Türkiye'de halkın emeği ve değerleri sömürerek egemenliğini kuran bürokratik yapılanma, tahtı her sarsıldığında yeni bir kriz ortamı oluşturuyor. Bu yapılırken toplumsal değerler hedef haline getiriliyor, aşağılanıyor. Benzer bir durum şimdi de yaşanıyor. Sivil bir anayasanın egemenlikleri zedeleyeceğini düşünen bu zorbalar yanlarına sömürge medyasını ve sermayeyi alarak halkın inançlarına ağır hakaretlerde bulunuyor, siyasete ve topluma tehditler savuruyorlar. AK Parti üzerinden İslami kimliğimize, değerlerimize, yaşam tarzımıza saldıran laikçi kesim, YÖK'ü, TÜSİAD'ı, Genelkurmayı, medyası ve Yüksek yargısıyla sömürü düzenini korumak için her yolu mubah sayıyor.
Kendi ideolojilerini evrensel doğru olarak takdim ediyor ve halkı da itaate zorluyorlar.
Sömürerek fakirleştirdikleri halka kölelikleri halka köleliklerini sürdürmelerini emrediyorlar.
İdeolojik körlük ve bağnazlıktan dolayı son derece dengesiz ve tutarsızlar. Dün özgürlükçü anayasayı savunanlar hatta mevcut taslaktan daha radikal sivil anayasa taslakları hazırlayanlar, başörtüsüne kısmi özgürlük getirilmesi ihtimali karşısında kendilerini inkar etmekte beis görmüyorlar. Müslümanların inançlarına karşı duydukları derin kinden olsa gerek dün söyleye geldiklerini unutuyor,cunta anayasasını savunup, statükonun bekçeligini yapıyorlar. Toplum tarafından cezalandırılması neden olduğu bir saldırganlık hakim tavırlarına. Başörtüsü yasağının devamı için darbe çığırtkanlığı kadar vardırıyorlar işi.
Vahşi başörtüsü yasağı karşısında AK parti ise ilk iktidar döneminde egemenlerin bakısına direnmek yerine sessiz kalmayı tercih etmişti. Bu seçimde halkın yarısının oyunu alarak tekrar iktidara geleln AK partiyi yine oligarşik laikçi çevrelerin tehditleri karşısında kekeme bir dil kullanmaya devam ediyor. Üzerindeki halk baskısı ile oligarşik baskı arasında orta yolu bulmaya çalışıyor. İlkel başörtüsü yasağını tümüyle ortadan kaldırmak yerine hizmet alan hizmet veren ayrımını kabullenerek bundan sonra da orta yolcu tavrını devam ettirmek niyetini açıkça ortaya koyuyor. Bu ayrım, yasakçıların icad ettiği ve inancın her çeşidi için yasaklama sebebi olabilecek olan kamusal alan zulmünü de yasallaştırmış olacaktır. AK Partililerin yasal düzenleme yaparken unutmamaları gereken bir gerçek var; kendilerinin de iyi bildiklerinden emin olduğumuz bu gerçek başörtüsünün Allah'ın bir emri olduğu gerçeğidir ki bu hizmet alan için de hizmet veren için de geçerlidir!
Herkes bilmeli ki doğuştan kazanılan temel haklar uzlaşma veya mutabakat konusu yapılamaz. Bu haklar için toplumsal veya kurumsal mutabakat aranamaz. Hükümet, kendisini iktidar yapan halkın beklentilerine uygun olarak özgürlüklerin önünü açacak adil bir düzenleme yapmalı ve bunu zorbaların değil halkın onayına sunmalıdır. Müslüman kadınların gasbedilen haklarını yeni düzenlemelere gerek kalmaksızın iade etmelidir. Korkaklıkla yapılacak bir anayasa ne Kemalizmi ve oligarşiyi aşabilir ne de beklentileri karşılayabilir.
Hükümet bilmeli ki; İnancımızı iktidar kavgasında oligarşiye pazarlık/ uzlaşma / mutabakat konusu yaptırmayız. Eğer inancımızı iktidar pazarlığına konu yaparsanız bunun hesabını vermek zorunda kalırsınız.
İnancımıza savaş açan egemenlere diyoruz ki; çürümüş sisteminizi daha fazla sürdüremeyeceksiniz, halkın iradesine saygı duyun ve daha fazla gerilim çıkarmadan siyaset sahnesini terk edin.
Bilinmeli ki zorbaların kimliksizleştirme çabasına karşın, İslami kimliğimizi diri tutacak ve her türlü zulme karşı bu kimliğimizle direneceğiz. Haklarımızı alıncaya dek direnişten vazgeçemeyeceğiz. Başörtü Müslüman kadının kimliği ve özgürlüğünün sembolüdür. Bu bilincin kazandırdığı dirilikle Tevhid, Adalet ve Özgürlük eksenli başörtü mücadelemiz kesintisiz sürecektir.
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi Kadın Komisyonu Üyesi
Semra Türkmen YILMAZ