Özgür-Der Bursa şubesi düzenli periyotlar halinde gerçekleştirdiği alternatif eğitim seminerlerine bu ay "İttihat Terakki'den 1960 Darbe Düzenine" konusunu gündemleştirerek devam etti. Seyyid Usûl Kültür Merkezinde yapılan program, Yalova'dan "Lütfi Çiftçi"nin sunumu ile gerçekleştirildi.
Halka rağmen halk için aymazlığından beslenerek iktidar üretenlerin, dünden bugüne dillendirdikleri temel dayanaklarının birbirine çok benzediğini, bu yolda bir çok toplumsal dinamiği yok ettikleri gibi, ortak kabule göre olumlanan bir çok kavramında kendileri için maske yapmaktan beri durmadıklarını ifade ederek konuşmasına başlayan Çiftçi, şunları kaydetti:
Toplumun her kesimini yakından ilgilendiren ve şartların olgunlaşması halinde ihtimalinin mevcut olduğuna inanılan askeri darbelerin, her ortaya çıkışından sonra darbe dönemlerinin kapandığına dair umut, yine bu coğrafyada yaşayan toplum tarafından gerçekçiliği bulunmamaktadır. Çünkü başından beri askerlerin gölgesinde icra edilen siyaset oyunu, "demokrasi" diye adlandırıla gelmiştir. Sürekli vurgulanan ve ulaşılması gereken bir hedef olarak adeta kutsanan bir ülkü olarak demokrasinin genel bir tanımı olarak ''düşünce-inanç örgütlenme-hak ve özgürlüklerini, iktidarın hukuk dışı tutumlarına karşı koruyan, düzenli aralıklarla yapılan seçimlerde iktidarın değişimini sağlayan, dolayısıyla da muhalefetin kurumlaşmasına imkan sağlayan siyasal bir yöntem'' olarak demokrasiden, yalnızca cumhuriyetin tek parti diktatörlüğünün hüküm sürdüğü ilk döneminde değil, çok parti sistemine geçildikten bu güne kadar ki dönemde de söz etmek zordur.
Türkiye'nin yakın tarihi sağlıklı bir okumaya tabi tutulduğunda onun bir hukuk devleti olmadığı, kurucu kadrolarının "zinde güçleri" bir baskı aracı olarak kullanmaktan hiç geri kalmadıklarından dolayı "kanun devleti" olarak adlandırılmasının daha doğru olacağını belirten Çiftçi:
Devlete egemen resmi ideolojinin, halk iradesini sınırlayan ve yönlendiren niteliği, seçilmişler üzerinde son söz sahibi olma konumunda bulunan kurumsal yapı ve ayrıca görünür tedbirler ve mekanizmalarla bertaraf edilmemesi durumunda şekil almıştır. Sistemin işleyişine karşı gelişen tehlikeleri durdurmak için zinde güçlerin devreye sokulması gibi özellikleriyle Türkiye de mevcut sistem, klasik demokrasi tanımının asgari koşullarını bile ihlal eden bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. Anayasanın başlangıcında bir hukuk devleti olma iddiasına rağmen Türkiye ne dün nede bugün hukuk devleti olamamış ancak kanun devleti olması başarabilmiştir. Türkiye'nin demokratik bir cumhuriyet olma iddiasını boşa çıkartan ve askeri-bürokratik bir devlet şeklinde tanımlanmasın haklılık kazandıran en önemli husus; devletin resmi ideoloji dayatmacılığıdır. Devlet, Kemalizm ideolojisini, dinini, gerektiğinde zor ve şiddet yoluna da başvurarak halka hep dayatagelmiştir. Önünde kendine en büyük engel olarak İslam ı görmesi ve bu engeli tasfiye için uyguladığı yöntemler, Cumhuriyet'in kurusallaşmaya başladığı ilk günlerden itibaren devlet ile halk arasında yoğun bir çatışmayı getirmiştir.
Cumhuriyetçi seçkinlerin ideolojik dayanaklarının, toplumdaki yaygın kanaatin aksine türedi olmadığını, doğrudan beslendikleri sosyal ve siyasal bir menbaı bulunduğuna dikkat çeken Çiftçi, Kemalist ideolojiyi doğru tanımlayabilmek için, Osmanlıdaki modernleşmenin sağlıklı bir analize tabii tutulması gerektiğini belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü:
Batıcı, ulusçu, laik bir dünya görüşüne inanan ve bu doğrultuda toplumu dönüştürmeye çalışan cumhuriyetin kurucu kadrolarının sahip oldukları ideolojik çerçevenin, Osmanlının son yıllarında yaşanan fikri ve örgütsel hareketliliklere dayanan kökleri vardır. Cumhuriyet kadrolarının gerek fikir düzeyinde gerekse siyaset yapma tarzı açısından eğitildiği, şekillendiği, örgütlendiği pota tam olarak bu potadır.
Genç Osmanlılar - jön Türkler'den, İttihat ve Terakkiye doğru evrilen, ilk başta şiddet yanlısı muhalif hareketten, sonra yine şiddet ve baskı yanlısı muktedir hareket çizgisinden tahtlarını koruma kaygısındaki aynı zamanda batıcı padişahlardan, Mustafa Kemalin katı devrimci politikalarına, Cumhuriyetin Kemalist kadrolarından, vesayetçi oligarşik rejimlere kadar hepsi kitlesel bir tabana dayanmamalarına rağmen eylemlerini halk adına, millet adına gerçekleştirdikleri iddiasıyla halka karşı halkçılık şeklinde tanımlanabilecek koyu bir istibdat diktatörlüğünün uygulayıcısı olmuşlardır.
Geç Osmanlı döneminden başlamak üzere bugüne kadar varlığını koruyarak gelen darbeci oluşumlar hakkında kronolojik bir bilgi veren Çiftçi, darbeci zihnin işleme biçimi hakkında şunları söyledi:
Askeri darbe olgusu Türkiye siyaseti üzerinde resmi ideoloji dayatmacılığı ve halk iradesini yok sayan hukuk düzeni ve daha da önemlisi baskıcı tutum ve uygulamalarla birlikte, Demokrasi iddiaları ve tartışmalarını anlamsız kılmaktadır. Egemenlerin batı faktörünü göz önüne alarak attıkları bir takım adımlar da sonuçta göstermelik ve yüzeysel olmaktan öteye gitmemektedir. Çıkarları ve düzenlerinin geleceği tehlikeye düştüğü anda, egemenler zaten kör, topal oynanmakta olan demokrasi oyununu sahneden kaldırıp, tarihsel kimlik ve ideolojilerinin dayandığı ceberrut baskıcı geleneklerine uygun tavır almakta pekte zorlanmamaktadırlar.
Lütfi Çiftçi, Ordunun bugün iç siyasette kendisini asıl belirleyici olarak konumlandırışını tarihsel kırılmalar üzerinden anlatarak, Kemalist paradigmayı meydana getiren faktörlerin bunlarla bağlantılı olduğuna dikkatleri çekti. İçinde bulunduğumuz vakıayı yorumlarken bu kriterlerin gözardı edilmesinin bizi pekte sağlıklı bir sonuca ulaştırmayacağını hatırlatan Çifçi, bu duruma yaşanmış bir takım örnekler vererek sunumunu sonlandırdı.