KİAP'ın sonuç bildirgesinin tam metni:
AÇILIMDAN 2011 SEÇİMLERİNE AKTÜEL SİYASAL GELİŞMELER BAĞLAMINDA KÜRT SORUNU KAZANIMLAR-TALEPLER ÇALIŞTAYI SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. Âli İmrân 104
Kaynağını vahiyden alan bir adalet anlayışını merkeze oturtan, İslam dininin sosyal ve siyasal alanda şahitliğini taşımaya gayret eden kuruluşlar olarak bizler, KİAP Van Toplantısında belirlenen genel gündem bağlamında sonuç yerine geçecek aşağıdaki değerlendirme raporunu basına ve kamuoyuna deklare ediyoruz:
Açılım süreci Başbakanın Ağustos 2005 Diyarbakır konuşmasındaki "Kürt sorunu önce benim sorunumdur" belirlemesi ile başlamış yine başbakanın geçen gün (18 Nisan 2011 tarihinde yaptığı) "Bu ülkede Kürt meselesi artık yoktur, benim Kürt kardeşlerimin meseleleri vardır" beyanı ile nihayete ermiştir. Bir ülkenin en köklü sorunu sadece başbakanın şahsi intibalarıyla var veya yok kabul ediliyorsa o ülkede hakkaniyetli bir idareden bahsetmek oldukça köksüz bir iddia olur.
Kendi içinde birçok açmazı ve çelişkiyi barındıran açılım süreci her şeye rağmen önemli bir adımdı. Öncelikle açılımı 2002 AK Parti iktidarıyla başlatmak gerekir. Bu konu geçmişe kıyasla olan ve olması gereken şeklinde iki şekilde ele alınması gerekir. Oldukça önemli sayılacak adımlar atıldı. Türkiye toplumu ilk kez Kürt sorununun esas nedenlerini tartışmaya başladı. OHAL'in kaldırılmasından işkence, yargısız infazlar ve gözaltında kayıplar gibi sorunun özüne inilmesini örten insanlık dışı uygulamalar sonlandırıldı. Fiili olarak Kürtçe devletin de kabullendiği bir dile dönüşmeye başladı. Üniversitelerde Kürtçe ile ilgili bölümler açıldı. Kürtçe devlet kanalı kuruldu. Ancak Kürtçe meselesinde olduğu gibi gerekli yasal düzenlemeler yapılmadığı gibi içine girdiğimiz seçim sürecinde yapılanlar da sahiplenilmeyerek sahipsiz bırakıldı. Bu sürece hâkim olan dil son derece kekeme ve kararsız bir dildi. Dolayısıyla süreç boyunca birçok şey "…mış gibi" yapıldı. Devlet sık sık sert ve inkârcı dilini kuşandı. Mahkemelerden valiliklere kadar kurumsal düzeyde bu inkar politikaları acı yüzünü gösterdi. Bu anlamıyla açılım sürecini bir yanılsama süreci olarak adlandırmak mümkündür. Geldiğimiz noktada Kürt sorununun temel konusu olan anadilin kamusal alanda kullanımı gibi temel bir hak devletin kırmızıçizgilerinin dışında görülmektedir. Dolayısıyla esasa karşılık gelen talepler yerine getirilmemiş, vaad edilenler yapılmamış ve de Kürt sorununda olması gereken noktaya hala yaklaşılmamıştır.
Açılım sürecinin bir devlet projesi olması hasebiyle radikal değişimleri ihtiva edemeyeceği daha başından itibaren kendini belirgin eden bir husustu. Bu belirginlik Kürt sorununun temelini teşkil eden anadil, ayrımcılığın kaldırılması, milliyetçiliğin her alanda sistemden sökülüp atılması, yönetimde ademi merkeziyetçiliğin yerleşmesi, siyasal temsil gibi hususlarda hiçbir gelişmenin kaydedilmemesi ile kendisini daha güçlü hissettirmiştir.
İktidarın özellikle anadil ve ademi merkeziyetçilik konularındaki uzlaşmaz tavrı meseleyi kangrenleştirmektedir. Hala sistemin ideolojik bariyerleri çerçevesinde bir yaklaşımla meseleye bakılmaktadır. Orta doğudaki halk hareketlerinden sonra bölgeye bir "örnek" olarak sunulan Türkiye ve AKP modelinin ülke şartları içinde ne kadar sırıttığı açılım sürecinden ve iktidarın Kürt sorunu algısından anlaşılmaktadır.
