Özgür-Der Bursa şubesinin bayanlara yönelik olarak düzenlemiş olduğu seminerlerin sonuncusu dernek binasında gerçekleştirildi. "İslam'ın Resim Sanatına Bakışı" konulu semineri Ressam Hacer Karaçor sundu.
10 yılı aşkın süredir resim sanatıyla ilgilenen, sergiler düzenleyen Hacer Karaçor, yaptığı portre ve figürler dolayısıyla Müslümanlar tarafından serzenişle karşılandı. Bu sebeple resmin uygulama boyutu ile birlikte fikri boyutuyla da ilgilendi.
Seminerci sunumuna, 'sana'a, bediun, halaka' kavramlarını açıklayarak başladı.
Sana'a: Allah sun sahibidir, bir şey yapmak, gerçekleştirmek ve ona ayniyet kazandırmaktır.
Bediun: Yoktan varetmek, bir ön madde olmadan yaratmaktır sadece Allah'ın yaratısı için kullanılır.
Halaka: Var olana şekil vermek, huluk-ahlak gibi anlamlar da üstlenir. İnsanın eğilimlerinden süzülerek ortaya çıkmasıdır. Yaratma anlamına gelen bu kelimeyi Allah, Maide suresi 110. ayette Hz.İsa için kullanıyor. "…Hani ben sana vahyi ve nimeti yani Tevrat ve İncili talim ettirmiştim! Hani sen benim iznimle çamurdan kuş maketi yapmış (tahluku), ona üflemiş ve o da benim iznimle kuş oluvermişti…" Bu kavram Kur'an'ın farklı yerlerinde de insan için kullanılmıştır fakat kavramlar arasındaki ince ayrımı merak etmeyen insanlar bu kavramı tümden insan için yasaklama yoluna gitmişlerdir.
Karaçor, İslam dünyasındaki bu yasaklama sürecinde Batı dünyasında sanat adına ortaya çıkan akımlara (sürrealizm, dadaizm, kübizm, fovizm) değindi. Bu akımların belli bir süre edebiyat ortamında kendine yer edinip böylece toplumda yankı uyandırdığını, ideolojilerden doğduğunu, sosyal dünyanın batıl bakış açısından meydana geldiklerini ve günümüzde de hala bu akımların tesiri altında kalan insanların sayısının fazlaca olduğunu ifade etti. Görsel sanatları kullanmanın bize büyük bir sorumluluk olarak verildiğini, ancak bu sorumluluğu yerine getirmek bir kenara yasaklarla karşılaştığımızı ve bunu sorgulamadan içselleştirerek korku psikolojisine sokulduğumuzu söyledi.
RESİM VE HEYKELE NASIL HARAM DENİLDİ?
Hıristiyanlıkta ve İslam'da tasvir yasağının hemen hemen aynı döneme rastladığına dikkat çeken Karaçor, şu açıklamaları yaptı: "Bizde yasağa Maide Suresi 90.ayet 'Ey iman edenler! Uyuşturucu, kumar, tapınmak için dikilen taşlar, fal okları, şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtulaşa eresiniz.' delil gösterilerek diğer kısmını da hadis ve fıkıh yorumlarıyla desteklemişlerdir. Bu ayetteki 'ensab' kelimesi dikili taşlar anlamına gelir (resim, heykel olarak algılanmıştır) ancak dikili taşa İbn Kesir'in yorumu, müşriklerin kurbanlarını yanlarında kestikleri taşlar şeklindedir. İlk dönem müfessirlerinden İbn Abbas, Mücahit, Ata, Said b. Cübeyr ve diğerleri 'ensab' kelimesinin eski Arapların üzerinde kurbanlarını kestikleri ve ibadet ettikleri taşlar olduğunu söylemişlerdir. Nefesi, tefsirinde bu taşların pis olmaları tapınmak için dikilmiş olmalarındandır der. Zemahşeri de aynı görüşü paylaşır. Müslüman otoritelerden birkaçı dışında sanatın, resim, heykel, müzik, tiyatro, sinema gibi dallarına asla izin çıkmamıştır. Bu sanat dallarına iyi gözle bakmayanlar arasında Muhammed Kutub ve İranlı düşünür Avani de vardır."
Hıristiyanlıkta ikona kırıcılığı (put kırıcılığı) III. Leo ile başlamıştır böylece kilise, doğu ve batı diye ikiye ayrılmıştır. Bunda resim ve heykelin etkisi büyüktür. III.Leo böylece resim ve heykellerde kendi otoritesini sarsacak konuları ortadan kaldırarak kendinden önceki tarihi yıkıp yerine kendisiyle başlayan bir tarih yaratmak istiyordu. Put kırıcılığını samimi duygularla değil, sözde putperestliği önlemek adına kendi otoritesini güçlendiriyordu.
Seminerci, resmin ilk kullanılan dil olduğunu resim, heykel, figür, müzik vb. sanat dallarının insanlık tarihiyle başladığını dolayısıyla Hz. Peygamberin (a.s) de kendi döneminde böyle bir kültürle karşılaştığını fakat o dönemde resim ve heykelin çığırından çıktığını ve İlah konumuna getirildiğini söyledi. Ancak Peygamberin bu sanat dallarıyla değil o dönemdeki putu ilahlaştırma zihniyetiyle savaştığına dikkat çekti. Örnek olarak da Mekke'nin fethinden sonra Kabe'yi putlardan temizlerken Peygamberin, Hz. Meryem ve kucağında oğlu Hz. İsa bulunan bir resmi iki eliyle kapatarak 'bunu bırakın,diğerlerini silin ve yıkın' dediğini, bu resmin de Hicret'in 63. yılında çıkan yangına kadar kaldığını ifade etti. Bu resmin Peygamber'in ölümünden 51 yıl sonra yok olduğunu ve o zamana kadar sahabeler tarafından korunduğunu anlattı. Başka bir örnek olarak da Hz. Peygamber'in aslan figüründen oluşan bir yüzüğü olduğuna ve bunun Hz. Ömer'e intikal ettiğine, Sad b. Vakkas'ın Kadisiye zaferinden sonra at ve insan resimleriyle dolu olan Kisra Sarayı'nda bu zafere şükür için namaz kıldığına ve bunlara asla dokunmadığına değinerek günümüzde bu rivayetlerin neden dile getirilmediğine, hurafe niteliğindeki rivayetler kadar bile duyulmadığına dikkat çekti.
