Halime Örs / Haksöz Haber
Özgür-Der Bursa Şubesi; alternatif eğitim programları kapsamında bu dönem düzenlediği panellerin ilkini 'Sömürgeci Kuşatma Altında Coğrafyamız' başlığı altında şube başkanı Aziz Avar'ın moderatörlüğünde, Haksöz yazarlarından Selahattin Eş Çakırgil ve Musa Üzer'in katılımlarıyla Abdal Kültür Merkezi'nde gerçekleştirdi.
Sözlerine nimeti kaybetmemiz hasebiyle 100 yılı aşkın bir süredir coğrafyamızın işgal altında olduğunu belirterek başlayan Aziz Avar; Müslümanlar olarak iç ve dış vesayet odakları tarafından kuşatıldığımızı vurguladı. Batı'nın yüzyıllardır özenle üzerinde durduğu demokrasi, özgürlük ve insan hakları adına Filistin'de, Afganistan'da, Irak'ta, Mısır'da sürdürdüğü işgal ve sömürü politikaları sebebiyle Müslüman coğrafyalarda büyük bir travma yaşadığını belirten Avar; gasp edilen hakları geri almak adına Arap halklarının intifadalarını emsal göstererek halkların kendi kaderlerine hakim olmak için ortaya koydukları direnişin bazı zaaflar barındırsa da değerli bir kazanım olduğunu dile getirdi.
Avar; Müslüman coğrafyalar üzerindeki bütün bu işgal ve saldırıların iki büyük nedenin, petrol başta olmak üzere yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olmak ve ümmetin tekrar ayağa kalkma ihtimalini ortadan kaldırmak olduğunu belirtti. Dıştan gelen bu kuşatmalar tek başına gerçekleşmiş olsaydı mücadelenin daha kolay olacağını ifade eden Avar; birbirine rakip olduklarını ifade eden ABD, Rusya ve diğer AB ülkelerinin bile isteye girdikleri işbirliklerini, stratejik hesaplarını görmeden bu işgallerin ne anlama geldiğini kavramamızın söz konusu olmadığını vurgulayarak sözü panelistlerden Selahattin Eş Çakırgil'e devretti.
"Alemin her bir noktası, Rabbimizin dininin hakim kılınmasına müheyyadır" diyerek sözlerine başlayan Çakırgil; coğrafya kavramı üzerinde durarak, coğrafyanın ekseriyetle Müslümanların yaşadıkları yerler değil, Allah'ın tüm kullarının, mazlum ve mustazafların da yer aldığı topraklar olduğunun altını çizdi. Bir Müslüman'ın insana bakışının, sureten değil sireten olması gerekliliğine vurgu yapan Çakırgil; bizlerin temel idealinin Müslümanlar arasında kardeşlik hukukunun oluşturulması ve İslam Birliğinin kurulması olduğunu ifade etti.
Geniş bir tarihi arka plan çizerek konuşmasına devam eden Çakırgil; daha dar çerçevede son 100 yıl öncesine kadar Müslümanların hakim olduğu topraklarda İran ve Osmanlı gibi iki büyük devletin ümmetin maslahatı için umut niteliğinde olduğunu, ilerleyen süreçte Osmanlı'nın iç zafiyetler ve vahiy nimetinden uzaklaşma neticesinde tarih sahnesinden kaybolduğunu, İran'ın ise sömürgecilere tutsak düştüğünü ifade etti. Emperyal güçler ve işgaller karşısında bu yok oluşların temel nedenlerinin coğrafyada ki her bir ülkenin kendi çıkarlarını gözetmesinden kaynaklandığını belirten Çakırgil; bu tarihten sonra zaafa uğrayan ümmetin ulus toplumlara parçalandığını, bu yapıların ulus devlet cahiliyesi ve küresel kapitalist cahiliye ile kuşatıldığını belirterek bu noktada bizler için önemli olanın Osmanlıcılık, kavmiyetçilik değil, Allah'ın dininin hakim kılınması olduğunu ifade etti. Bizlerin bunu gerçekleştirmeye mecbur olduğunu ve bunu ancak inanarak yapabileceğimizin altını çizen Çakırgil; karanlığın en yoğun olduğu zamanın şafak sökmeden önceki an olduğunu vurguladı ve bu karanlıkların son bulacağına işaret ederek sözü Üzer'e devretti.