Tüm zaaflarına karşılık açılımla elde edilen kazanımlar korunmalı, bundan geri dönülmemeli ve açılımın tekrar hızlandırılarak doğru bir mecrada ilerlemesi için hükümet zorlanmalıdır.
Aynı şekilde Kürt siyasetindeki tek seslilik, tekel oluşturma gayretleri ve tekçilik inkarcı devlet siyasetinin mahalli biçimlerini oluşturmaktadır. Bu noktada İslami kesimin sürecin içinde yeterince etkili olamayışı bu hususu daha da belirgin kılmaktadır.
Kürt sorununun çözümünde olmazsa olmaz konumda olan anadilin eğitim ve kamusal alanın tamamı dâhil olmak üzere hayatın her alanında serbest olması, anayasal güvenceler gibi hususlar gerçekleşmeyene dek sorunun devam edeceği aşikârdır. Bu hakların elde edilmesi açısından Kürtler arasında ciddi ve fiili bir konsensüs mevcuttur. İktidarın pazarlık konusu haline dönüştürdüğü bu hususlar Kürtler için asla pazarlık mevzusu değildir. Bilinmelidir ki bu haklar elde edilene dek Kürt sorunu mevcudiyetini muhafaza edecektir.
Önümüzde ciddi bir seçim süreci bulunmaktadır. YSK'nın bağımsız adaylara ilişkin kararı statükonun iğreti karakterini bir kez daha göstermiştir. Birkaç gün sonra düzeltmek durumunda kaldığı bu karar sonrasında insanlar ölmüş ve onlarcası şiddete maruz kalarak yaralanmıştır. Uzun yıllardır tahrip edilen toplumsal doku derin bir yara daha almış ve bu yara ile birlikte Kürt sorunu daha da derinleşmiştir.
Devletin yaşanılanlar üzerindeki sorumluluğu tartışılacak bir husus değildir ve birincil anlamda yaşanan kaosun sorumlusu devlet ve onun kolluk kuvvetleridir.
Bu süreçte BDP çevresinin takındığı tavır da ibretliktir. Lakin bütün Kürdistan'da bir şiddet dalgasının oluşmasında PKK-BDP çizgisinin de dahli bulunmaktadır. Hiçbir şekilde şiddetin genel bir hal almasını meşru görmemekteyiz. Devletin organlarınca geliştirilen provakatif eylemlerin alternatifi şiddet olmamalıdır. Sistemin geliştirdiği kirli oyunlara şiddet ile mukabelede bulunmak çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet etmektedir.
Protestolara katılmayanlara karşı şiddet uygulanması, kepenk kapatmayan işyerlerine saldırılması, kullanılan şiddet dili sürece katkı sağlamak yerine devletin bugüne kadar uyguladığı tekçi ve baskıcı yapıyı mahalli düzeyde ve tersinden sürdürmektir.
Her şeyden önce bölgede şiddetin son bulmasını ve bunun içinde öncelikli olarak devletin adım atması gerektiğine inanıyoruz. PKK-BDP çizgisinin de siyaset ve eylemsellik belirlerken bütün Kürdistan'ı ve bütün Kürdistanlıları düşünerek hareket etmesi gerektiğini hatırlatıyoruz. Özellikle bölgede her eylemde Molotof kokteylleri ve taşlarla insanların malına ve canına yönelen saldırıları hangi gerekçeye dayanırsa dayansın asla kabul etmiyoruz. BDP'nin, yakın medyasının söylemine sık sık yansıyan Müslümanları ve bölgedeki şahsiyetleri inciten söylemlerden kaçınılmalıdır. Mustazaf-Der ve ona yakın bazı dindar sivil toplum kuruluşlarına ve ayrıca kepenk kapatmayan işyerlerine yönelen saldırıları asla tasvip etmiyor ve kınıyoruz.
Şiddet içeren eylemler konusunda BDP kanadını sorumluluğa çağırıyoruz. Aynı şekilde göstericilere karşı işkence anlamına gelecek şiddet uygulayan ve bazı göstericilerin ölümüyle sonuçlanan silahlı müdahaleler ile halkın üzerine atılan biber gazı ve çeşitli mağduriyetlere neden olan araçların yakılmasını kınıyoruz. Bu noktada İbrahim Oruç isimli şahsın ölümü nedeniyle hükümetin hesap vermesi gerektiğini ve suçluları ortaya çıkarma sorumluluğunu hatırlatıyoruz.
