İman ve Ahlak konusunu değerlendiren Üzer, ahlak kavramının tarihsel ve felsefi süreçte içinin nasıl boşaltıldığı ve post-modern paradigma ile sübjektifleşen iman-ahlak ilişkisi üzerinde durdu.
Ahlak meselesinin önemini, Müslüman şahsiyetin, mevcudata şahitlik etme sorumluluğunu ahlakı ile ifa edecek olmasıyla bağdaştırarak sözlerine başlayan Üzer; Hz. Peygamber’in sünnet pratiği ile Müslümanların gündelik yaşantısındaki ikilikleri belirterek, inandığı gibi yaşamama problemine değindi.
Ahlaki kaideleri ile yaşam tarzları arasında çelişkiler bulunan Müslümanların bu noktaya nasıl geldiği sorusuna, içinde bulunduğumuz post-modern; hegemonik, kuşatıcı dünya hayatı tasavvuru ile başlamamız ve tarihsel süreci irdelememiz gerektiğini söyleyen Üzer; konuşmasına şu sözlerle devam etti:
“Kendisi dışında bütün toplumları ve dinleri değiştirme, dönüştürme, kendi paradigma kodlarına uydurma iddiası taşıyan bir süreçteyiz. Batı gibi düşünme, inancını ve ahlakını onlar gibi kurma olgularının da beraberinde getiren bu hegemonik süreç; dünyayı teorize eden, örgütlendirilmiş bir yapıya sahiptir. Hayatın bütün alanları kurgulanmış, yapılandırılmış, sistematik bir felsefeye dayandırılmıştır. Maalesef ki Müslümanlar bu süreci çok hafife aldılar.”
“Düşünce tarihine baktığımızda, Aydınlanma Dönemi ile ahlaka neyin temel teşkil ettiği tartışılmaya başlandı. İnsanlık tarihinin bütün tecrübesi, ahlak olgusunun hep din tarafından belirlendiği üzerineydi. Bu bakımdan İslam açısından da, diğer inançlarda olduğu gibi, ahlak verili bir olgu idi. Aydınlanma ile bu damarın kesilmek istendiğini gördük. Descartes ile başlayan süreçle, insanın metafizikle kurmuş olduğu ahlak perspektifini yıkan; temelini insan aklının oluşturduğu bir ahlak inşası ile karşı karşıya kalındı. Ahlakı dini ögelerden soyutlayarak insana dayandırma felsefesinin Kant döneminde doruğa ulaştığına şahit olduk.”
Ahlakın belirleyicisi yalnızca Cenab-ı Allah(C.C.)’tır…
“İslam anlayışındaki ahlaki değerler, kaynağını toplumdan bulan toplumsal değerler niteliğinde değildir. Batı düşüncesinde olanın aksine İslam’daki ahlak olgusu, basit düzeye indirgenmiş birtakım toplumsal değerler kategorisini teşkil etmez. Bu değerlerin kaynağı toplum değildir, ahlakın kaynağı nakil ve nass ile verilidir. Dolayısıyla, sıklıkla ahlakın Türkçe karşılığı mahiyetinde kullandığımız etik kavramı; ahlak kavramı ile bu noktada ayrışır. Hayatın farklı kategorilerine bölünerek belirli meslek gruplarının aralarında kural olarak belirledikleri değerler olarak tanınabilecek etik kavramı, kaynağını vahyin oluşturduğu ve Müslümanların tabi olma sorumluluğu içeren ahlak kavramıyla ilişkili değildir.”
“Yaşadığımız dünyanın hâkim kodları, dindar ama ahlaksız-dinsiz ama ahlaklı ilişkisinin mümkünlüğü meselesi açısından yanılgıya düşmesi kolay olan bir perspektifi savunuyor. Post-modern ahlakın “birtakım dünyevi eylemlerde bulunmanız sizi meşru kılar; bu meşruluktan önceki kimliğiniz, ateistliğiniz veya deistliğiniz, esas değildir” söylemi, hâkim dünya işleyişini devam ettirmenin; heva ve heves merkezli bir hayatı sürdürülebilir kılmanın teorizesidir. Ahlakın belirleyicisi yalnızca Allah’tır. Kitab-ı Kerim’deki bazı ayetlere dikkat ettiğimizde, iman-ahlak denkleminde böyle bir dengenin mümkün olmadığını; nass ile verili ahlakın dışında herhangi bir ahlak ölçütüyle bağlı olamayacağımızı görürüz.”
Program, Musa Üzer’in konuşması sonrasında soru-cevap kısmının ardından sona erdi.