Bülent Gökgöz sunumuna, Kemalizm'in kendisini bir yaşam biçimi olarak bu topluma dayattığını ve onlarca yıldır Anadolu halklarına acılar yaşattıran bu düşünce sisteminin tüm zihinlerden temizlenmesi için hesaplaşılması gerektiğini vurgulayarak başladı.
Bulaşıcı bir virüs gibi sağcı, devletçi, muhafazakâr, sosyalist, alevi, liberal kitlelerde ve hatta Kürt ulusalcı hareketinde dahi konu İslam olunca Kemalist reflekslerin görülebildiğini belirten konuşmacı, 28 Şubat sürecinde darbeciler Müslüman avına çıktığında kimi sosyalistlerin Kemalist reflekslerden kurtulamayıp postal parlattığını, Dersim'de on binlerini kaybeden Alevi kitlenin ise aynı reflekslerle hareket ederek ibadethanelerinin başköşelerine Kemalizm'in sembollerini koyarak içine düştükleri çelişkiye işaret etti.
Bülent Gökgöz konuşmasının devamında şunları kaydetti:
"Aynı çelişkili tutumun daha vahim boyutlarını ise kanaat önderlerini Kemalizm'in idam sehpalarına yolladığı İslami duyarlılığı bulunan toplumda da görmekteyiz. Kimi zaman Kemalizm'in ulusal sembollerini içselleştirmelerinde, kimi zaman ırkçı mantıkla hazırlanmış ve okullarda çocuklarımıza dayatılan And tartışmalarında, kimi zaman ise dernek, vakıf, sendika, Tv, ticari vb. faaliyetlerinde, kimi zaman ise anadilde eğitim, boykot hakkı, zorunlu askerlik, zorunlu eğitim ya da ekonomi politikalarında karşımıza çıkan tüm bu tutarsızlıkların arka planında hep Kemalist refleksler bulunmakta. Yıllarca bu toplumun zihin kodlarına işlenen bu düşünce yapısından kurtulmadığımız sürece bu topraklara adalet ve barış yerleşmeyecek ve dini, kavmi, fıtri hiçbir hak elde edilemeyecektir. Son yıllarda başlayan Ergenekon ve benzeri yargılama süreçlerinin ise Kemalizm'in aşılmasında çok yetersiz kalacağı aşikârdır.
Kemalizmi aslında topyekûn bir toplum mühendisliği olarak tanımlamak da mümkün. Yani Osmanlı bakiyesi bir toplumu tepeden tırnağa yeniden batı normlarına göre dizayn etmeye çalışmak, ümmetten bir ulus oluşturmaya dönük politikaların tamamına Kemalizm de diyebiliriz.
Kemalizm, çok açık bir şekilde Ulusçuluk, Batıcılık ve Laiklik ilkeleri üzerinde yükseldi. Kemalist ulusçuluk, Osmanlı-İslam kurumlarının şekillendirdiği kültüre karşı Batı medeniyeti yanında yer almıştı. Temelde 'farklılıklar' üzerine inşa edilen ulusal kimlik, kendinden olanı içselleştirirken, dışarıda bıraktıklarını 'ötekileştirmek'le anlam kazanabilirdi.
Bu hedeflerle, dinden beslendiğinden dolayı cahil kalmış Osmanlı toplumunun modern batı seviyesine ulaştırılması için de dinle hesaplaşılmalı, Batının yaptığı gibi din her alandan uzaklaştırılarak seküler, laik bir yaşam empoze edilmeliydi. Din ise insan ile yaratıcısı arasında vicdan meselesi olarak kalmalı, hayata müdahale etmeyecek bir forma sokulmalıydı. Kemalist ulusçuluğun temelde dil ve din politikaları üzerinden Anadolu toplumunu, Batılı tarzda ulus formuna sokmaya çalıştığını görebiliriz:
1)Dil Politikaları: Cumhuriyet döneminin dil ve kültür politikaları, bir yandan Batılılaşmanın gereği olarak sunulan köklü zihniyet değişiminin, diğer yandan ulusal birlik ve bütünlük kaygılarının etkisi altında şekillendirilmiştir.
