İlk sunumunu "Kuran'da Atalar Dini " konusu ile Serdar Efe yaptı. Serdar Efe konuşmasında atalar dini konusuna geçmeden önce din kavramına değinerek konuşmasına başladı. Efe konuşmasında; " Din, yaşanılan hayatın üzerine kurulu bulunduğu esasları ve buna bağlı olarak konulan kuralları, tutulan yolu anlatan kavramdır. Din denildiğinde akla; yaşanılan dünya hakkında bir temel görüş ve bu görüşe bağlı olarak kurulan bir düzen gelir. Her dinin Rab kabul ettiğine karşı bir ibadeti, sosyal düzeni, ekonomik kaideleri, insanla ilgili konularda belirttiği kanunları vardır. Din insanla diğer insanlar arasındaki ilişkiyi düzenleyen kurallar vaz ettiği gibi, insanın adını koysun ya da koymasın Rab edindiği varlıkla ya da prensiplerle ilişkilerini de düzenlemiştir. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki her insan bir din üzeredir çünkü "her din bir yaşam tarzıdır, her yaşam tarzı bir dindir. ". Dedikten sonra Atalar Dini konusuna geçti. Serdar Efe konuşmasında, "Kuran'da Allah düşünmeden, akletmeden, sorgulamadan kabullenilen tüm dinleri "atalar dini olarak isimlendiriyor ve atalar dinini yaşayanları dinlerini sorgulamaya çağırıyor. Toplum, insanın zindanlarından birisidir. Toplum zindanından çıkmaya çalışmak kişiyi büyük tepkilerle karşı karşıya bırakır. Peygamberler bu konuda en güzel örnektir, onların bu çabalarına toplum şiddetli tepkiler vermiş, bu tepkileri verirken sarıldıkları silah da "atalarının, babalarının dini" olmuştur. Toplumu yönetenler (güdenler) atalar dinini kullanarak Allah'ın insana verdiği hak ve özgürlükleri insanların elinden alıp onları köleleştirdikleri için en şiddetli tepki bunlardan gelmiştir. Bütün toplumlar biliyorlar ki peygamberler üzerinde oldukları dinlerine karşı, yani saflar netleşmiş. Özellikle İbrahim(s.) bu konuyu çok açık vurguluyor, babasına ve kavmine ters düşerek onların taptıklarından uzak olduğunu, onların taptıklarına düşman olduğunu söylüyor ve bunu söylerken eğip bükmüyor, onları memnun etme, onlara şirin görünme çabası içine girmiyor. Günümüzde Müslümanlar Kuran'ın apaçık ayetlerinden uzaklaşmış, bu ayetlere bakanlar da ayetleri başkaları için düşünmüş, kendi üzerlerine almamışlardır. Sanki atalara düşünmeksizin uyma, insanlığın problemi değilmiş ya da bunun zararı Müslümanlara ulaşmamış gibi hareket etmişlerdir. "Atalarımız nasıl olsa Müslümandı." anlayışı topluma hâkim olmuş, atalar ve büyükler kutsanarak onlar hatasız gibi düşünülmüş, doğruluğun ölçüsü Kur'an değil atalar ve büyükler olmuştur. Gerçektende özellikle genç nesillerin İslami inkâr veya İslamdan uzak oluşları hayattan kopuk sihir, büyü ve olağan üstülüklerle örülü kısaca akıl dışı din anlayışıdır. Düşünmeyen gençlik bunlara körü körüne uyarken, düşünenler bu abuk sabuk anlayış karşısında inkarı tercih ediyorlar. Zaten atalar dininin inkarı engellemek için tek çaresi insanları düşünmeden inanmaya zorlamak ve onları eğer düşünürlerse dinden çıkmakla ( ki zaten girmemişlerdir aslında) tehdit etmektir. Din yaşam tarzıdır demiştik. İnsan bir ömrü nasıl yaşaması gerektiğini din konusunda ki esas görüşü ile belirleyecektir. Böylesi önemli bir konuyu nasıl olursa düşünmeden, incelemeden, akletmeden kabulleniliriz? Akletmeden kabullenilen din doğruda olsa ne bu dünyada nede ahirette hayır getirmeyecektir." diyerek sözlerini tamamladı.
Soru-cevap bölümünden sonra ikinci semineri " Kuran'da Dua" konusu ile Murat İslam sundu. Murat İslam konuşmasına; " Dua, Allah'a doğru yapılan çağrıdır. Kulun kendi varlığının bilincinde olarak acizliğini idrak edip yaratıcısına sığınmasıdır. Bir başka deyişle zikrullah'tır dua, sürekli Allah'ı anmak, ondan gafil bir saniye bile geçirmemektir. Dua edilmez, yaşanır. Ahirette mükafahatı olan cenneti kazanmak ve cehennem azabından korunmak için yaşanan bir hayatta duadır. Dua bir eylemdir. Sadece iki dudak arasında dökülen kelimeler değildir. Dua, Allah ile kul arasında kesintisiz ve aracısız iletişimdir. Dua; bu anlamlarıyla hayatı Allah'tan bağımsız kendi kendine saat gibi işleyen bir dünya görüşü yok eder. İnsan Dünya hayatında ulaşılabileceği hedeflerin hayaliyle yaşar. İnsan bu hayallerle asıl amacı olan var oluş gayesini unutmaktadır. Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyan müminler, hayatı belli bir ölçü'ye göre düzenlerler. Bu ölçü Allah'ın vahyi ile oluşur. Vahiy bize belli bir dengede, vasat bir ümmet olma bilinci oluşmasını ister ve bizden ahireti öncellememizi ister. Ahiret'e öncelik veren hayata bakış açısı ebedi bir dünya görüşünü rededer ve elinde ki imkânların mutlaka hesabını vereceğini bilir. İşte bu bilinç tüketim çılgınlığının neden olduğu hayalperestliğin ilacıdır. İşte böyle bir ortamda sizleri; Hayallerin sahte avuntusu yerine, duanın olgunlaştıran, yücelten gerçekliğine davet ediyorum. Dua ibadetin özü, Rabbe kulluğun bir ifadesidir. Yoksa ihtiyaçlarımızı karşılamakla görevli bir memura sunulan dilekçe değildir. Duanın Tevhid Akidesine uygunluğunun en önemli şartı tevekküldür. Tevekkül her halükarda Allah'ı vekil ve dost olarak hatırlayıp O'na bağlanmaktır. Tevekkül tembel oturup bizim yapmamız gereken işi İsrailoğulları gibi Allah'a havale etmek değildir. Bize şah damarından daha yakın olan Allah'a çağrıda bulunmak gerektiğinde, randevu almak, araya torpilciler koymak, yetki alabilmesi mümkün olmayan din adamlarını vesile ittihaz edinmek doğru değildir. Rabbimiz bizlere bildirdiği gibi " biz O'nu analım ki, O da bizi ansın " Aslında yegâne dost olan Allah'a dayanmaya bizim ihtiyacımız vardır; yoksa O'nun bizim şükrümüze ihtiyacı yoktur. Dua sadece zor zamanlarda sığınmak için değil, korkularla yüzleşmede cesur olmak için Rabbimizden destek istemektir." diyerek konuşmasını tamamladı.