üç hafta önce başlamıştı. Şubede gerçekleştirilen bu dönemin eğitim çalışmalarında, yer darlığı nedeniyle her hafta sonu cumartesi bayanlara pazar günleri ise baylara yönelik tefsir dersleri verilmekte. Ayrıca, iki haftada bir pazar günleri Türkiye'nin ve dünyanın sıcak gündemi "Müzakereli Seminer" tarzında tartışılmaktadır.
Diğer bir eğitim çalışması ise, haberleştirerek dostlarımızla paylaştığımız, 14 Kasım Cuma akşamı ilki gerçekleştirilen ve iki haftada bir yapılması düşünülen "Alternatif Eğitim Dersleri" çalışmalarıdır.
Dernek binasında dün akşam ilki gerçekleştirilen programda, İkram Filiz, "Hümanizm ve Bireycilik" başlığı altında bir sunum yaptı.
Sunumunda Filiz, "Hümanizm ve Bireycilik" üst başlığı altında hümanizm ve bireyciliği ayrı alt başlıklar altında açtı. Bu kavramların ayrı ayrı tanımını yaparak, tarihi arka planı, tarihsel süreç içerisindeki gelişim ve yansımalarını anlattı.
Hümanizmde Tanrıya Yer Yok
Hümanizmin tanımını yaparak konuşmasına başlayan İkram Filiz, genel ve sıradan algılayışla hümanizmin; "insanseverlik", "insancılık" anlamında kullanıldığını esas itibariyle, felsefi ve ideolojik içeriğiyle, "insancılık, insancılık felsefesi" olduğunu söyledi. Bu çerçevede felsefi anlamıyla hümanizmi, "tanrı-insan mücadelesinde tanrıya karşı insanın tanrılaştırılması, kutsanması, değer belirleyici birincil kaynak olarak alınması" olarak özetledi. Genel tanımlarda yeryüzünde tanrıya yer olmadığına inanıldığına dikkat çekerek "en iyi değerler, karakterler ve davranışların doğaüstü bir otoritede değil de, insanlarda olduğuna inanan düşünce sistemi. Bu yönüyle hümanizm, tüm gerçekliğin bizzat doğanın kendisinde olduğuna inanır, evrenin temel materyali, zihin değil madde-enerjidir…" dedi.
İnsanın Tanrının Yerini Alma Serüveni
Hümanizmin ortaya çıkışı ve tarihsel gelişimi üzerinde durarak konuşmasını sürdüren Filiz, hümanizmin, Antikçağ döneminde "tanrıların" zulmü altında ezilen insanın kurtarılması, tanrılara üstün gelmesi ve hatta onların yerine geçmesi noktasında verilen mücadele ile yeşerdiğini ifade etti. Bu zulme Ortaçağ döneminde de kilise eliyle devam edildiğine dikkat çekerek, Ortaçağ Katolosizminin, eski Roma ve Yunan anlayışını, insanı doğuştan günahkâr ilan ederek engizisyon uygulamalarıyla Zeus'un bir başka türevini devam ettirdiğini anlattı. Bu durumun, insan karşıtlığını beraberinde getirdiğini ve insan üzerindeki bin bir türlü zulüm ve baskı, insan-tanrı çatışmasının değişik şekilleri olarak karşımıza çıktığını belirtti.
İdeolojilerin Tümü Hümanisttir
Ortaçağ'dan sonra Rönesans, Aydınlanma, Pozitivizm gibi hareketlere bağlı olarak gelişen sürecin, insanın gerçek anlamda ilahi değil; tamamen beşer üretimi olan sanal tanrı kavramına karşı mücadelesinde başarılı olduğu, tanrının yerini aldığı bir dönem olarak nitelendiren Filiz, Voltaire, Diderot, Marx, Sartre, Camus gibi değişik eğilim ve dönemlerin temsilcilerinin ortak özelliklerinin de hümanist olmaları- insanı öne almaları, tanrı yerine insanı ikame etmeleri olduğunu söyledi.
Kilisenin Toplumsal Baskısına Tepki
Filiz, "Bireycilik" kavramı ile ilgili olarsak da, bireyin haklarını toplum haklarından üstün gören ve her türlü değerin bireylerden geldiğine inanan, toplumsal hayatta bireyi her şeyin üstünde tutan siyaset ve toplum felsefesi olarak karşımıza çıktığını, "ahlaki-politik ve ahlaki psikolojik" bir kavram olduğunu, ilk kez A. de Tocqueville tarafından kullanıldığını anlattı.
Bireyciliğin, Batı'da Rönesans döneminden önce toplumsal-siyasal hayata egemen olan Kilisenin toplumcu eğilimine bir tepki olarak ortaya çıktığına dikkat çeken Filiz, bireycilik anlayışının bireyi önüne geçiren ve yerleşik dini-geleneksel değer yargılarına bir meydan okuma şeklinde geliştiğini ifade etti.
Her Kavram Kendi Toplumsal Zemininin Ürünüdür
"Hümanizm ve Bireycilik" gibi kavramların tarihi süreç içerisinde belli ihtiyaçları binaen ortaya çıkıp geliştiğini ve ortaya çıktıkları toplumsal zeminlerin ürünü olduklarına işaret eden Filiz, bunları yaşadığımız topluma oldukları şekliyle uygulamanın yanlışlığına dikkat çekti. Bu kuramların, Avrupa sınırları dışında kalan toplumlara değişik boyutlarda yıkımlar, yozlaşmalar, çatışmalar getirdiğini bunun yansımalarını gördüklerini, ayrıca Batı'nın bu noktalarda çifte standardını çatışma bölgelerinde gördüklerini sözlerine ekledi.
Filiz, daha sonra, her şey insan için anlayışının, insanın üretim tüketim ilişkilerinde kendini mutlak otorite görmesine neden olduğunu, bu durumun insanın tanrılaşması anlamana geleceğini buna karşı uyanık olunması gerektiğini söyledi. Müslümanların kendi dillerini oluşturmanın önemi üstünde durdu. Kuramların iyi yanlarını İslamilikle bağdaşlaştırmanın yanlışlığına dikkat çekti. Müslümanlar arası ilişkilerin bireysel arzulara kurban edilmemesi gerektiği uyarısı yaptı.
Program katılımcılardan gelen katkı ve sordukları soruların cevaplanmasıyla son buldu.
EMİN ALTUN / HAKSÖZ-HABER