Şiddet meselesine elden geldiğince ilkesel ve genelin maslahatını ölçü alarak yaklaşmanın gerekliliğini düşünüyoruz. Şiddet konusunda devleti veya bir başka silahlı gücü birbirinden bağımsız tutarak bir değerlendirmeye girmenin sağlıklı bir yaklaşım olmayacağını düşünüyoruz. Her ne kadar bölgede şiddetin en temelindeki etken olarak devleti görsek de bu devlet şiddetinin başka şiddet eylemlerine gerekçe kılınmasını kabul etmiyoruz. Ve şiddeti bir politik araç olarak kullanmayı reddediyoruz.
Bu bağlamda son zamanlarda gelişen sivil itaatsizlik eylemlerinin şiddet eylemlerinden daha meşru ve daha çok sonuç alıcı yaklaşımlar olduğunu düşünmekle birlikte bunun da şiddetle birlikte yürütülmesini bu eylemin karakterine aykırı buluyoruz.
Bu noktada bir hususa değinmek gerekmektedir. Sivil itaatsizlik eylemleri çerçevesinde gerçekleştirilen "Cuma namazları" bir ihtiyacın, gerekliliğin varlığına işaret etmektedir. Kendi dillerinde hutbe dinleme istemi diye izah edebileceğimiz bu ihtiyaç Kürtlerin kendi inançları ve dilleri arasında kurdukları en temel bağdır. Bu her toplum için geçerli fıtri bir yönelimdir. Bu bağ cumhuriyetten bu yana işlevsiz bırakılmış ve Kürt insanı hem dinine hem de diline yabancılaştırılmıştır.
Lakin bu kadar temel bir hakkın hiçbir siyasetin argümanı haline de getirilmemesi gerekmektedir. Uzun yıllar boyunca devam eden sistemin dini kullanması ve kirli siyasetine stepne durumuna indirgemesi gerçeği önümüzde durmaktadır. Cuma namazlarının da böylesi bir siyasetin konusu haline getirilmemesi gerekmektedir. Eleştirimiz Cuma namazlarının laik karakterli bir yapı tarafından istismar edilip siyasi bir amaç için araçsallaştırılmasınadır. Bu da bu konuya öncelikle vakanın doğallığına da uygun olması hasebiyle İslami kesimin eğilmesinin zorunluluğunu göstermektedir.
Özellikle PKK-BDP sözcülerinin "devlet imamları, sistemin camileri, ajan imamlar" gibi isimlendirmeler ile Cuma eylemlerini temellendirme gayretleri ve diyanet imamlarının arkasında kılınacak namazların fıkhi durumuna dair yaptıkları izahlar bahsi geçen istismarın en çirkin şeklidir.
Bizler Cuma namazları veya İslam'ın diğer ibadi sorumluluklarının herhangi bir vesayet altında icra edilmesini kabullenemeyiz. Ne diyanetin ve dolayısıyla sistemin dikte etmeye çalıştığı din algısını ne de PKK veya başka bir güç odağının ibadi konulardaki belirleyiciliğini kabul etmiyoruz. Çünkü otoritelerin dini belirlediği ve siyasetlerine nesne kıldıkları bir din artık din olmaktan uzaklaşmıştır.
Sistemin Kürt sorununu çözebilecek bir iradesinin, düşüncesinin ve yeteneğinin henüz ortaya konmadığı görülmektedir. İslami kesim olarak kendi çözümlerimizi üretip bu çözümler etrafında bir araya gelebilmeli ve adaletten yana tüm insanları bu çözümlerin ortağı kılabilmeliyiz. Kürt sorununun çözümü, meseleye duyarlı tüm çevrelerin asgari birlikteliğini gerektirmektedir.
Açılımda elde edilen haklar yasal güvencelere kavuşturulmalıdır. Bu noktada yasaların tümüyle Kürtleri ve tüm etnik grupları dışlayan ve inkar eden ayrımcı kısımlarının temizlenmesi gerekmektedir.
Başbakanın Kürt sorunu yoktur Kürt vatandaşların sorunları vardır şeklindeki sözlerini açılımla ve bugüne kadar yapılagelenlerle çeliştiği gerçeği yanı sıra Kürtlere açıkça bir hakaret olarak değerlendiriyoruz.