Ümmet coğrafyasında bir yandan 100 yıldır var olan sömürü ve zulüm olağan görülürken diğer bir yandan emperyalizme ve içerideki despotizme karşı topyekun başlatılan bir direnişin var olduğu, bunun da en önemli unsurlarından birinin direnişin politik arenalardaki savunucusu olan Türkiye devleti olduğunu belirterek sözlerine başlayan Üzer;Ortadoğu'da 10-15 yıl öncesine kadar batının işbirlikçisi olarak bilinen Türkiye'nin, günümüzde mazlum halklara ve direnişlere gösterdiği hassasiyet sebebiyle bir umuda dönüştüğüne dikkat çekti.
Batı'da ABD ve AB'nin, doğuda Rusya ve Çin'in yürüttüğü işgal ve sömürü politikalarının kuşatılan ülkeler içerisinde işbirlikçisi, destekçisi olmadan gerçekleştirilemeyeceğini vurgulayan konuşmacı; 100 yıl öncesine gidildiğinde de ümmet içerisinde yine aynı zaafların izdüşümüne ulaşılacağını dile getirdi. Konuşmacı; Afganistan'dan Bosna'ya, Suriye'den Ürdün'e bütün bir ümmetin aynı havayı soluduğunu, ortak hassasiyetler ve değerler taşıdığını belirterekbu ortak iklimi bozan iki unsurun sol/marksist kültürün oluşturduğu örgütler ve mezhep kavgaları olduğunu ifade etti.
Marksist olması hasebiyle antikapitalist, Leninist olması hasebiyle antiemperyalist olduklarını iddia eden örgütlerin teorileriyle tezat oluşturarak sömürge ve işgalin omurgası olduklarını vurgulayan Üzer; teorilerini, çıkarlarına hizmet eden kılıflar olarak kullandıklarını açığa çıkarır şekilde ve bu durumdan hiç çekinmeden ABD bayraklarını kamplarına astıklarını dile getirdi. Konuşmacı; bu noktada eleştiri yöneltmesi beklenen Müslüman entelektüellerin, yazarların aksine bir tavır ile solcuların ezberlerini, emperyalistlerin sözlerini tekrardan başka bir şey ortaya koyamadıklarını ifade ederek bu zihin yapısının 'Müslümanlar mücadele ederken sömürgenin, emperyalizmin işbirlikçisi oluyor' tezini dillendirebiliyorken 'ABD armalarını taşıyanlar da antiamerikancı' söylemlerine inanabildiklerini belirtti.
Konuşmasının devamında Ümmet üzerinde yıkıcı, ayrıştırıcı etkilere neden olan mezhep tartışmalarını ele alan konuşmacı, günümüzde bu taassuba sarılarak çatışma kültürüne neden olan bir İran gerçekliği olduğunu dile getirdi. Zalim bir yönetime karşı yapılan devrimin kazanımlarından uzaklaştırılarak ırkçı-mezhepçi emelleri için mücadele eden ve bu süreçte İslami şiarların gözetildiği bir yönetime sahip olduğu algısıyla kendisini meşrulaştıran bir ülkeye dönüştürüldüğüne dikkat çeken Üzer; devrim sürecinde haklı gerekçeler ve zahirde görülen erdemli süreç sebebiyle İran halkına verilen desteğin sorgulanmaz bir tarafgirliğe dönmeden yanlış olan eylemlerin dile getirilmesi ile adalet çizgisine oturtulması gerektiğini ifade etti. İslami kimlik iddiasında olan insanların bir mezhebi, bir ideolojiyi, bir ülkeyi esas alarak tavırlarını, doğrularını belirleyemeyeceğini belirten konuşmacı; Müslümanların –velev ki Yahudi, Budist, liberal veyahut komünist olsun- zulme karşı izzetli bir tavır sergileyerek zillet üzere yaşamak yerine onurlu bir hayatı tercih eden ya da mazlum konumunda olup çıkar yol bulamayan insanların yanında ve zalim olanların ve destekçilerinin berisinde olması gerektiğini vurguladı.