Dilin 'yabancı unsurlar'dan arındırılması girişimi hemen tüm ulusçulukların esaslı politikalarından birisidir. Sorun her şeyden önce yeni bir kafa üretmekle ilgiliydi ve yeni harflerin gerçek manası, hakikaten ve maddeten Avrupa'ya tabi olmuş bir Anadolu demekti. Sonuçta öyle bir dil üretilmeliydi ki, bu dil hem Türk ulusunu diğer Müslüman dindaşlarından olabildiğince farklılaştırmalı, hem de Batı medeniyetinin seküler düşünce ve hislerini tamamen karşılamalıydı. Bundan dolayıdır ki Batı kökenli sözcükler dilde tasfiye gerçekleştirilirken fazla etkilenmemiştir. Ancak Arapça- Farsça sözcükler ise tasfiye hareketine maruz kalmışlardır. Özellikle Güneş dil teorisi ile Batıdan sözcük transferi daha da hızlanmıştır.
Cumhuriyet'in hedeflediği değişiklikler arasında pek azı Kemalizm'in 'Batıcı' ve 'Ulusçu' karakterini Latin alfabesi kadar iyi sembolize edebilirdi. Batıcı; çünkü Latin harflerini kabul etmek hedef olarak gösterilen medeni dünyaya kapılarını ardına kadar açmak demektir. Ulusçu; çünkü hiçbir araç Anadolu toplumunu yüzyıllardır birlikte yaşadığı İslam kaynaklarından ve diğer dindaşlarından bu denli koparıp farklılaştıramazdı.
Dil politikaları ile ilgili son olarak şu da söylenebilir; yazılı bir dil üzerinden gerçekleştirilen dil planlamaları, Anadolu'nun doğusuna gidildikçe okullaşmanın ve okuma-yazma oranının /Zorunlu Türkçeden dolayı) düşmesi nedeniyle etkili olma noktasında zayıf kalmıştır. Bundan dolayı Kürt illerinde dil politikalarından daha az etkilenme olmuştur.
2)Din Politikaları: Ulusçuluk ya da ulusal aidiyet, söz konusu ulusal kimliğin güç aldığı dinin de savunulmasını zorunlu kılmıştır. Yani din, politik toplumun inşasında ve hatta bu sürecin en kritik aşamalarında birleştirici bir güç olarak işlev görmüştür. Cumhuriyetçi ulus modelinin, kendi iç çelişkisine rağmen Müslüman unsurlara karşı gösterdiği bu ilgi tarihsel gerçekliğin desteklediği pratik bir kaygıya dayanıyordu. Buna göre Türk kökenli olmayan Müslümanların devlete sadakatinden kuşku duyulmuyor ve dolayısıyla kolaylıkla Türkleşebilecekleri varsayılıyordu. Kemalist ulusçuluğun, ulus inşasında dinsel unsurları bu denli merkeze alması Müslümanlığa sempatisinden değil, gayri Müslimlere karşı duyduğu güvensizlikten kaynaklanmaktaydı.
Göçler ve din değiştirme olayları karşısındaki tutumundan anlaşılacağı üzere Kemalist ulusçuluk, İslam'ı Türk kimliğinin pasaportu veya koruyucu kalkanı olarak görüyordu."
Konuşmacı, Nüfus Mübadelesi, Türkçe dışındaki dillere getirilen yasaklamalar, Yer adlarının değiştirilmesi, İbadet Dilinin Türkçeleştirilmesi, Soyadı Kanunu, İskân Kanunu, Şapka Kanunu gibi Kemalizm'in dayatmalarına değindi.
Başta İslamcıların, terör mahkemeleri olan İstiklal Mahkemelerinin hesabını sormaları gerektiğini belirten Bülent Gökgöz, ardından Kemalist Ulus projesine karşı çıkan Şeyh Said ve İskilip Atıf Hoca'nın direnişlerini anlatan sinevizyon ile sunumunu tamamladı.