Çocuklarımızın kimliğini inkar eden faşist AND ve vesayet sisteminin eğitimdeki ajanlarından biri olan Milli Güvenlik Dersi kaldırılmalıdır. Kimliğimizle çelişen bu ırkçı dayatmayı asla kabul etmiyoruz.
Bizler KİAP olarak kürt sorununun çözümü konusunda daha önce yayınladığımız talepler ve öneriler listesinin yanında yukarıdaki değerlendirmeleri tüm siyasi partilerin, hükümet çevrelerinin, ilgili her kesimin ve toplumun dikkatine sunuyoruz.
KATILIMCI KURUMLAR
1. AB-I HAYAT DERNEĞİ (ELAZIĞ)
2. AĞRI İNSANİ YARDIM DERNEĞİ
3. ATMANLAR YARDIMLAŞMA DERNEĞİ (ŞANLIURFA)
4. AY-DER (DİYARBAKIR)
5. BAHÇESARAY DER (VAN)
6. BAYINDIR MEMUR SEN (DİYARBAKIR)
7. BAŞAK-DER (ERCİŞ)
8. BEY-DER (BATMAN)
9. BİLGİ VE HİKMET DERNEĞİ (ADIYAMAN)
10. BİLGİ VE DÜŞÜNÇE DERNEĞİ (BİNGÖL)
11. BÜLBÜLZADE VAKFI (GAZİANTEP)
12. DİYARBAKIR İNSANİ YARDIM DERNEĞİ
13. DİYARBAKIR DÜŞÜNCE OKULU
14. DİN BİR SEN (ŞANLIURFA)
15. DOSTELİ DERNEĞİ (VAN)
16. EĞİTİM BİR SEN (VİRANŞEHİR)
17. ERDEM-DER MALAZGİRT ŞUBESİ
18. ERDEM-DER (VAN)
19. GÖKKUŞAĞI (VAN)
20. GÖKKUŞAĞI (ADIYAMAN)
21. GÖNÜL KÖPRÜSÜ DERNEĞİ (DİYARBAKIR)
22. HAK-DER (KARAKOÇAN)
23. HASKÖY DERNEĞİ (HASKÖY / MUŞ)
24. HASTA HAKLARI KORUMA DERNEĞİ (ŞANLIURFA)
25. HAYAT-DER (DİYARBAKIR)
26. HÜR AKADEMİYA DERNEĞİ (BİTLİS)
27. ISLAH HAREKETİ (DİYARBAKIR)
28. İHH (ŞANLIURFA)
29. İHVAN-DER (DİYARBAKIR)
30. İLİM VE İRFAN DERNEĞİ (VAN)
31. İNSAN VE ERDEM DERNEĞİ (DİYARBAKIR)
32. KALEM-DER (ELAZIĞ)
33. KALEM-DER (ŞANLIURFA)
34. KARDELENLER DERNEĞİ (VAN)
35. MARİFET-DER (BİNGÖL)
36. MAZLUMDER VAN ŞUBESİ
37. MAZLUMDER AĞRI ŞUBESİ
38. MEŞALE DERNEĞİ (MALATYA)
39. ÖĞ-DER (DİYARBAKIR)
40. ÖZGÜR-DER BATMAN ŞUBESİ
41. ÖZGÜR-DER DİYARBAKIR ŞUBESİ
42. ÖZGÜR-DER SİVEREK ŞUBESİ
43. ÖZGÜR-DER TATVAN ŞUBESİ
44. ÖZGÜR EĞİTİM-SEN (BATMAN)
45. ÖZGÜR EĞİTİM-SEN (DİYARBAKIR)
46. ÖZGÜR EĞİTİM-SEN (TATVAN)
47. ÖZGÜR-DER (VAN)
48. RADYO MEDYA (ŞANLIURFA)
49. RUHA DER (ŞANLIURFA)
50. ŞAFAK-DER (DİYARBAKIR)
51. ŞANLIURFA İNSAN-DER
52. ŞANLIURFA İNSAN-DER TOKİ ŞUBESİ
53. TATVAN İNSANİ HAKLAR EĞİTİM VE YARDIM DERNEĞİ
54. UMUT IŞIĞI DERNEĞİ (VAN)
55. VERENEL DERNEĞİ(VAN)
56. VİMDER (VAN)
57. VAKFİYAD (VAN)
58. VAKIF KİTAP
59. HUDER (ELAZIĞ)