Üzer; coğrafyamızda sürdürülen işgallerin ve Ortadoğudaki tüm bu melanetin sadece emperyalistlere yıkılmasının, çözüm arayışlarımızda bizi doğru sonuçlara ulaştırmayacağına dikkat çekerek kendi içimizdeki hataları görerek düzeltme erdemliliğini gösterebilmemiz gerektiğini ifade etti. Hatayı, zaafı saklama düşüncesinin halisane niyetlerle de olsa bizi vakayı doğru analiz etmekten uzaklaştıracağını vurgulayan konuşmacı; düşünce ve eylem konforumuzu bozacaksa da vaka ile yüzleşme cesaretinin gösterilmesi ile çözüm arayışlarının daha doğru bir istikamete döndürüleceğini belirterek birinci oturumdaki konuşmasını sonlandırdı.
Programda ikinci oturuma geçilirken sözü alan Avar; Çakırgil'e, Türkiye'de sosyal ve siyasal gelişmeler göz önüne alındığında mevcut durumun ümmet coğrafyası için neler ifade ettiği sorusunu yöneltti.
Çakırgil Türkiye'nin ümmet coğrafyası ile artan ilişkilerinin, mazlum halklarla dayanışma içerisinde olmasının geniş halk kitleleri üzerinde umut ışığı olduğuna dikkat çekerek; uzun süreli kopukluktan sonra İslam ve ümmet şuuru ile tekrar ayağa kalkmak için çabalayan insanların zalimlerde, tek adam vesayetinin kaybedilmesinden korkan kitlelerde, çıkarlarının bozulacağı endişesi taşıyan emperyalistlerde korku ve tedirginliğe sebebiyet verdiğini dile getirdi. Türkiye'de gerçekleştirilecek referandumun, mevcut durumu -eksikleri olsa da- daha iyiye taşıyacağına dikkat çeken Çakırgil; 15 Temmuz'da darbenin geri püskürtülmesinin Türkiye özelinde ümmet için önemli bir kırılma noktası olduğunun ve bu kazanımın kaybedilmemesi gerektiğinin altını çizdi. Müslümanlar için önemli olan hususun gücü ele geçirmek değil kazanımları ve gücü hak yolunda daha sahih bir çizgiye ulaşmak amacıyla elinde tutmak olduğunu belirten Çakırgil; 15 Temmuz'da ümmetin geleceği için halkın iradesinin kazanmasını istemek yerine hevesle darbenin başarılı olmasını bekleyen İran'ın, şahı devirerek emperyalistlere karşı elde ettiği kazanımı kaybettiğini ve bugün birçok yerde mezhepçi ve ırkçı taassuplarıyla mazlum insanların kanın akıtılmasına neden olduğunu ifade etti. Konuşmacı, ümmet dayanışmasını dile getiren ve İran'daki mevcut otoriteye muhalif olan Rafsancani'nin sözlerine dikkat çekerek Allah'ın 'aranızda nizalaşmayın ki bu sizi güçsüzlüğe ve cesaretsizliğe sürüklemesin' ayetini hatırlattı ve öncelikle kendi nefsimizde ümmet şuurunu oturtarak ümmetin tek saf olması noktasında ne yapabiliriz sorusunu gündemleştirmemiz gerektiğini vurguladı. Çakırgil; sekülerakıl ile bakıldığında kaybediliyor gibi görülse de Suriye direnişi ile elde edilen kazanımların, Mısır'da Sisi yönetimine karşı direnen insanların ve zindanlardan yükselen İslami şuurun, yalnız Allah'a kul olma bilinci ve zilleti kabul etmeme erdeminin Türkiye'nin de barındırdığı potansiyel ve umut ile ümmetin bir araya gelmesi için vesile haline getirilmesi gerektiğini dile getirerek sözlerini sona erdirdi.