Emevi, Abbasi gibi devletlerin sanata bakış açısına değinerek şöyle dedi :
"Emevi devleti kurulduktan sonra Emeviler sanata yakın bir politika izlediler, birçok eser üretip buna fırsat tanıdılar. Özellikle şiir dalında Emevileri ve onların devlet politikalarını öven şairler baş tacı idi, mimaride de oldukça cömert idiler, altın ve gümüş kaplamaları olan saraylar yaptırıyorlardı. O dönemde Bizans'ın III.Leo'su ikona kırıcılığına hız vermişti böylece Bizans'tan kaçan ressam ve heykeltıraşlar Emevi hükümetine sığınmış ve sanatlarını burada sürdürmüşlerdi. İnsanlar kafalarının içindeki putları resmeder hale gelmişlerdi çünkü doğru yoldan sapmışlardı. Yaptıklarını da meşru göstermek için bol bol hadis rivayet ediyorlardı. Bizans'tan kaçan sanatçılar, kendi çarpık düşünce ikliminden esinlenerek eserler ortaya koymuşlardır. Özellikle 'Kasrül-Hayrül Garbi' sarayının cephesindeki sol eliyle güvercin tutan Venüs (yani aşk ilahesi) büstü dikkat çekicidir. Gördüğümüz gibi Emevi devletinde hak ve batıl birbirine karışmıştır. Maksatları sanatı kullanarak insanlığa hizmet etmek değil, hanedanlıklarını kuvvetlendirmekti.
Abbasiler ise Emevilerin uyguladığı bu politikaya karşın resim ve heykel kanalıyla gidilen aşırılıkların zihniyeti ile değil görselliğiyle uğraştı. Fıkhı yeniden yorumlatıp resim ve heykele devlet yasağı getirdi. Görselliği ortadan kaldırarak zihinlere önem vermiyordu ve Abbasiler zihinleri onaracak basirete de sahip değildi. Dini koruma adına yeniden yorumlatılan fıkıh ilmi Peygamberin ölümünden yaklaşık 200 yıl sonra yasal geçerlilik kazanmıştır. Aynı şekilde dört resmi incilin yasal geçerliliği de İsa'(as.) dan yaklaşık 200 yıl sonra gerçekleşmiştir. Her iki imparatorluk da bu kurumu oluştururken zora başvurmuştur. Bizans'ta bu oluşum gerçekleşirken birçok din adamı ve bilgini hayatını kaybetmiştir. Abbasiler'de de aynı yol izlenmiştir, Ebu Hanife'ye Abbasi zindanlarında kırbaçlanarak işkence yapılmıştır."
Karaçor, İslam dünyasının sanata sahip çıkmadığını, günümüzde sanatın önemli ölçüde hala yabancıların elinde olduğunu, batının resim, heykel, tiyatro, sinema, opera, tv filmi, özellikle çizgi film gibi alanlarda kendi otoritelerini devam ettirerek bunları hoyratça kullandıklarını söyledi. Ayrıca batıl düşüncenin gecesini gündüzüne katarak ustaca formüller ürettiğini, İslam ülkelerini sömürüsü altına aldığını, sömürü altında olan halkın ise kadercilik inançları ile yıllardır öylece oturup kaldığını ifade etti. Allah'ın bizim için murad ettiği hayatın bu olmadığına, Kur'an'da sayısız yerde akletmemiz istendiğine değindi.
Resim ve heykele bir türlü cevaz vermeyen İslam alimlerinin, derinliksiz ve gölgesiz yapılmış olması ve canlılık hissi uyandırmıyor olması sebebiyle minyatürü, İslam sanatı olarak takdim ettiklerini, halbuki minyatürün Bizans kaynaklı olduğunu söyledi. Minyatürün doğuşunda Müslümanların bir payı olmadığına zaten böyle bir şeye cesaret edemeyeceklerine ve bu sanatı sonradan sahiplendiklerine dikkat çekti. Müzikte de aynı yasakçı zihniyetin devam ettiğini, türküyü haram, kaside ve ilahiyi helal kıldıklarını söyledi.
Bu yasaklar dolayısıyla İslam dünyasının çok şey kaybettiğini, görsel sanatlarla çok güzel şeyler yapılabileceğini ancak bu konuda çok geç kalındığını vurguladı. Allah'ın bize silahlarınızla silahlanın demesinden kastın kalaşnikofları kuşanmak olmadığını ifade ederek tv kültürünün çocuklarımızın dünyasındaki etki ve önemini küçümsemememiz gerektiğine değindi. Bizi bugün tarihte uydurulmuş birkaç hadisten başka bir şeyin engellemediğine dikkat çekerek günümüzün gençlerinin muhakkak sinema ve tiyatro alanında bulunması gerektiğine inandığını söyleyerek şu sözü ile seminerine son verdi:
"Yapılan her iş sahibini Allah'a karşı sorumlu tutar."
Haber: Melike Turan – Sara Işıklar