Dernek seminer salonunda gerçekleştirilen programı Necat Yazıcı sundu Ömer Kılıç ise müzakere etti.
Seminer başlangıcında Ömer Kılıç ‘muhtıra’ kavramını ele aldı. Sivil siyaseti, parlamentoyu uyarmak, nota vermek anlamına gelen muhtıranın, Türkiye tarihinde ilk defa 12 Mart ile gündeme geldiğini ifade etti. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 1950’ye kadar ‘kurucu ideoloji’ye herhangi bir müdahalenin olmadığına inanan ordu, Demokrat Parti iktidarının bir ‘karşı devrim’ olduğunu iddia ederek 1960 yılında gerçekleştirdiği darbeden sonra çok partili siyasete ‘siyasileri hizaya çekme’ amacıyla sürekli müdahale ettiğini belirtti. Müdahalelerin ‘Cumhuriyetin hedef ve ilkelerinden sapıldığı’ iddiası ile yapıldığını da ekledi.
12 Mart 1971 muhtırasının diğer darbe süreçlerine göre daha kenarda kaldığını belirterek konuşmasına başlayan Necat Yazıcı, muhtıra öncesi ve sonrasında yaşananların ordu içerisinden homojen bir yapının olmadığını, içerisinde farklı siyasi düşünceye mensup askerlerin olduğunu gösterdiğine dikkat çekti.
12 Mart öncesinde Türkiye’nin siyasi ve ekonomik konjonktürünü resmeden konuşmacı devamında şunları söyledi: “1960 darbesinin ardından iktidar olan Adalet Partisi döneminde siyasal hareketlilik özellikle işçi hareketlerinde görülmekte idi. Sendikal faaliyetler ve sosyalist düşüncenin ülkedeki ilk nesli kapitalist anlayışı ve emperyalizmi sorgulamakta idi. Öğrenci hareketleri işçi hareketlerini desteklemekte, silahlı eylemler 12 Eylül 1980 öncesi dönemi andırmakta idi. Meşhur Ziverbey köşkünde işkence merkezi kuruldu ve birçok aydın işkenceden geçirilir. 60 darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesinin üyesi ve Türkiye İşçi Partisinden ayrılmış olan Cemal Madanoğlu, Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk ile birlikte Devrim Gazetesi etrafında gündem oluştururlar. Bu grup siyasilerin ülkeyi oyaladıklarını iddia edip parlamento dışı bir muhalefeti savundular. Bir nevi Baasçı rejimin ordu tarafından kurulması gerektiği tezlerini işlediler.
Aynı şekilde Yön dergisi de parlamenter rejimle işlerin düzelemeyeceğini, 27 Mayıs ortamının halen devam ettiğini, Türkiye’nin kendine özgü koşulları bulunduğunu bu yüzden ordunun öncü kuvvet rolünde olması gerektiğini iddia ettiler. Askeri liselerde hücre tipi eğitim yapan bu kadrolar Leninizm, emperyalizm, devlet ve ihtilal öğeleri ile devrimci bilinci yükseltecek Marksist klasik ve ilkelerin okutulmasını sağlıyorlardı. Türkiye’nin kendine özgü koşulları tanımlamasını yapan sosyalistlerin bununla Türkiye’de devrim bilincini kuşanmış bir işçi hareketinin henüz olmadığını, tarım toplumu olan bu halkın öncü kuvvetlerinin mevcut ordu olduğu ifade edildi. Ordu darbeyi gerçekleştirecek proleter devrim ise sonrasında gelişecekti.”
Ömer Kılıç bu mantığın tıpkı 1930’lı yıllardaki gibi Anadolu halkına cahil gözüyle bakan Kemalist kadrolarda da bulunduğuna dikkat çekti. Yön dergisinin ‘demokrasi bu halka lükstür, halka siyasi bir rol verilemez, halk ancak çalışmalı ve üretmeli dolayısıyla darbeler meşrudur’ söyleminin Nevzat Tandoğan’ın meşhur ‘ bu ülkeye komünizm lazımsa onu da biz getiririz sizin neyinize siyaset yapmak siz vergi verin çağrılınca da askere gelin’ deyişine ne kadar benzediğine vurgu yaptı.
Necat Yazıcı konuşmasının devamında Milli Demokratik Devrim yapılanmasının ordu içerinde sol düşünceye dayanan bir darbe hazırlığı yaptığını belirtti. “ Ordu içindeki farklı görüşleri savunanlardan bir kısmı 9 Martçılar adıyla anılır. 9 Mart’ta darbe girişimi başarısız kalınca 10 Mart’ta Ankara’da genişletilmiş komuta kademesi bir toplantı düzenler. Bu toplantı sonucunda12 Mart’ta hükümete ve tüm siyasi yapılara muhtıra verilir. Amerika haber alma teşkilatının yakında takip ettiği muhtıra sonrasında bürokratik yapı, ordunun görevini icra etmesinden dolayı duydukları memnuniyeti dile getirdi. Başbakan Demirel istifa etti. Bir kez daha ‘ Kardeş kavgası ve anarşiye son vermek, sosyal huzursuzluğu gidermek, Atatürk ilke inkılâplarına bağlı kalmak, siyasi partiler üstü ve inkılâp kanunlarına uygun demokratik kurallar altında hükümet kurulması’ gibi gerekçelerle sivil siyasete müdahale edildi. Gözaltılar, işkenceler, dernek ve partilere getirilen yasaklar, sokağa çıkma yasakları, idamlar muhtıra sonrası dönemde yaşandı. 11 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Milli Nizam Partisi kapatıldı. Muhalif unsurlar sindirildi. Ordu içerisinde de tasfiye gerçekleştirildi ve darbeci subaylar ihraç edildi. Tüm bu yaşananların müsebbibi kabul edilen Anayasa suçlu ilan edildi ve kimi maddelerinde değişikliğe gidildi. TRT ve üniversitelerin özerkliği kaldırıldı. Geriye dönük suçlama ve ceza içeren kanun düzenlemeleriyle hukuksuzluğun, keyfiliğin ‘vakay-ı adiye’ haline dönüştüğü bir ortam oluşturuldu. Tabii Yargı adı altında keyfi yargılamaların önü açıldı. Memurların sendikalara üye olmaları yasaklandı.”
Ömer Kılıç 1960 ve 70’li yıllarda Müslümanların milliyetçi, sağcı refleksleri henüz sorgulamaya başladıklarını ifade etti ve 6.Filo olayında olduğu gibi Müslümanlara ‘anti-komünist’ bir rolün de o dönemde giydirildiğini vurguladı.
Necat Yazıcı program sonunda sol düşünce içerisinde mücadelesiyle önemli bir yer tutan Deniz Gezmiş’in yaşamından kesitler sunarak konuşmasına son verdi. 12 Mart 1971 muhtırasına ve sonuçlarına ışık tutması açısından oldukça verimli bir program gerçekleştirildi.