Çakırgil'e teşekkür ederek sözü devralan Avar; Üzer'e, halkın desteği ile devrimlerin gerçekleştirildiği ülkelere de bakıldığında bürokrasinin yönetim önündeki engellemelerinin neler olduğu sorusunu yöneltti. Üzer, sözlerine genel itibariyle bürokratların batı eğitimi dolayısıyla halkın değerlerine uzak olan kişilerden oluştuğunu ve özgür irade ile seçilen yönetimlere saygı duymak yerine kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi gereken alanlar olarak baktıklarını dile getirerek başladı. Halkın-Müslümanların hassasiyetlerinden uzak zihniyetteki insanların, seçilen yönetimleri benimsemek bir yana kendi ideolojilerine uymadıkları noktada ideolojiyi savunmak misyonunu üstlenerek kurtarıcı güçler pozisyonuna geçtiklerini belirten Üzer; -her ne kadar yönetim halkın talep ettiği ölçüde olsa da- hem bürokrasi hem de seçilen hükümet içerisindeki yönetimle aynı zihin yapısında olmayan insanlar hasebiyle ilerleme kaydedilemediğine dikkat çekti. Üzer, bu noktada Müslümanlara düşen sorumluluğun adaletli bir şekilde olayları tahlil ederek İslami duyarlılık istikametinde eleştirilerini, önerilerini yükseltmek olduğunu belirterek 'nasıl olsa yapılması gerek yapılıyor' bakış açısı ile doğru bir noktaya ulaşılamayacağını ifade etti.
Adalet çerçevesinde ve İslami duyarlılıklar nispetinde hareket etmesi hasebiyle hükümete destek olmak, gerektiği yerde sahip çıkmak ile herhangi bir sorgulamaya tabi tutmadan, hükümetin her davranışının kraldan çok kralcı bir anlayış ile tarafgirliğinin yapmasının birbirinden çok farklı usuller olduğunu belirten Üzer; Müslümanların, hükümetin bürokrasi-dış siyaset sebebiyle takınmak zorunda olduğu üslupları, yürütmek zorunda olduğu görüşmeleri alkışlamak yerine hak ve adalet çerçevesinde eleştirmeleri ve taleplerini dile getirmeleri gerektiğini ifade etti. Bu konuyu bir örnekle açıklayan Üzer; hükümetin sıkışmışlığı ya da bazı siyasi- ekonomik gerekçeler sebebiyle Rusya ile yürüttüğü görüşmelerin reel siyaset de göz önünde tutularak irdelenmesi, haklı ve haksız yönlerinin tartışılması gerekirken günümüz gazetelerinde, televizyon programlarında bir ay öncesine kadar kötü hasletleriyle anılan Putin'e güzellemeler yapılmasının tutarlı, adaletli ve İslami bir tavır olmadığını ifade etti.
Üzer, 28 Şubat Post-modern darbesi sürecinde gerçekleştirilen hukuksuz yargılamalar sebebiyle yıllardır cezaevlerinde bulunan kardeşlerimiz olduğuna dikkat çekerek Müslümanların bu tür adaletsizlikleri dile getirmesi ve davaların tekrar görülmesini talep etmesi gerektiğini belirtti. Son olarak sahihbir bilinç düzeyi ile doğru noktaya ulaşabilmek, kazanımlarımızı devamlı hale getirmek, adaletin hakim kılınmasını sağlamak niyetiyle yöneltilen eleştirilerde genellemeci tavırların haksızlığa neden olabileceğini belirten Üzer; bu duruma İran'ı örnek vererek her ne kadar, başta Suriye politikası olmak üzere, bir çok noktada fesada yol açan eylemlerinden ötürü İran politikası-hükümeti eleştirilse de bunu tüm İran halkı ya da Şiileri kapsayacak şekilde dile getirmenin o coğrafyada yaşamak zorunda olup farklı düşünen insanlara haksızlık olacağını, bunun ise İslami kimliğimizle bağdaşmayacağını dile getirdi ve sözlerini sona erdirdi.
Program dinleyicilerin sorularını yöneltmesinin ardından sona erdirildi.